Gürsoy Hukuk Bürosu
.
YARGITAY KARARLARI

1
22. HD., E. 2017/30983 K. 2020/7086 T. 18.06.2020
Esas No.: 2017/30983
Karar No.: 2020/7086
Karar tarihi: 18.06.2020
MAHKEMESİ : ... 8. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 18/06/2020 Perşembe günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı adına vekili Avukat ....ile karşı taraf adına vekili Avukat ... geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili özetle, müvekkilinin 09/06/1997 tarihinden 16/02/2015 tarihine kadar kesintisiz olarak işçi olarak davalı işyerinde çalıştığını, sendikal nedenlerden dolayı iş akdine son verildiğini, feshin haklı bir sebebe dayanmadığını, bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatı ile eşit davranma borcuna aykırılıktan kaynaklanan tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı gerekçeyle kıdem ve ihbar tazminatlarının kabulüne, ayrımcılık tazminatı isteminin reddine karar verilmiştir. İstinaf başvurusu : İlk derece mahkemesinin kararına karşı taraflar istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince, davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, davacının istinaf başvurusu kabul edilerek kıdem ve ihbar tazminatlarına ilaveten ayrımcılık tazminatı isteminin de kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup İş Hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmemektedir. Bahsi geçen ilke eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir. Öte yandan anılan ilke hakların sınırlandırılmasına yerine korunmasına hizmet eder. Eşitlik İlkesi ise en temel anlamda Anayasa’nın 10. ve 55. maddelerinde de ifade edilmiş, 10. maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55. maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir. Bundan başka eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları ... Bildirgesi, ... İnsan Hakları Sözleşmesi, ... Sosyal Şartı, ... Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna rağmen eşitlik ilkesini düzenleyen 5. maddede her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı yine 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesinin 6. fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkanı bulunmaktadır. Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta Bölge Adliye Mahkemesince eşit davranma borcuna aykırılıktan kaynaklanan ayrımcılık tazminatı isteminin kabulüne karar verilmiş ise de, karar dosya içeriğine uygun düşmemektedir. Eşit davranma borcuna aykırılıktan kaynaklanan ayrımcılık tazminatına hükmedilebilmesi için, İş Kanunu’nun 5. maddesinde belirtildiği üzere “dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı” olarak ayrımcılık yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte somut olayda davacı tarafından ayrımcılık yapılmasının sebebine ilişkin bir iddia ileri sürülmediği gibi ayrımcılık tazminatına hükmedilmesini gerektirecek şekilde bir sebep de kanıtlanamamıştır. Bu itibarla davacının ayrımcılık tazminatı isteminin reddine karar verilmesi gerekmektedir. Anılan hususlar gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde Bölge Adliye Mahkemesince hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, davalı yararına takdir edilen 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

2
17. HD., E. 2020/2598 K. 2021/34 T. 14.1.2021
Esas No.: 2020/2598
Karar No.: 2021/34
Karar tarihi: 14.01.2021
YARGITAY İLAMI Taraflar arasındaki sigorta tahkim davasının yapılan yargılaması sonunda; Sigorta Tahkim komisyonu İtiraz Hakem heyetince verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü: -KARAR- Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin desteğinin öldüğünü açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 5.500,00 TL'nin tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 196.408,00 TL’ye yükseltmiştir. Davalı vekili, talebin reddini savunmuştur. Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakemince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; taleple bağlı kalınarak 5.500,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş, anılan karara karşı itiraz edilmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince başvuru sahibi vekilinin itirazının kabulü ile Hakem Heyetince verilen kararın kaldırılmasına, başvurunun kısmen kabulü ile 147.666,00 TL'nin tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu'nun 30. maddesi ile kurulan Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının kaldırılarak davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir. 2- Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 3- Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin desteğinin meydana gelen kazada öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, tazminatın belirlenmesi amacı ile bilirkişiden rapor alınmış, alınan raporda davacının ve desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmesinde 1931 tarihli PMF yaşam tablosu dikkate alınarak hesaplama yapılmış, hakem heyetince bu rapor hükme esas alınmıştır. Gerçek zarar miktarı; hak sahiplerinin ve desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa'dan alınan 1931 tarihli "PMF" cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, F1 Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve X1 Üniversitesi'nin çalışmalarıyla "TRH 2010" adı verilen "Ulusal Mortalite Tablosu" hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında, Dairemizce de tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir. Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA, dosyanın saklama kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 14/01/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

3
16. HD., E. 2020/857 K. 2020/6391 T. 25.12.2020
Esas No.: 2020/857
Karar No.: 2020/6391
Karar tarihi: 25.12.2020
MAHKEMESİ : KADASTRO MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Kadastro sırasında, ... İlçesi ... Köyü çalışma alanında bulunan 1216 parsel sayılı 935 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olması sebebiyle Hazine adına tespit edilmiş, bilahare 12.10.1988 tarihinde imar nedeniyle 5645 ada 5,6,7 ve 8 parsel sayılı taşınmazlara ifraz görmüştür. Anılan taşınmazlardan 6 sayılı parselin tapu kaydının beyanlar hanesinde; taşınmaz üzerinde bulunan binanın ...,...’a, 7 sayılı parsel üzerindeki binanın ...’ye, 8 sayılı parsel üzerindeki binanın ...’a ait olduğu şerh edilmiştir. Davacı Hazine, ifraz sonucu oluşan tapu kayıtlarının malik hanelerinin açık olduğunu belirterek Hazine adına tescili istemiyle dava açmıştır. Yargılama sırasında dava, ... ve arkadaşlarına da yöneltilmiş; ... ve müşterekleri satın alma iddiasına dayanarak taşınmazların adlarına tescili istemiyle davaya katılmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın HMK'nın 114. maddesinin "I" fıkrası gereğince derdestlik sebebiyle, dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiş; hüküm, müdahiller vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece, aynı konuda derdest dava bulunduğu gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de; yapılan değerlendirme ve varılan sonuç dosya kapsamına uygun bulunmamaktadır. Derdest bir davadan söz edilebilmesi için her iki davanın taraflarının, sebeplerinin ve konularının aynı olması gerekir. Somut olayda, derdestliğe neden olduğu bildirilen İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin (Kadastro Mahkemesi Sıfatıyla) 2004/5 Esas sayılı dava dosyasında, davacı İshak İllel ve arkadaşları, tespit maliki Hazine aleyhine tapu kaydı, miras yoluyla gelen hak ve kazandırıcı zamanaşımı iddiasına dayanarak dava açmış; bu dosya temyiz aşamasında iken davacı Hazine, hasım göstermeden açtığı davasında bu kez taşınmazın malik hanesinin açık olduğu iddiasına dayanarak adına tescil istemiyle dava açmış bulunduğuna göre davanın tarafları, konusu ve hukuki nedeninin aynı olmaması karşısında HMK'nın 114. maddesi anlamında derdestlikten söz edilemez. Hal böyle olunca; mahkemece her ne kadar Hazine davasından vazgeçtiğini bildirmiş ise de müdahillerin davası yönünden tespit tarihi ile satın aldıklarını iddia ettikleri tarih de göz önünde bulundurularak bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edenlere iadesine, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.12.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

4
17. HD., E. 2019/5206 K. 2020/8874 T. 22.12.2020
Esas No.: 2019/5206
Karar No.: 2020/8874
Karar tarihi: 22.12.2020
TÜRK MİLLETİ ADINA YARGITAY İLAMI İLK DERECE MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi Taraflar arasındaki sigorta tahkim davası hakkında, Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti tarafından verilen 03.03.2019 tarih, 2017/KIT/2018-46-2 sayılı karara karşı yapılan istinaf başvurusunun kısmen kabulüne dair verilen kararın süresi içinde davacı K3 vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: -KARAR- Davacılar vekili, davalının trafik sigortacısı olduğu aracın karıştığı çift taraflı kaza sonucunda, araçta yolcu olarak bulunan davacıların eşi/ babası/ oğlu Adem'in öldüğünü, davacıların ölenin desteğinden yoksun kaldığını, davalı tarafından kısmi ödeme yapılmışsa da ödenen bedelin gerçek zararı karşılamadığını belirterek, belirsiz alacak davası olarak açtıkları davada şimdilik 21.000,00 TL. tazminatın kaza tarihinden işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; 04.11.2016 tarihli artırım dilekçesiyle, toplam taleplerini 136.276,00 TL'ye yükseltmiştir. Davalı vekili, davacılara 28.07.2016'da 160.910,00 TL. ödediklerini, destek hatır için taşındığından tazminattan indirim yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyeti'nin 15.11.2016 tarih- 2016/32489 sayılı kararı ile; davanın kabulüne, davacı K1 için 15.057,00 TL, K2 için 10.788,00 TL, K3 için 92.334,00 TL, K4 için 10.068,00 TL, K5 için 8.029,00 TL. olmak üzere toplam 136.276,00 TL. destekten yoksun kalma tazminatının 28.07.2016 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; bu karara, davacılar vekili ve davalı vekili tarafından itiraz edilmiştir. İtiraz Hakem Heyeti'nin 16.01.2017 tarih- 2017/İHK-175 sayılı kararı ile davalı vekilinin itirazının reddine, davacılar vekilinin itirazının kabulü ile UHH kararında belirlenen tazminatların avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; karara karşı, davalı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi tarafından; tazminat hesaplamasının, yeni ZMSS Genel Şartları'na göre yapılması için ek rapor alınarak karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, İtiraz Hakem Heyeti kararının kaldırılmasından sonra, İHH tarafından yeniden yapılan yargılama sonunda alınan ve benimsenen bilirkişi raporu gereği, davanın kısmen kabulü ile davacı K3 için 39.425,00 TL, K1 için 15.051,00 TL, K2 için 10.788,00 TL, K4 için 10.068,00 TL, K5 için 8.029,00 TL. olmak üzere toplam 83.361,00 TL. destekten yoksun kalma tazminatının 28.07.2016 tarihinden işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; karara karşı, davacı K3 vekili ile davalı sigorta şirketi vekili istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi tarafından; davalı vekilinin istinaf başvurusunun, davacı K3 için hükmedilen bedel kesin olduğundan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İHH kararının kaldırılmasına ve yeniden hüküm tesisiyle, davacı K3 için 78.795,31 TL. destek tazminatının 28.07.2016'dan işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili ve davacı K3 vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1- Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu'nun 30. maddesi ile kurulan sigorta tahkim komisyonu itiraz hakem heyetinin bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi'nin 23.11.2017 tarih, 2017/536 E.- 2017/849 K. sayılı ve 13.06.2019 tarih, 2019/1718 E.- 2019/1212 K. sayılı kararları kaldırılmak ve davacı K3 vekilinin daha önceki istinaf dilekçesi de temyiz dilekçesi olarak kabul edilmek suretiyle, davacı K3 vekili ve davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir. 2-5684 sayılı Sigortacılık Kanunu'nun uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan 6456 sayılı Kanun'la değiştirilen 30. maddesinin 12. fıkrasında; 5.000,00 TL'nin altındaki uyuşmazlıklar hakkında verilen hakem kararlarının kesin olduğu; 5.000,00 TL. ve daha üzerindeki uyuşmazlıklar hakkında verilen hakem kararlarına karşı kararın Komisyonca ilgiliye bildiriminden itibaren on gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere Komisyon nezdinde itiraz edilebileceği; 40.000,00 TL'nin üzerindeki uyuşmazlıklar hakkında itiraz üzerine verilen kararlar için temyize gidilebileceği belirtilmiştir. İhtiyari dava arkadaşı olan davacılardan davacı K3 lehine hükmedilen tazminata ilişkin karar, anılan yasanın yürürlüğünden sonra verildiğinden, miktar itibariyle davalı yönünden kesin niteliktedir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay'ca da temyiz isteminin reddine karar verilebileceğinden, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir. 3-Dava, trafik kazası sonucu oluşan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Desteğin ve hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa'dan alınan 1931 tarihli "PMF" cetvellerine göre saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi'nin çalışmalarıyla "TRH 2010" adı verilen "Ulusal Mortalite Tablosu" hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumu'nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı, özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda; diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içerdiği göz önüne alındığında, Dairemizce de tazminat hesaplamalarında TRH 2010 Tablosu'na göre bakiye ömür sürelerinin belirlenmesinin, güncel verilere ve ülkemiz gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir. Bu itibarla; tazminat hesaplamasında, TRH 2010 Tablosu'nun kullanılmasında bir isabetsizlik görülmemiştir. Davacı K3'ın hak kazanabileceği destek tazminatının hesaplanması için alınan ve İHH tarafından da karara esas kabul edilen 25.02.2019 tarihli aktüer ek raporunda; 01.06.2015 tarihli ZMSS Genel Şartları dahilinde, TRH 2010 Yaşam Tablosu'na göre ve %1,8 teknik faiz uygulanarak tazminat hesabının yapıldığı belirtilmiş olmakla birlikte, hesaplamaya ilişkin ayrıntılı cetvele raporda yer verilmediği görülmektedir ki rapor bu yönüyle denetime elverişli değildir. Diğer yandan; tazminat hesaplamasında, yeni ZMSSGŞ ve ekindeki cetvellere göre hesaplama yapılmış ise de, Anayasa Mahkemesi'nin 17.07.2020 tarih- 2019/40-2020/40 sayılı kararı ile; KTK'nun 90. maddesindeki "bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir" bölümündeki "bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda" ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Bu nedenle; destek tazminatı hesabında, yeni ZMSS Genel Şartları ekindeki cetvellerin kullanılması mümkün olmadığından ve %1,8 teknik faiz uygulaması da anılan cetvellerle getirildiğinden, artık uygulanması mümkün değildir. Tazminat hesaplamasının, %1,8 teknik faiz uygulanmadan yapılması gereklidir ki, esas alınan rapor bu yönüyle de yeterli bir rapor değildir. Açıklanan tüm bu hukuki ve maddi vakıalar karşısında; davalı sigortacı tarafından davacılara davadan önce ödendiği bildirilen 160.910,00 TL'lik toplam tazminattan her bir davacı hak sahibine ödenen miktarların tespiti için, gerekli belgelerin davalıdan temin edilmesinden sonra; davaya konu kazada ölen Adem'in hak sahibi olan tüm davacılar için, TRH 2010 Tablosu'na göre ve % 1,8 teknik faiz uygulanmadan (hesabın diğer unsurları aynı kalmak ve işlemiş/ işleyecek devre için 2019 yılı esas alınmak suretiyle) hesaplama yapılması; 2019 verileriyle yapılacak hesapla, tüm davacılar için belirlenen toplam tazminat miktarının, davalı poliçesindeki limiti (310.000,00 TL'yi) aşması halinde, KTK'nun 96.maddesi gereği garame hesabı ile her bir hak sahibinin (davacının) payına düşecek tazminat miktarının belirlenmesi; daha sonra da, her bir hak sahibi davacıya davadan önce ödenen bedellerin güncellenmiş değerinin, garameden paylarına düşen miktarlardan indirilmesi ile tazminatların hesap edilmesi için, konusunda uzman başka bir aktüerya bilirkişisinden rapor alınıp karar verilmesi (davacı K3 dışındaki davacılar için saptanan tazminatlar, UHH kararı davacı yanca itiraza konu edilmediği için kesinleştiğinden, yeniden hüküm kurulmadan ve davacı K3 için oluşan usuli kazanılmış hak da dikkate alınarak) gerekirken, eksik incelemeyle karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir. Kabule göre ise; karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT'nin 17/2.maddesi gereği, davacı K3 lehine hükmedilecek nisbi ücretin 1/5'i oranındaki ücret, tarifedeki maktu ücretin altında kaldığından, davacı için maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmeyişi de doğru değildir. Yine kabule göre; davacı tarafça yapılan itiraz ücreti 2.044,00 TL'nin yargılama giderleri içinde ve davadaki kabul red oranına göre davalıdan tahsiline karar verilmesi gerektiği halde, anılan bedelin hesapta dikkate alınmayışı da hatalıdır. SONUÇ : Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi'nin 23.11.2017 tarih, 2017/536 E.- 2017/849 K. sayılı ve 13.06.2019 tarih, 2019/1718 E.- 2019/1212 K. sayılı kararlarının KALDIRILMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına ilişkin temyiz dilekçesinin REDDİNE; (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı K3 vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA; dosyanın, İtiraz Hakem Heyeti'ne iletilmek üzere, hakem kararının saklanması kararını veren İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne gönderilmesine; peşin alınan harçların istek halinde temyiz eden davacı K3 ile davalıya geri verilmesine 22/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

5
HGK., E. 2020/547 K. 2020/924 T. 24.11.2020
Esas No.: 2020/547
Karar No.: 2020/924
Karar tarihi: 24.11.2020
YARGITAY İLAMI 1. Taraflar arasındaki "ihalenin feshi" isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, İzmir Bölge Adliye Hukuk Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince verilen alacaklı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, ihalenin feshi isteminin reddine, ihale bedelinin %10’u oranında para cezasının borçlulardan alınmasına ilişkin kararın borçlular vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda borçlu F1 Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden bozulmuş, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Hukuk Genel Kurulunca yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü: 3. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2/1. maddesinde, “…Bölge adliye mahkemelerinin kuruluşları, yargı çevreleri ve tüm yurtta göreve başlayacakları tarih, Resmî Gazetede ilân edilir.” düzenlemesine yer verilmiş ve 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edilerek bölge adliye mahkemeleri 20.07.2016 tarihi itibariyle fiilî olarak göreve başlamıştır. 4. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’a paralel olarak, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)'nun temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinde değişiklik yaparak istinaf ve temyiz ile ilgili hükümleri yeniden düzenleyen 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile İİK’ya eklenen geçici 7. maddeye göre, 5311 sayılı Kanun hükümleri Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra verilen kararlar hakkında uygulanır. 5. 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun’un 25. maddesi ile değişik İİK’nın 364. maddesinin 2. fıkrasına göre, temyiz yoluna başvurma ve incelemesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’na göre yapılır. 05.08.2017 tarihli ve 7035 sayılı Kanun’un 31. maddesi ile değişik HMK’nın 361. maddesinin 1. fıkrası uyarınca ise, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir. 6. Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesi kararının temyiz eden borçlu F1 Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekiline elektronik tebligat yolu ile tebliğ edildiği görülmektedir. 7. 28.02.2018 tarihli ve 7101 sayılı Kanun ile değişik 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 7/a maddesinin 1. fıkrasında (1/g) baro levhasına yazılı avukatlara tebligatın elektronik yolla yapılmasının zorunlu olduğu, 4. fıkrasında ise elektronik yolla tebligatın, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağı düzenlenmiştir. 8. Anılan maddeye dayanılarak hazırlanan ve 06.12.2018 tarihli 30617 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, elektronik ortamda yapılacak tebligata ilişkin usul ve esasları düzenleyen Elektronik Tebligat Yönetmeliği 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 9. Elektronik Tebligat Yönetmeliği’nin 3. maddesinde; "Elektronik tebligat: Tebligat Kanunu ve bu Yönetmeliğe uygun olarak elektronik ortamda yapılan tebligat, Elektronik tebligat adresi: F2 tarafından, gerçek kişiler için kimlik bilgileri, tüzel kişiler için ise tabi oldukları sistem bilgileri esas alınmak suretiyle tek ve benzersiz şekilde oluşturulan ve UETS’ye kaydedilen tebligat adresi, UETS: Tebligat Kanunu ve bu Yönetmelik uyarınca yapılan elektronik tebligat işlemlerini yürütmek amacıyla F2 tarafından kurulan, işletilen ve güvenliği sağlanan sistem, Zaman damgası: 5070 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde tanımlanan zaman damgası" olarak tanımlanmıştır. 10. 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nda ise "Zaman damgası: Bir elektronik verinin, üretildiği, değiştirildiği, gönderildiği, alındığı ve/veya kaydedildiği zamanın tespit edilmesi amacıyla, elektronik sertifika hizmet sağlayıcısı tarafından elektronik imzayla doğrulanan kaydı ifade eder." şeklinde belirtilmiştir. 11. Elektronik Tebligat Yönetmeliği’nin 5/ğ. maddesinde tebligatın elektronik yolla yapılması zorunlu olanlar arasında "Baro levhasına yazılı avukatlar" gösterilmiştir. Yönetmeliğin 6. maddesinde elektronik tebligat adresi alma zorunluluğuna tabi olanlar için yapılacak başvuru, 8. maddesinin 1. fıkrasında F2'nin başvurunun yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde elektronik tebligat adresini, gerçek kişiler için kimlik bilgilerini, tüzel kişiler için ise tabi oldukları sistem bilgilerini esas almak suretiyle tek ve benzersiz olacak şekilde oluşturacağı ve UETS’ye kaydedeceği, elektronik tebligatın hazırlanması ve muhataba ulaştırılmasını düzenleyen 9. maddesinde tebligat çıkarmaya yetkili makam ve mercinin, elektronik tebligat mesajını hazırlayarak, UETS’ye teslim edeceği, UETS'nin elektronik tebligat mesajını zaman damgasıyla ilişkilendirerek muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştıracağı, elektronik yolla tebligatın muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağı belirtilmiştir. 12. Görüldüğü üzere, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 7/a maddesinde muhatabın elektronik tebligatı tebellüğ etmiş sayılacağı tarihe ilişkin özel bir düzenleme yer almaktadır. Bu düzenlemeye göre "Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır." Bunun sonucu olarak elektronik tebligatta tebellüğ tarihi elektronik tebligatın muhatabın elektronik posta hesabına ulaştığı veya okunduğu tarih olmayıp, tebligatın muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonu olmaktadır. Böylelikle, muhatabın kayıtlı elektronik posta hesabını kontrol etmemek suretiyle tebliğin sonuçlarını geciktirmesi ihtimali söz konusu olmayacaktır. 13. 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 7/a maddesinin 4. fıkrasında yer alan düzenlemeye benzer bir düzenleme de 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 107/A maddesinin 2. fıkrasında yer almakta olup, "..Elektronik ortamda tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır..." şeklindedir. Bu düzenlemenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesinin 19.09.2019 tarihli ve 2018/144 esas sayılı kararında; itiraz konusu kuralın muhataplara öncelikle elektronik posta adreslerini belirli aralıklarla kontrol etme yükümlülüğü yüklediği, bu yükümlülüğe beşer günlük aralıklarla uyulduğu takdirde hukuki yollara başvuru süresi yönünden herhangi bir hak kaybı olmayacağı, muhatabın elektronik posta adresini her gün ya da beş günden daha az aralıklarla kontrol etmesi hâlinde ise tebliğin yapılmış sayılacağı tarihten de önce tebligattan haberdar olunacağı için süre yönünden bir hak kaybı yaşanmayacağı gibi bu sürenin birkaç gün daha uzamasının söz konusu olacağı belirtilerek düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmiştir. 14. Bu açıklamalar ışığında; Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyiz eden borçlu F1 Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekiline yapılan elektronik tebligatın incelenmesinde; "Tarih 11.03.2020 Muhatap hesabına teslim edilmek üzere UETS tarafından teslim alındı, 11.03.2020 Tebligat alıcı için ayrılmış tebligat alanına (hesabına) başarılı bir şekilde konuldu, 16.03.2020 Tebligat alıcının hesabına iletilmesine müteakip mevzuat gereği belirlenen süre sonunda otomatik olarak okundu sayıldı" şeklinde açıklamaların yer aldığı görülmektedir. 15. Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 9. maddesinde belirtildiği üzere UETS elektronik tebligat mesajını zaman damgasıyla ilişkilendirerek 11.03.2020 tarihinde muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştırmış olup, elektronik yolla tebligat muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağından Bölge Adliye Mahkemesi kararının 16.03.2020 tarihinde borçlu vekiline tebliğ edildiği, yasal süre geçtikten sonra 15.06.2020 tarihinde temyiz dilekçesi verildiği ve aynı tarihte harç yatırıldığı anlaşılmaktadır. 16. Hâl böyle olunca, borçlu vekilinin temyiz isteminin 5311 sayılı Kanun’la değişik İİK’nın 364. maddesinin 2. fıkrası ile HMK'nın 366. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanun’un 352. maddesi uyarınca süreden reddine karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Alacaklı vekilinin temyiz isteminin 5311 sayılı Kanun’la değişik İİK’nın 364. maddesinin 2. fıkrası ile HMK'nın 366. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanunun 352. maddesi uyarınca süre yönünden REDDİNE, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 24.11.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

6
2. HD., E. 2020/3716 K. 2020/5572 T. 10.11.2020
Esas No.: 2020/3716
Karar No.: 2020/5572
Karar tarihi: 10.11.2020
MAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Nafaka Arttırımı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı kadın tarafından açılan nafaka arttırımı talepli davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup, gerekçeli karar davalı erkek vekilinin elektronik posta hesabına 07.02.2020 tarihinde konulmuş, tebligat alıcısı tarafından aynı gün açılmış ve davalı erkek vekili tarafından 25.02.2020 tarihinde karar istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince, elektronik ortamda yapılan tebligatlarda, tebligatın muhatap tarafından açılıp okunması halinde; istinaf süresinin o tarihten itibaren başlayacağından bahisle, davalı erkek vekilinin istinaf başvurusunun, kanuni süre geçtikten sonra yapılması nedeniyle, 6100 sayılı HMK'nın 352. maddesi gereğince usulden reddine karar verilmiş, verilen karar davalı erkek vekilince temyiz edilmiştir. Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 9/6 maddesi gereğince; "Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır." Buna göre; davalı erkeğin elektronik posta hesabına 07.02.2020 tarihinde konulmuş olan mahkeme kararına karşı istinaf itirazı için iki haftalık yasal istinaf süresi 12.02.2020 tarihinden başlamış sayılmakla, 25.02.2020 tarihinde yapılan başvurunun süresinde sayılması gerekirken, hatalı değerlendirme ile istinaf başvurusunun kanuni süre geçtikten sonra yapıldığı kabul edilerek usulden ret kararı verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcın istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 10.11.2020

7
4. CD., E. 2020/20084 K. 2020/14352 T. 28.10.2020
Esas No.: 2020/20084
Karar No.: 2020/14352
Karar tarihi: 28.10.2020
akıl hastalığı • hayasızca hareketler MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hayasızca hareketler HÜKÜM : Mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. 1) Sanığın temyiz dilekçesinde, "Bipolar Bozukluk" tanısını içeren 02/12/2014 tarihli rapor sunması karşısında, suç tarihi itibariyle TCK'nın 32. maddesi uyarınca “akıl hastalığı nedeniyle, işbu dosyaya konu işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmış olup olmadığı” konusunda, yöntemince rapor alınarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, 2) 17/10/2019 gün ve 7188 sayılı Kanun'un 24. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 251. maddesinde Basit Yargılama Usulü düzenlenmiştir. Ancak bu düzenlemenin uygulanmasıyla ilgili olarak, 7188 sayılı Kanun'un 31. maddesiyle, 5271 sayılı CMK'ya eklenen geçici 5. maddenin (d) bendi ile; "01/01/2020 tarihi itibariyle kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz" hükmü getirilmiştir. Konuyu somut norm denetimi yoluyla inceleyen Anayasa Mahkemesi (25/06/2020, 2020/16, 2020/33; R.G. 19/08/2020, Sayı: 31218), sözü geçen geçici 5/d maddesindeki hükmün, "kovuşturma evresine geçilmiş" ibaresinin aynı bentte yer alan, "basit yargılama usulü" yönünden Anayasa'nın 38. maddesine aykırı görerek iptaline karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararında, hükme bağlanmış dosyalarla ilgili iptale karar verilmemiş ise de, 5271 sayılı Kanun'un 2/1-f maddesince hükme bağlanmış dosyalarla ilgili olarak kovuşturma evresinin kesinleşmeye kadar devam etmesi ve aynı Yasa'nın 251/3. maddesi gereği mahkumiyet hükmü verildiği takdirde sonuç cezadan dörtte bir indirim öngörülmesi, bu durumunda temyiz incelemesi devam eden dosyalar bakımından lehe düzenleme getirmesi karşısında, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararında; sanık lehine getirilen, yeni düzenlemenin, 7188 sayılı Kanun’un 31. maddesi gereğince, 5271 sayılı CMK’ya eklenen geçici 5. maddesiyle "kovuşturma evresine geçilmiş" dosyalar bakımından uygulanması gerektiğine işaret edildiğinden, temyiz incelemesi yapılan ve 5271 sayılı CMK'nın 251/1 maddesi kapsamına giren suçlar yönünden; Anayasa'nın 38. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nın 7 ve 5271 sayılı CMK'nın 251 vd. maddeleri gereğince yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu, Bozmayı gerektirmiş ve sanık ...’in temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 28/10/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

8
15. HD., E. 2020/1714 K. 2020/2652 T. 2.10.2020
Esas No.: 2020/1714
Karar No.: 2020/2652
Karar tarihi: 02.10.2020
Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen kararın temyizi üzerine Dairemizce kararın bozulması ve dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi üzerine, bu mahkemece; yukarıda tarih ve numarası yazılı olan, verilen kararın temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş duruşma talebi kabul edilerek 29.09.2020 tarihinde yapılan duruşmaya davacı vekili Avukat K1 ile davalı vekilleri Avukat K2 ve Avukat K3 geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: - KARAR - Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozmanın şumulü dışında kalarak kesinleşmiş olan cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün bulunmamasına, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle 4686 Sayılı Milletlararası Tahkim Kanunu'nun (MTK) 15. maddedeki düzenlemeler gözetilmek üzere hakem kararının iptâli talebi, Bölge Adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla uygun biçimde inceleme yapılıp, bir isabetsizlik bulunmaksızın karar verilmiş olmasına, Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun 15. maddesinde yer alan iptâl sebepleri ile sınırlı yapılan incelemede; dava şartları ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına ve özellikle tahkim yargılamasına konu uyuşmazlıkta 4686 sayılı Kanun'un 2. maddesi gereğince yabancılık unsurunun bulunması nedeniyle 805 sayılı Yasa'ya aykırılığın sözkonusu olmadığının anlaşılmasına göre; İİK 194/I. maddesinde acele haller müstesna olmak üzere müflisin davacı ve davalı olduğu hukuk davalarının duracağı ve alacaklıların 2. toplanmasından 10 gün sonra devam olunabileceği hükmünde acele haller istisna edilmiş olup, hakem kararının iptâli davalarının MTK 15/A maddesinde ivedilik ve öncelikle görülmesi gereken davalardan olduğunun belirtilmiş olması sebebiyle hakem kararının iptâli davaları acele haller kapsamına gireceğinden, İİK 194/1. maddesinin uygulanmamasında isabetsizlik bulunmamasına göre iptâl davasının davacısı F1 Taahhüt Grubu İnş. San. ve Tur. Tic. A.Ş. iflas idaresinin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 2.540,00 TL duruşma vekâlet ücretinin iptâl davasının davacısı şirketin iflas idaresinden alınarak Yargıtay'daki duruşmada vekille temsil olunan iptâl davasının davalısı F2 San. ve Tic. A.Ş'ye verilmesine, 6100 sayılı HMK 372. madde hükümleri gözetilerek dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 02.10.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

9
12. CD., E. 2019/6650 K. 2020/4485 T. 14.09.2020
Esas No.: 2019/6650
Karar No.: 2020/4485
Karar tarihi: 14.09.2020
Suç : Taksirle yaralama Hüküm : TCK’nın 89/4, 62/1, 52/2-4, 53/6. maddeleri uyarınca mahkumiyet Taksirle yaralama suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre sanığın bir nedene dayanmayan temyiz itirazlarının reddine, ancak; Sanığın idaresindeki araç ile gece vakti, aydınlatmalı yolda, meskun mahalde seyir halinde iken, olay yeri kontrolsüz kavşağa geldiğinde, kavşak aralığındaki “U dönüşü yapılamaz” trafik işaret levhasına rağmen U dönüşü yapmak istediği sırada, seyrine göre sağ taraftan kavşağa giren katılan idaresindeki motosiklet ile kavşak içinde çarpıştığı ve şikayetçi olan bir kişinin nitelikli, bir kişinin ise basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralanmasına asli kusurlu olarak neden olduğu olayda; idaresindeki otomobille seyir halindeyken, trafik kurallarını dikkate almayarak, yasak levhasına rağmen U dönüşü yaparak kazaya neden olan sanık hakkında bilinçli taksir koşullarının oluştuğu ve bu nedenle cezasında TCK'nın 22/3. maddesi gereğince arttırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi; Kanuna aykırı olup, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, ceza miktarı yönünden CMUK 326/son maddesi gereğince sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına 14.09.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

10.
HGK., E. 2017/1040 K. 2020/240 T. 4.3.2020
Esas No.: 2017/1040
Karar No.: 2020/740
Karar tarihi: 04.03.2020
TÜRK MİLLETİ ADINA 1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Eskişehir 1. Aile Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 28.06.2013 tarihli dava dilekçesinde, tarafların boşandıklarını, düğünde takılan 18 adet bilezik, 1 adet küpe, 2 adet yüzük, 11 adet küçük altının davalı tarafından alındığını, davalının müvekkiline Sincan ilçesinde alınan ev için kullanıldığını beyan ettiğini, altınların davalıdan talep edilmesine rağmen verilmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile altınların aynen, mümkün olmadığı takdirde bedelleri olan 20.000TL’nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 11.11.2013 tarihli cevap dilekçesinde, düğünde 5 adeti müvekkiline ait olmak üzere toplam 12 adet bilezik takıldığını, ziynet eşyalarının düğün ve ev eşyasının alımına ilişkin borçlar, çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları ile ortak giderler için davacının onayı ile kullanıldığını, davacının beyanlarının gerçek durumu yansıtmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. Eskişehir 1. Aile Mahkemesinin 11.03.2014 tarihli ve 2013/495 E., 2014/189 K. sayılı kararı ile; Sincan ilçesindeki evin, evlilikten 1-2 yıl sonra alındığı, tüp bebek tedavisinin ise evlilikten 7-8 yıl devam eden süreçte gerçekleştiği, arabanın ise son olaydan önce alındığı ileri sürüldüğünden, davacıya düğünde takılan ziynet eşyasının karşı beyanlarla da tespit edildiği üzere 7 adet bilezik ve 1 adet yüzük olduğu, bunun dışında talep edilen ziynet eşyalarının düğünde değil de düğün sonrası edinildiği veya düğünden önce kişisel eşya olarak var olduğu ileri sürülmediğinden 7 adet bilezik ve 1 adet küpenin düğün borçları ve ev eşyalarının alımında bozdurulduğu, bu konuda davacının rızasının geri alınmamak üzere kocaya bağış şeklinde verildiği hususunun ispatının davalıya düştüğü, ancak buna ilişkin dosya kapsamında bir delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, 8.568,00TL değerinde 7 adet 22 ayar 18 gr bileziğin ve 129.00TL değerince 1 adet 14 ayar 3 gr yüzüğün aynen iadesine, mümkün olmadığı takdirde 8.697TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Eskişehir 1. AileMahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.05.2015 tarihli ve 2014/14238 E., 2015/8430 K.sayılı kararı ile; Davalının tüm davacının diğer temyiz itirazlarının reddi ile, “… Ancak; Dava konusu uyuşmazlık, düğünde takılan ziynet eşyalarının davalı kocadan istirdatı talebine ilişkindir. Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, para kim tarafından takılırsa takılsın, aksine bir anlaşma bulunmadıkça kadına bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu eşyaların iade edilmemek üzere kocaya verildiği, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup müşterek ihtiyaçlar için harcandığı hususu davalı tarafça kanıtlandığı takdirde, koca bu eşyaları iadeden kurtulur. Somut olayda, davalı koca, davacı kadının talep ettiği ziynetlerin, evliliğin devamı sırasında, düğün borçları ve çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları için harcandığını savunmuş, ancak davacı kadının bunları iade edilmemek üzere rıza ile verdiğini kanıtlayamamıştır. Hâl böyle olunca mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, davalı kocanın, müşterek ihtiyaçlar için harcanan ziynetlerin, rızayla ve iade şartı olmaksızın kendisine verildiğini ispatlayamadığı, bu nedenle dava konusu ziynetleri iadeyle mükellef olduğu hususu tartışmasızdır. Ne var ki; HMK’nın 188. maddesi gereğince “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerektirmez.” Davalı taraf cevap dilekçelerinde, düğünde toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmiştir. Bu durumda, düğünde davacı kadına 12 adet bilezik takıldığı hususu çekişmeli olmaktan çıkmıştır. Öyle ise mahkemece, bu ilkeler gözetilip, davalının, davacı kadına takılan bileziklerin adedi konusundaki ikrarı da dikkate alınıp, toplam 12 adet bilezik üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu davalının düğün sırasında takıldığını kabul ettiği 5 adet bilezik dikkate alınmadan, sadece 7 bilezik üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle kararbozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Eskişehir 1. Aile Mahkemesinin 22.10.2015 tarihli ve 2015/692 E., 2015/716 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında “…Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 28/12/2006 tarih 10209-18598 sayılı içtihadında belirtildiği üzere düğünde damada hediye olarak takılan 5 adet bileziğin kadına bağışlanıp bağışlanmadığı hususu davacı tarafından dile getirilmediği gibi bu yönde davalının bir beyanı mevcut olmadığı 12 adet bileziğin evlilik birliğinin devamı sırasında düğün borçları ve çocuk edinmek için yapılan tedavi masrafları için harcadığı beyanı göz önüne alınarak davalının 12 adet bilezik hususunda beyanı 5 adet davalıya hediye olarak takıldığından ve düğün sonrası davacı kadına bağışlanma hususu ortaya konulmadığı…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Davalı vekilinin cevap dilekçesinde düğünde 5 adedi müvekkiline ait olmak üzere toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmesi karşısında, bu beyanın mahkeme önünde ikrar sayılarak 12 adet bilezik üzerinden davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği gerektiği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. 13. Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1529). Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe ve yüzük gibi takılar, ziynet eşyası olarak kabul edilmektedir (Sağıroğlu, M.Ş.: Ziynet Davaları, İstanbul 2013, s.3). 14. Kadına özgü ziynet eşyaları; eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. 15. Hukuk Genel Kurulunun 05.05.2004 tarihli ve 2004/4-249 E. ve 2004/247 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir. 16. Bu noktada “kişisel mal” kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 220.maddesinde; “Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevi tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” kişisel mal olarak sayılmış olup,aynı Kanun’un 222/1. maddesinde; “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” şeklindeki düzenleme ile de ispat yükünün kime ait olduğu hususu gösterilmiştir. 17. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.187/1). Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz (HMK m. 187/2). 18. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E. ve 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. 19. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde; "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." şeklinde belirtildiği gibi, usul hukukun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, 6100 sayılı HMK'nın 190. maddesinde de; "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir." şeklinde hüküm altına alınmıştır. 20. Yukarıda bahsedilen düzenlemelerden hareket edildiğinde, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Olağan olan kadına özgü ziynet eşyalarının kadın eşin himayesinde bulunmasıdır. Bunun aksini iddia eden kadın eş iddiasını ispatla mükelleftir. Ziynet eşyası davasında dava konusu altınların varlığı ve bu altınların kadın eşte olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmalıdır. 21.Önemle vurgulamak gerekir ki kesin delil, yanları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. 22. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m. 236; HMK m.188), senet (HUMK m. 287; HMK m. 193), yemin (HUMK m. 337; HMK m. 228) ve kesin hükümdür (HUMK m. 237; HMK m. 303 ). 23. İkrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü maddi olayın doğru olduğunu kabul etmesidir. HUMK'nın 236. maddesine göre, ikrar eden taraf aleyhine kesin delil teşkil eder. HMK’nın 188.maddesi de benzer düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemenin 1. fıkrası; “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerektirmez” Şeklindedir. 24. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, kadına özgü ziynet eşyası niteliğindeki bilezik eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu ilkeden hareketle, davalı erkeğin düğünde toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmiş olması karşısında, bu beyanın 6100 sayılı HMK’nın 188. maddesi gereğince mahkeme önünde ikrar kabul edilmesi gerekir. Bu durumda, düğünde davacı kadına 12 adet bilezik takıldığı hususu çekişmeli olmaktan çıkacaktır. O hâlde mahkemece bu bilezikler yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerekir. 25. Diğer yandan, Özel Daire bozma kararının 6. bendinin 1. satırında yer alan “para” kelimesinin dava konusu uyuşmazlık yalnızca bileziklere ilişkin olduğundan 6100 sayılı HMK’nın 24. maddesinde belirtilen tasarruf ilkesi gereğince bozma kararından çıkarılması gerekir. 26. Mahkemece açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirme yapılarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 27. Nitekim Özel Daire de bozma kararında aynı hususa işaret etmiştir. 28. Bu durumda direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki belirtilen bu ilâve gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1. Özel Daire bozma kararının 6. bendinin 1. satırında yer alan “para” kelimesinin bozma kararından ÇIKARILMASINA (III - 25), 2. Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.03.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.

11
11. HD., E. 2019/3048 K. 2020/1093 T. 10.2.2020
Esas No.: 2019/3048
Karar No.: 2020/1093
Karar tarihi: 10.02.2020
TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 14/01/2019 tarih ve 2019/4 E- 2019/27 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi'nce verilen 06/05/2019 tarih ve 2019/620 E- 2019/281 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi K1 tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, keşidecisi F1 PVC Plastik İnşaat Yapı Malzemeleri San. ve Tic. Ltd. Şti, çek numarası N1, çek seri nosu UE N2 nolu, F2bank Cumhuriyet Şubesi’ne ait çekin davacı tarafından kaybedildiğini, kaybolan çekle ilgili çek iptali davası açıldığını ve mahkemece ihtiyati tedbir olarak ödemeden yasaklama kararı verildiğini, davalının müvekkili davacının elinden rızası dışında çıkan davaya konu çeki kötüniyetli olarak elinde bulundurduğunu, taraflar arasında ticari ilişki bulunmadığını ileri sürerek çekin istirdatına ve davacının meşru hamil sıfatıyla alacaklı olduğunun ve müvekkili ile çeki arasındaki ticari ilişkiden dolayı aldığı keşidecinin söz konusu çekte lehtar davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, çekin davacı tarafından borca karşılık davalıya ciro edilerek verildiğini, davacının iddiasını kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlaması gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesince, davanın 7155 sayılı Yasanın 20. maddesi ile 6102 sayılı TTK'nın 5. maddesine eklenen 5/A maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra açıldığı, bu maddeye göre çek istirdadına ilişkin eldeki davada arabulucuya müracaat edilmesinin dava şartı olduğu, bu husus yerine getirilmeden dava açıldığı gerekçesiyle HMK’nın 115/2 maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi’nce, çek istirdadı davasının aynı zamanda bir alacak davası olduğu, TTK’nın 797. maddesine göre talepte bulunulması nedeniyle mutlak ticari dava olduğu, bu nedenle TTK’nın 5/A maddesi gereğince arabulucuya müracaat edilmeden dava açılmasının mümkün olmadığı, menfi tespit davaları yönünden arabulucuya müracaat edilip edilmeyeceği hususu uygulamada tartışmalı olmakla birlikte menfi tespit davasında, davalının alacak iddiası bulunduğundan arabulucuya tabii olması gerektiği, menfi tespit davası devam ederken borç tahsil edildiğinde davanın re'sen istirdat davasına dönüştüğü, bu sebeple menfi tespit davasının bir alacak iddasını da içerdiği, aksi takdirde re'sen istirdat davasına dönen menfi tespit davasında yargılamanın ortasında arabulucuya gidilmesine karar verilmesi sonucunu doğacağı, bunun usul ekonomisine de uygun düşmeyeceği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 792. maddesi kapsamında açılan çek istirdadı ve dava konusu çek nedeniyle davalıya borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece dava türü itibarıyla arabulucaya müracaat edilmesinin dava şartı olduğu gerekçesiyle HMK’nin 115/2 maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir. Davanın 7155 sayılı Yasa'nın 20. maddesi ile TTK’nın 5. maddesine eklenen 5/A maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra açıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Bahse konu maddeye göre TTK’nin 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Eldeki davada uyuşmazlık, TTK’nin 792. maddesine göre açılan çek istirdadı davasında ve menfi tespit davasında arabulucuya başvurmanın dava şartı olup olmadığı hususunda toplanmaktadır. TTK’nin 792. maddesi “Çek, herhangi bir suretle hamilin elinden çıkmış bulunursa, ister hamile yazılı, ister ciro yoluyla devredilebilen bir çek söz konusu olup da hamil hakkını 790'ıncı maddeye göre ispat etsin, çek eline geçmiş bulunan yeni hamil ancak çeki kötüniyetle iktisap etmiş olduğu veya iktisapta ağır bir kusuru bulunduğu takdirde o çeki geri vermekle yükümlüdür” şeklindedir. Anılan madde hükmüne göre açılan davada davacının talebi, bir miktar paranın ödenmesi, alacak veya tazminat değil kıymetli evrak olarak çeki haksız olarak elinde bulundurduğu iddia edilen hamilden çekin iadesidir. Bu itibarla TTK’nin 792. maddesi kapsamında açılan çek istirdadı davasında arabulucuya başvurmak dava şartı değildir. Bu itibarla ilk derece mahkemesinin ve bölge adliye mahkemesinin çek istirdadı davasında arabulucuya başvurulmasının dava şartı olduğu yönündeki değerlendirmeleri yerinde değildir. Davada diğer talep olan davacının çek nedeniyle davalıya borçlu olmadığının tespiti talebinin yani menfi tespit davasının arabuluculuk dava şartına tabi olup olmadığı hususuna gelince, menfi tespit davasında davacı, davalıya borçlu olmadığının tespitini istemekte, buna karşın davalı taraf davacının borçlu olduğunu savunmaktadır. Netice itibarıyla mahkeme menfi tespit davasında davacının borçlu olup olmadığının tespiti ile birlikte davalının da alacaklı olup olmadığının tespitini yapacaktır. Şu halde menfi tespit davasında dava konusunun bir miktar alacağa ilişkin olduğu açık olup 7155 sayılı Yasa'nın 20. maddesi ile TTK’nin 5. maddesine eklenen 5/A maddesi kapsamında menfi tespit davasında arabulucuya başvurmak dava şartı ise de arabuluculuk dava şartına tâbi olmayan çek istirdadı davası ile birlikte açıldığından eldeki davada menfi tespit talebi de arabulucuk dava şartına tâbi olmayacaktır. Bu durumda mahkemece işin esasına girilip bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu yönden bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK'nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 10/02/2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Dava, menfi tespit ve çek istirdadı taleplerine ilişkindir. Bilindiği üzere, 7155 sayılı Yasanın 20 nci maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa (TTK) eklenen 5/A maddesi uyarınca TTK’nın 4 ncü maddesi ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, yalnız konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurmak dava şartıdır. Bu hükmün lafzından ve gerekçesinden açıkça anlaşıldığı üzere, tüm ticari davalar için değil sadece bir miktar paranın tahsili talepli alacak ve tazminat davaları açılmadan önce arabulucuya başvuru dava şartı olarak düzenlenmiştir. Diğer bir ifade ile Kanun Koyucu arabulucuya başvurunun bir dava şartı olarak aranacağı dava türlerini örnek olarak vermeyip, açık bir şekilde sınırlı sayıda belirterek sadece alacak ve tazminat davaları ile sınırlı tutmuştur. Kanaatimce Kanun Koyucu “…ticari davalardan…” ve “…yalnız..” ibarelerini bu sınırlamayı belirtmek için kullanmıştır. Menfi tespit davası ise İİK m. 72 hükmü ile düzenlenen kendine özgü bir dava türü olup, konusu bir miktar paranın veya tazminatın ödenmesi değildir. O nedenle alacak davasının bir türü gibi değerlendirmek hatalı olmaktadır. Şöyle ki, Menf’i tespit davasında mahkemenin davacının borçlu olup olmadığının tespitini yapmasının, davalının alacaklı olup olmadığının tespiti sonucunu doğurması bu davanın bir miktar paranın ödenmesine ilişkin alacak davası niteliğinde olduğunu göstermez. Zira menf’i tespit davası sonunda bir miktar paranın tahsiline karar verilmemektedir. Eğer davacı davasını ispat ederse olumsuz tespit kararı verilmektedir. Ayrıca belirtmek gerekirse, mevcut düzenleme uyarınca arabulucuya başvurulmasının menfi tespit davası için bir dava şartı olarak kabul edilmesinin bazı sakıncaları da bulunmaktadır. Şöyle ki, bilindiği üzere menf’i tespit davaları genellikle başlatılan veya başlatılması muhtemel icra takipleri nedeniyle açılmaktadır. Arabulucuya başvurunun dava şartı olarak kabul edilmesi durumunda, arabulucu sürecinde takip devam edeceğinden borçlu daima haciz baskısı altında olacak, alacaklı ise bir an önce alacağına kavuşmak arzusu ile hacizlere başlayacaktır. Oysa borçlu olmadığını düşünen takip borçlusunun bir an evvel dava açıp takibin devamını önlemek için tedbir talep etmekte menfaati bulunmaktadır. Diğer taraftan arabuluculuk süresince başlatılan veya başlatılacak icra takibinin duracağı yönünde bir hüküm bulunmadığına göre, menfi tespit davası açılmadan önce arabulucuya başvurunun dava şartı olarak kabul edilmesi silahların eşitliği prensibine de aykırılık oluşturacaktır. Birlikte açılan diğer dava ise TTK m. 792 hükmüyle düzenlenen çek istirdadı davasıdır. Bu dava ile İİK m. 72 hükmüyle düzenlenen menf’i tespit davası birbirinden farklı dava türleri olup, birlikte açılan bu davaların birlikte görülmelerini zorunlu kılan bir kanun hükmü bulunmamaktadır. O nedenle, dava şartı yönünden, birlikte açılan bu iki davadan birini diğerinin kaderine bağlı kılmanın da hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Eğer, arabulucuya başvurmak davalardan biri için dava şartı diğeri için dava şartı sayılmaz ise yapılması gereken davaların tefrik edilmesi ve buna göre görülmeleridir. Hal böyle olunca, hem menf’i tespit davasının alacak davası niteliğinde olmadığı ve dolayısıyla mevcut düzenleme kapsamında menf’i tespit davası açılmadan önce arabulucuya başvurulmasının bir dava şartı sayılmasının doğru olamayacağı görüşünde olduğumdan, hem de TTK m. 792 hükmü ile düzenlenen çek istirdadı davası ile İİK m. 72 hükmü ile düzenlenen menf’i tespit davasının birlikte görülmelerini zorunlu kılan bir hüküm bulunmadığından, menf’i tespit davasında dava konusunun bir miktar alacağa ilişkin olduğu ve dolayısıyla menf’i tespit davasında da arabulucuya başvurunun bir dava şartı olduğu, ancak çek istirdadı davası ile birlikte açılması nedeniyle eldeki davada menfi tespit talebinin de arabuluculuk dava şartına tabi olmayacağı şeklindeki sayın çoğunluğun benimsediği gerekçeye katılmamaktayım.

13
10. CD., E. 2019/3222 K. 2019/7710 T. 5.12.2019
Esas No.: 2019/3222
Karar No.: 2019/7710
Karar tarihi: 05.12.2019
Mahkeme : BANDIRMA 3. Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Kenevir ekme Hüküm : Mahkûmiyet Dosya incelendi. GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Sanığa ait ağılda dikili olarak ele geçirilen farklı boylarda toplam 30 kök kenevirden olgunlaştıklarında elde edilecek esrarın, sanığın kişisel kullanımı için gerekli miktardan çok fazla olacağı, Dairemizin genel uygulamalarına göre, ticari amaçla ekildiklerine ilişkin başka delil yoksa 20 köke kadar dikili kenevirin kişisel kullanım kapsamında ekildiğinin kabul edilebileceği dikkate alınarak, sanığın eyleminin 2313 sayılı Yasanın 5. fıkrasının 1. cümlesinde düzenlenen esrar elde etmek amacıyla kenevir ekme suçunu mu yoksa aynı fıkranın 2. cümlesinde düzenlenen münhasıran kendi kullanımı için kenevir ekme suçunu mu oluşturduğuna ilişkin delilleri tartışma ve değerlendirme görevinin suç tarihinden önce 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla 2313 sayılı Kanunun 23. maddesinde yapılan değişiklikle birlikte, üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilip görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla hüküm kurulması, Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddeleri uyarınca sonuç ceza yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 05.12.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

14
HGK., E. 2016/1419 K. 2019/1183 T.14.11.2019
Esas No.: 2016/1419
Karar No.: 2019/1183
Karar tarihi: 14.11.2019
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Taraflar arasındaki “ itirazın iptali ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 9. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 08.04.2014 tarihli ve 2013/369 E., 2014/146 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 11.11.2015 tarihli ve 2014/16944 E., 2015/32085 K. sayılı kararı ile; “...A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı, davalı bankada çalıştığını, 1475 sayılı Yasaya 4447 sayılı Yasa ile eklenen 5. bendi uyarınca kıdem tazminatına hak kazandığını, SGK'dan aldığı belgeyi davalı bankaya bildirdiğini, kıdem tazminatının ödenmemesi sebebi ile yapılan icra takibine itirazın iptali ile takibin devamını talep etmiştir. B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davacının başka bir bankada çalışmak için işten ayrıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının davalı bankadaki görevi devam ederken dava dışı banka ile iş sözleşmesi imzaladığı, davacının amacının kıdem tazminatı alarak başka bir yerde çalışmak olduğu, davacı tarafın işten ayrıldığı tarihteki amacının aktif iş hayatını sonlandırmak olmadığı ve bu nedenle kıdem tazminatı talep edemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. D) Temyiz: Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir. E) Gerekçe: Davacının iş akdini feshettiği tarihte, yaş hariç emeklilik koşullarını taşıdığı ve 1475 sayılı Yasanın 14/5.maddedeki koşulların oluştuğu tartışmasızdır. Davacı yasal hakkını kullanmıştır. Fesihten once başka bir işyeri ile görüşmesi kötüniyet olarak değerlendirilemez. Bu nedenle yaş hariç emeklilik koşullarını taşıyan davacının kıdem tazminatının tahsiline yönelik icra takibinde davalı borçlunun itirazının iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddi hatalıdır...” gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, işçilik alacağının tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali ile icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; davalı iş yerinde çalışmakta olan müvekkilinin iş sözleşmesini yaş şartı dışında emeklilik koşullarını sağlaması nedeniyle 1475 sayılı Kanunun 14/5. maddesi gereğince feshettiğini ancak yasa gereği ödenmesi gereken kıdem tazminatının davalı işverence ödenmediğini bu sebeple alacağın tahsili amacıyla İstanbul 30. İcra Müdürlüğünün 2013/11238 E. sayılı dosyası kapsamında ilamsız icra takibi başlattıklarını, ancak davalı-borçlu bankanın haksız itirazı sonucunda takibin durduğunu ileri sürerek davalının itirazının iptaline, haksız ve kötü niyetli olarak itiraz eden davalı borçlu aleyhine icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; iş sözleşmesini 1475 sayılı Kanunun 14/5. maddesi gereğince feshettiğini bildiren davacının, iş yerinden ayrılmasına müteakip başka bir bankada çalışmaya başladığını, salt şekilsel olarak ilgili kanun maddesine dayanılmasının davacının gerçek iradesini göstermeyeceğini, istifanın başka bir iş yerinde çalışmak amacıyla yapıldığının açık olduğunu belirterek fesih hakkı kötüye kullandığından kıdem tazminatı talep edemeyeceğini beyanla davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; davacının davalı bankada çalıştığı dönemde 29/01/2013 tarihinde F1bank A.Ş. ile iş görüşmesi yaptığı, 26/02/2013 tarihinde sözleşme imzaladığı ve davalı bankadaki çalışması sona erdikten sonra 04/03/2013 tarihinde F1bank A.Ş.'de müdür yardımcısı olarak göreve başladığı, dolayısıyla davalı bankadaki görevi devam ederken dava dışı banka ile iş sözleşmesi imzalayan davacının aktif iş hayatını sonlandırma gayesinin bulunmadığı, amacının kıdem tazminatı alarak başka bir iş yerinde çalışmak olduğu bu nedenle kıdem tazminatı talep edemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece; ilk kararda bildirilen gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 1475 sayılı Kanun’un 14/5. maddesinde düzenlenen koşulları taşıması sebebiyle işten ayrılan davacı işçinin fesihten önce başka bir iş yeri ile sözleşme imzalamış olmasının hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre kıdem tazminatının tahsiline yönelik icra takibinde davalı borçlunun itirazının iptaline karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Bilindiği gibi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlaklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlak, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlak kuralları, günün âdet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M. / Sarı, S.: Türk Özel Hukuku, 6. Baskı, İstanbul 2011, s. 226-227). Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır. TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225). TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s.225). Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrası herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır. Dürüstlük kuralından sonra uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken yasal düzenlemeler ve ilkelere gelince; Davacı 1475 sayılı Kanunun 14. maddesinin 1. fıkrasının 5 numaralı bendi gereğince eldeki davada kıdem tazminatı isteminde bulunmuştur. 4447 sayılı Yasanın 45. maddesi ile 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasına 25.08.1999 tarihinde eklenen 5 numaralı bendinde, 506 Sayılı Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun geçici 81. maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle feshedilmesi hâlinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödeneceği hükme bağlanmıştır. Anılı 4447 sayılı Kanun, 506 sayılı Kanun’un 60. maddesini değiştirmiş ve Yasanın yürürlük tarihinden sonra ilk kez sigortalı olanların emeklilik yaşı ile prim ödeme gün sayılarını yükseltmişken getirdiği geçici 81. madde ile, yürürlülük tarihinde sigortalı olanlar için bu koşulları aramamış, yaş ve prim ödeme gün sayısı yönünden kademeli bir geçiş öngörmüştür. 1475 sayılı İş Kanununa eklenen bu hüküm ile, 506 sayılı Kanun’un 60. ve geçici 81. (ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 28. md.) maddesi uyarınca ağırlaştırılan emeklilik koşulları karşısında, kıdem tazminatına emeklilik nedeniyle hak kazanılmasının koşulları yumuşatılmış, işçilerin adı geçen hükümlere göre yaşlılık aylığı hakkını elde edememelerine karşın kıdem tazminatı alabilmelerine olanak tanınmıştır. Başka bir ifadeyle, işçilere 506 sayılı Kanun’un saklı tutulmuş olan geçici 81. maddesinde yer alan “yaş koşulları aranmaksızın sadece bu maddede yer alan sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayılarını tamamlamaları koşuluyla, kendi istekleri ile iş akdini feshetmeleri hâlinde de kıdem tazminatı ödeneceği hükme bağlanmıştır (Süzek, S. : İş Hukuku, 18. Baskı , İstanbul 2019, s. 735). 1475 sayılı Kanun’un 14. maddesinde, 506 sayılı Kanunun geçici 81. maddesinin bentleri arasında ayrım öngörülmeden tamamına atıf yapılmıştır. Dolayısıyla işçiler bu maddede yer alan en az sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısını doldurmaları hâlinde iş sözleşmesini feshederek kıdem tazminatı alabilirler. Geçici 81. maddede yaş hariç en az sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı 15 yıllık sigortalılık süresi ve 3600 gün prim ödeme koşulunun sağlanması ile (C) bendinde öngörülmüştür. İşçinin 1475 sayılı Kanunun 14/1,5 hükmünden yararlanmak koşuluyla iş akdini feshetmesi ve kıdem tazminatı alması onun aynı veya başka bir işverene ait iş yerinde çalışmasına bir engel oluşturmaz. Bu durum işçinin Anayasanın 48. maddesinde ifadesini bulan çalışma hakkının bir gereğidir ( Süzek, s. 736). Gerçekten de, işçinin emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini feshetmesinden hemen sonra yeni bir işte çalışmaya başlaması ve öncesinde iş görüşmeleri yapmış olması hakkın kötüye kullanılması olarak düşünülemez. Nitekim fesihten kısa bir süre sonra yeniden çalışmasını gerektirecek durumlar ortaya çıkabileceği gibi işçinin bu hakkını kendisi için daha olumlu sonuçlar doğurabileceğini düşündüğü bir başka iş yerinde çalışma amacı ile de kullanması mümkündür. 1475 sayılı Kanunun 14/1, 5. maddesindeki düzenleme ile kanun koyucunun amacının işçinin çalışma hayatını aktif şekilde sonlandırması olduğundan bahsedilemez. Kanunda sigortalılık ve prim ödeme gün sayısına ilişkin şartları taşıyan işçi, kendisi için çalışma koşullarının daha olumlu olduğunu düşündüğü bir iş yerinde çalışma amacı ile bu hakkını kullanması Medeni Kanun’un 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralına aykırılık olarak kabul edilemez. İşçinin hangi amaçla bu hakkı kullandığı, kıdem tazminatına hak kazanması açısından önem arz etmemektedir. Somut olaya gelince, Sosyal Güvenlik Kurumunun 07.02.2013 tarihli yazısından 15 yıl sigortalılık süresi ile 3600 prim ödeme gün sayısını doldurduğu anlaşılan davacının, işverene ibraz ettiği 13.02.2013 tarihli dilekçesinde yaş hariç emeklilik koşullarını sağladığı, bu nedenle 28.02.2013 tarihi itibariyle iş yerinden ayrılmak istediğini bildirdiği anlaşılmaktadır. Davalı işveren tarafından dosyaya sunulan 28.02.2013 tarihli “işten ayrılış çalışan anket formunda” davacı işten ayrılış sebebi olarak terfi edemediğini belirtmiş, açıklamalar kısmında her yıl olduğu gibi bir yıl daha bekleyemeyeceğine (2010-2011 yılsonu performans kaleminde talep edildiği hâlde) değinmiş, yine ayrılma kararı almadan önce sorununuzu paylaştınız mı sorusuna yönetim ile paylaştım cevabını verirken ne kadar zaman önce paylaştınız sorusunu ise 3-6 ay kadar önce olarak cevaplandırmıştır. Öte yandan dava dışı F1bank A.Ş.’nin 11.12.2013 tarihli yazısından davacının davalı bankada çalışmaya devam ederken 29.01.2013 tarihinde dava dışı banka ile iş görüşmesi yaptığı, 26.02.2013 tarihinde iş sözleşmesi imzaladığı ve 04.03.2013 tarihinde ise müdür yardımcısı olarak göreve başladığının bildirildiği görülmüştür. Mahkemece davacının iş görüşmesi yapıp ardından sözleşme imzaladığı dava dışı bankada çalışmak için işten ayrıldığı, gerçek iradesinin iş hayatını aktif olarak sonlandırmak olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnildiği anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, Kanunda tanınan bu hakkın amacı, iş yerinde çalışarak yıpranmış olan ve bu arada sigortalılık yılı ile prim ödeme süresine ait yükümlülükleri tamamlamış olan işçinin, emeklilik için bir yaşı beklemesine gerek olmadan iş sözleşmesini sonlandırabilmesine imkân tanımaktır. Davacının, kanunun kendisine verdiği yasal hakkını kullanması nedeniyle başka bir iş için görüşmesi ve iş yerinden ayrıldıktan sonra çalışmaya başlaması hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez. Nitekim Anayasanın 48. maddesi gereği, herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Hemen burada davacının dava dışı banka ile sözleşme imzalamış olması hususu üzerinde durulmalıdır. Somut olayımızda 13.02.2013 tarihli fesih bildirimi ile davacı, 28.02.2013 tarihinde işten ayrılacağını açıklamıştır. Dava dışı F1bank A.Ş. ile iş sözleşmesi 26.02.2013 tarihinde imzalanmıştır. Dolayısıyla sözleşmenin imzalandığı tarih, davalı iş yerinden ayrılma iradesinin açıklandığı 13.02.2013 tarihinden sonradır. Bunun yanı sıra davacı işçi, işten ayrılış çalışan anket formunda ayrılma nedenini terfi edememe olarak belirtmiş, sorununu aylar öncesinden yönetimle konuştuğunu da bildirmiştir. Bu durum karşısında davacı işçinin yasanın tanıdığı imkân doğrultusunda fesih hakkını kötüye kullandığından bahsedilemez. Nitekim Kanunun tanıdığı bu hakkı, kendisi için daha olumlu çalışma koşulları sağlayabilecek bir işte çalışmak amacıyla kullanması dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmez. O hâlde, mahkemece tüm bu olgular karşısında davacının davasının kabulü ile kıdem tazminatının tahsiline yönelik icra takibinde davalı borçlunun itirazının iptaline karar verilmesi gerekirken davanın reddi doğru olmamıştır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının davalı iş yerinden ayrılmadan önce başka bir banka ile iş sözleşmesi imzalayarak dürüstlük kuralına aykırı davrandığı, fesih hakkı kötüye kullandığından kıdem tazminatı talep edemeyeceği gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Öyleyse, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.11.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi. KARŞI OY Davacı vekili, müvekkilinin, davalı iş yerinde çalışmaktayken iş sözleşmesini yaş şartı dışında emeklilik şartlarının oluşması nedeniyle feshettiği hâlde kıdem tazminatının davalı işverence ödenmediğini iddia ederek icra takibinde bulunduğunu ancak, davalı borçlunun haksız itirazı sonucunda takibin durduğunu ileri sürerek, davalının itirazının iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili ise, davacının iş yerinden ayrılmasını müteakip başka bir bankada çalışmaya başladığını, salt şekilsel olarak ilgili kanun maddesine dayanılmasının davacının gerçek iradesini göstermeyeceğini, istifanın başka bir iş yerinde çalışmak amacıyla yapıldığının açık olduğunu ve fesih hakkının davacı tarafça kötüye kullanıldığını, kıdem tazminatını talep edemeyeceğini, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Yerel mahkeme kararında, davacının işten ayrıldığı tarihteki amacının aktif iş hayatını sonlandırmak olmadığı, bu nedenle kıdem tazminatı talep edemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Davacı tarafın temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ise davacının iş akdini feshettiği tarihte yaş hariç emeklilik şartlarını taşıdığı ve yasal şartların oluştuğu, davacının yasal hakkını kullandığı, fesihten önce davacının başka bir iş yeriyle görüşmesinin kötü niyet olarak değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle yerel mahkeme kararını oyçokluğuyla bozmuştur. Yerel mahkeme ise önceki gerekçelerini tekrar etmek suretiyle direnme kararı vermiştir. M.K. 2. maddesi gereği, yasanın sağladığı haklar başkasının aleyhine olacak şekilde kullanılamaz. Hukuk, kötü niyeti korumaz. Türk Medeni Kanunun 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkca kötüye kullanılmasını hukuk düzenini korumaz.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bir hakkın kullanılmasının açıkca adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hâllerinde TMK.’nun 2. maddesi uygulama alanını bulur ve olağanüstü bir imkan sağlayarak haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir. Bir hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanılmasını oluşturur. TMK’nun 2/1 maddesi hükmü, herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığının araştırılmasına gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar verme değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır. Medeni Kanununu 2. maddesinde yer alan dürüst davranma ilkesi, “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur. Dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi; yani dürüst, namuskar, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekalı her insanın benzer hadiselerde takip edeceği yolda hareket etmesi” anlamındadır. O hâlde bir hak sahibi hakkını kullanırken veya bir borçlu borcunu yerine getirirken yukarıda belirtilen ilkelere uygun hareket etmek zorundadır; aksi hâlde haklarını kötüye kullandıkları sonucuna varılabilecektir. Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kurallarını düzenleyen TMK’nun 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralları çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkalarını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını yasanın korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde adelete uygun düşecek şekilde hüküm verme imkânını sağlamaktadır. Keza 6100 Sayılı HMK. ‘un 29/1 maddesine göre de “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar”. Bu ilke gereğince taraflar, doğruyu söyleme yükümlülüğü altındadır. Yine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 435/2. maddesindeki “ sözleşmeyi fesheden taraftan, dürüstlük kurallarına göre hizmet ilişkisini sürdürmesi beklenemeyen bütün durum ve koşullar, haklı sebep sayılır. ” şeklindeki düzenleme gereği ve 4857 sayılı İş Kanununun 23. maddesindeki “ süresi belirli olan veya olmayan sürekli iş sözleşmesiyle bir işverenin işine girmiş olan işçi, sözleşme süresinin bitmesinden önce yahut bildirim süresine uymaksızın işini bırakıp başka bir işverenin işine girerse sözleşmenin bu suretle feshinden ötürü, işçinin sorumluluğu yanında ...” şeklindeki düzenleme gereği sözleşmeyi fesheden tarafın dürüstlük kurallarına uygun hareket etmesi gerektiği, bu düzenlemeye aykırı davranmanın sorumluluğu gerektirdiği belirtilmiştir. Tarafların iyi niyeti veya kötü niyeti (Y.İBK. 14.2.1951 gün ve 17/1), taraflarca ileri sürülmese dâhi dosyadan anlaşıldığı takdirde hâkim resen dikkate alacaktır (Y.HGK. 21.10.1983 gün ve 1981/1-30 E, 1983/1000 K). Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29.09.2016 tarih, 2016/27010 Esas ve 2016/16881 karar sayılı, 25.02.2016 tarih 14/31116 esas ve 16/4089 karar sayılı, 21.12.2015 tarih 14/25983 esas ve 15/36113 karar sayılı, 27.10.2015 tarih 14/15588 esas ve 15/30109 karar sayılı ve 04.03.2013 tarih ve 13/11223 esas ve 15/9012 karar sayılı ilanlarında da belirtildiği üzere kötüye kullanılan hakkı hukuk korumamalıdır. Somut olayda ise, davacı hâlen davalı iş yerinde çalışmakta iken 29.01.2013 tarihinde davadışı olan F1bank’a iş başvurusu yapmıştır. İş başvurusu yaptığı sırada davalı iş yerinde çalışmaya devam etmektedir. Yine davalı iş yerinde çalışmaya devam ederken 26.02.2013 tarihinde F1bank ile iş sözleşmesi imzalamıştır. Davacı F1bank ile bu iş sözleşmesini imzaladıktan sonra yani bu bankayla çalışma hakkını garantileyince bu sözleşmeden iki gün sonra emeklilik nedeniyle iş akdini feshetmiştir. Davacı, davalı iş yerinde ayrıldıktan sonra değil hâlen çalışmaya devam ederken, başka bir iş yeriyle sözleşme imzalamış ve bu nedenle davalı iş yerinden ayrılmıştır. Davacının amacı yeni bulduğu ve sözleşme imzaladığı işte çalışmak için ayrılmıştır. Amaç iş akdini sonlandırmak değil, başka bir işte çalışmak için ayrılmaktır. Davacı somut olayda yasanın kendisine sağladığı hakkı kötüye kullandığı açıktır. Davacının davalı iş yerindeki işinden ayrılmasındaki gerçek iradesinin yaş hariç emekliliğe ait diğer kriterleri tamalaması değil de, davalı iş yerindeki çalışması devam ederken başka bir iş yeriyle görüşüp anlaşması neticesinde daha iyi koşullarda başka bir işte çalışmak olduğu açıktır. Davacı dürüstlük kuralına aykırı davranmıştır. Kötüye kullanılan hakkı hukuk korumamalıdır. Davacının çalışırken başka bir işverenle iş sözleşmesi imzalayıp ardından yaş hariç emeklilik koşullarının oluştuğu nedeniyle fesih hakkını kullanması ve iş sözleşmesini feshettikten sonra diğer iş yerinde işe başlaması şeklinde gerçekleşen olayda fesih hakkının kötüye kullanıldığı, davacının bu şekilde dürüstlük kuralına aykırı davrandığı, dürüstlük kuralına aykırı olarak kötüye kullanılan hakkın korunmayacağından kıdem tazminatı isteminin reddi gerekecektir. Bu gerekçelerle yerel mahkemenin kıdem tazminatının reddine ilişkin kararı doğru olup onanması gerektiği görüşünde olduğumdan aksi yöndeki sayın çoğunluğun görüşüne bu nedenlerle katılmamaktayım.

15
22. HD., E. 2016/17255 K. 2019/14022 T. 25.6.2019
Esas No.: 2016/17255
Karar No.: 2019/14022
Karar tarihi: 25.06.2019
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalıya ait iş özel okulda 01.08.2008 tarihinden iş sözleşmesinin haksız feshedildiği 01.09.2010 tarihine kadar Fen ve Teknoloji Öğretmeni olarak çalıştığını, 01.07.2010 tarihinde müdürlük görevini ifa eden şahıslar tarafından çağırılarak Kurumda fen ve teknoloji öğretmenine ihtiyaç kalmadığından bahisle 01.09.2010 tarihinde işten çıkartılacağının ifade edildiğini, iş sözleşmesinin feshine kadar çalışmasını aralıksız sürdürdüğünü, ancak kıdem tazminatının ödenmediğini öne sürerek kıdem tazminatının davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının 01.09.2008 tarihinden itibaren Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğine göre belirli süreli iş sözleşmesine tabi olarak çalıştığını, çalışma izninin bitmesi nedeniyle 19.09.2010 tarihinde taraflar arasındaki iş ilişkisinin kendiliğinden sona erdiğini, kanuni zorunluluk olması nedeniyle davacı ile iş akdinin belirli süreli olarak yapıldığını, bu nedenle davacının kıdem tazminatı talep edemeyeceğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, davacının belirli süreli iş sözleşmesinin yalnızca bir kez yenilenmiş olduğu 18/09/2010 tarihinde iş sözleşmesinin, belirli sürenin sona ermesi şeklinde (SGK kayıtlarında 05 kodu -belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi-belirtilerek) son bulduğu bu nedenle kıdem tazminatına hak kazanma yönünden şartların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Taraflar arasında, davacının yapılan sözleşme nedeniyle kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamadığı hususunda uyuşmazlık mevcuttur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 11. maddesine göre; “İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir. Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar.” 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Kurumlarda çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır. Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.” Her iki yasal düzenleme çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, 5580 sayılı Kanuna göre yapılan iş sözleşmelerinin, kanun gereği belirli süreli olduğu, yani İş Kanunu’nda öngörülen “objektif sebep” unsurunun baştan itibaren mevcut olduğu kabul edilmelidir. Anılan Kanun kapsamındaki sözleşmelerin birden fazla yenilenmesi halinde ise, yine kanundan doğan bir esaslı nedenin bulunduğu değerlendirilerek, sözleşmenin belirli süreli olma özelliğini koruyacağı ifade edilmelidir. Nitekim, 5580 sayılı Kanun kapsamında çalışanların iş güvencesi hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu' nun 23.02.2018 tarih, 2017/1 esas - 2018/2 karar sayılı içtihadı birleştirme kararında "5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu kapsamında çalışanların iş sözleşmelerinin üst üste yenilense dahi bu yenilenmenin yasadan kaynaklandığı ve sözleşmenin belirli süreli iş sözleşmesi olma özelliğini koruduğu, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışanların iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacaklarına" karar verilmiştir. Yargıtay Kanunu'nun 45/5. maddesi “İçtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerini ve Adliye Mahkemelerini bağlayacağı” hükmünü içermekte olup, somut uyuşmazlığın İçtihadı Birleştirme Kararı çerçevesinde ele alınması yasal bir zorunluluktur. Kıdem tazminatı yönünden, halen yürürlükte olan ve kıdem tazminatını düzenleyen 1475 sayılı İş Kanununun 14. maddesinde "Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin..." cümlesi ile iş sözleşmesinin belirli ya da belirsiz süreli olmasının kıdem tazminatına hak kazanma açısından önemli olmadığı belirtilmiştir. Burada önemli olan fesih iradesinin kim tarafından ortaya konulduğu ve kıdem tazminatına hak kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Örneğin belirli süreli iş sözleşmesini 4857 sayılı İş Kanununun 24. maddesi uyarınca haklı nedenle fesheden işçi bir yıllık kıdem koşulu gerçekleştiği takdirde kıdem tazminatına hak kazanacaktır. Elbette kural olarak belirli süreli iş sözleşmesi kararlaştırılmış ve süre sonunda taraflardan herhangi biri fesih iradesini ortaya koymamış ise iş sözleşmesinin kendiliğinden sona ereceği açıktır. Ancak belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesinden önce taraflardan biri yenilememe iradesini ortaya koymuş ise burada yenilemeyen tarafın iradesine göre kıdem tazminatına hak kazanılıp kazanılamayacağı araştırılmalıdır. İşveren yenilememe iradesini göstermiş ve haklı nedene dayanmıyor ise bir yıllık kıdem koşulu gerçekleştiği takdirde kıdem tazminatı ödenmelidir. Hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesi hakkında 158 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesine göre; bu sözleşmenin koruyucu hükümlerinden kaçınmak amacıyla belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasına karşı yeterli güvenceler alınması gerektiği vurgulanmıştır (m 2/3). Bu nedenle gerek 158 sayılı İLO Sözleşmesi, gerekse iş hukukuna egemen olan “işçi lehine yorum” ilkesi gözetildiğinde, kanun gereği belirli süreli kabul edilen sözleşmeyi, haklı bir neden olmaksızın yenilememe iradesini gösteren işverenin koşulların var olması halinde sona eren sözleşme nedeniyle kıdem tazminatından sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Dosya kapsamına ve davacı ile yapılan iş sözleşmelerine göre, davalı işyerinde öğretmen olarak çalışan davacının, ... Kaymakamlığı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün 21.09.2010 tarihli yazısına göre, davacının 19.09.2010 tarihinde çalışma izninin bitmesi nedeniyle ayrıldığı, davacının ... Kaymakamlığı'nın "olur" u ile çalıştığı anlaşılmaktadır. Somut uyuşmazlıkta, sözleşmenin belirli süreli olarak yapılması kanuni düzenlemenin bir gereğidir. Aynı şekilde sözleşmenin yenilenmesi, sözleşmeyi belirsiz süreli hale getirmez. Bu tür sözleşmelerde, İş Kanunu’nun 11/3 maddesindeki esaslı nedenin kendiliğinden mevcut olduğu kabul edilmelidir. Diğer taraftan, belirli süreli iş sözleşmeleri sözleşmenin niteliği gereği fesih ile değil, sürenin bitimi ile sona erdiğinden; belirli süreli iş sözleşmelerinde belirsiz süreli iş sözleşmelerine özgü bildirimli fesih yapılamaz. Somut uyuşmazlıkta; davacı, davalıya ait işyerinde, takip eden belirli süreli iş sözleşmeleri ile çalıştığından ve iş sözleşmesi işverence 19.08.2010 tarihinde alınan Yönetim Kurulu Kararının 3. maddesine göre yenilenmediğinden, yenilememe yönündeki davalı iradesi haklı bir nedene dayanmadığından kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi isabetsiz olmuştur. Mahkemece bu husus gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ:Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 25.06.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

16
2. HD., E. 2019/3826 K. 2019/6209 T. 16.05.2019
Esas No.: 2019/3826
Karar No.: 2019/6209
Karar tarihi: 16.05.2019
DAVA TÜRÜ : Tanıma
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle Dairemizin 22.11.2018 tarih, 2017/7112 esas 2018/13423 karar sayılı ilamı ile hükmün kanun yararına bozulmasına karar verilmiş, bu kez Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünün 22.03.2019 tarihli yazısıyla Dairemizin kanun yararına bozma ilamının gerekçesinde yapılan maddi hatanın düzeltilmesi talep edilmesi üzerine, talep yerinde görülerek oluşan maddi hatanın düzeltilmesi için Dairemizin 22.11.2018 tarih, 2017/7112 esas, 2018/13423 karar sayılı ilamının kaldırılmasına karar verilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/68755 sayı, 20.12.2017 günlü yazıları ile; "Temyiz edilmemek suretiyle kesinleşen Kayseri 4. Aile Mahkemesinin 02.12.2015 gün ve 2015/156 esas, 2015/988 karar sayılı kararı kanun yararına bozulması, Yüksek Adalet Bakanlığının 04.12.2017 gün ve 39152028-153.01-414-2017 E. 2075/21033 sayılı yazılarıyla istenilmiş, Bozma nedeni olarak; Davacı vekili tarafından açılan davada, Uster Sulh Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi) EE140075-I/u01/yp/hf/sb esas sayılı kararının tanınmasına, dava dilekçesinde belirtilen taşınmazlara ihtiyati haciz konulmasına, söz konusu taşınmazlardan davacının alacağının bilirkişi marifetiyle hesaplanmasına, davalının bankalardaki paralarından davacının hissesine isabet eden miktarın dava dilekçesinde belirtilen taşınmazlardan olan alacağına eklenmek suretiyle Uster Sulh Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi) bahsi geçen kararında mal ayrılığının geçerli olduğunun belirtildiği 03/06/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ortaya çıkacak alacağın tapudaki satış işleminin iptaline gerek kalmadan taşınmazların İİK.nun 283/1. maddesi gereğince haciz ve satışı ile tahsiline karar verilmesinin talep edildiği, mahkemece Uster Sulh Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi) EEl40075-I/u01/yp/hf/sb esas sayılı kararının tanınmasına ilişkin talep yönünden ayrılma kararı verilerek aynı mahkemenin 2015/156 esasına kaydının yapıldığı ve yapılan yargılama sonucu davanın kabulüne karar verildiği, hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmıştır. Tanıma istenen yabancı mahkeme ilamı incelendiğinde; davanın "Evlilik koruma" davası olarak isimlendirildiği, evliliğin tali sonuçlarının mahkeme tarafından düzenlenmesi ile denetim altında ayrı yaşamalarına karar verildiği anlaşıldığı hâlde, Kayseri 4. Aile Mahkemesince, Uster Sulh Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi) EE140075-I/u01/yp/hf/sb esas sayılı 14/08/2014 tarihinde kesinleşen tarafların boşanmalarına ilişkin yabancı mahkeme kararının tanınmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Tanınması istenen yabancı mahkeme kararı evlilik koruma davası olduğu hâlde, tarafların boşanmalarına ilişkin kararın tanınması şeklinde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur” gerekçesiyle hükmün Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 363/1. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir. Tüm dosya kapsamından, davacı kadının dava dilekçesinde yabancı mahkeme tarafından ayrılık ve yasal mal rejiminin mal ayrılığına dönüştüğüne yönelik karar verildiği ve bu kararın kesinleştiğinden bahisle, yasal mal rejiminin mal ayrılığına dönüşmesine yönelik bu kararın tanınmasını talep ettiği, mahkemece davanın kabulü ile kesinleşen tarafların boşanmalarına ilişkin yabancı mahkeme kararının tanınmasına karar verildiği, hüküm temyiz yoluna başvurulmadan 29.12.2015 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Mahkemece, davacı kadının tanımasına karar verilmesini istediği yabancı mahkeme kararının "Boşanmaya" ilişkin olmayıp evlilik koruma davasına yönelik olduğu halde; yabancı mahkeme kararının boşanma ilamına ilişkin olduğu belirtilerek tarafların yabancı mahkeme kararının tanınmasına şeklinde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 363/1 maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi. 16.05.2019

17
19. CD., E. 2019/688 K. 2021/2830 T. 11.3.2021
Esas No.: 2019/688
Karar No.: 2021/2830
Karar tarihi: 11.03.2021
MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi
SUÇ : 5846 Sayılı Kanuna Aykırılık
HÜKÜM : Mahkumiyet
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, sanığın temyizinin hakkında verilen mahkumiyet hükmüne yönelik olduğu değerlendirilerek gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, 1-Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizin de benimsediği 08/04/2014 tarih 2013/7-591 Esas 2014/171 karar sayılı kararında açıklandığı üzere, bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçlarında suçun mağdurunun doğrudan eser sahipleri olmayıp toplumu oluşturan bireyler olduğu, 5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisine göre bu durumda yani suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireyler olması halinde tüzel kişiler suçtan zarar gören olmalarına rağmen suçun mağduru sayılmayacağından meslek birliklerinin şikayetçi olması halinde de durumun değişmeyeceği cihetle; UYAP ortamında yapılan araştırmada aynı nevi eylemler nedeniyle sanık hakkında; Bakırköy 2. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesince verilen 01/07/2015 tarih ve 2015/234 Esas 2015/333 Karar sayılı mahkumiyet hükmünün Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 2019/784 Esas sayılı dosyasında kayıtlı bulunduğu; Bakırköy 1. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesince verilen 19/03/2015 tarih ve 2014/904 Esas 2015/191 Karar sayılı “mahkumiyet” hükmü verildiğinin tespit edilmesi karşısında; Yerel mahkemece; UYAP kayıtları taranarak, sanık hakkında aynı suçtan açılmış başka dosyalarının bulunup bulunmadığı da tespit edilip hukuki kesintinin iddianamenin düzenlenmesiyle gerçekleşeceği gözetilmek suretiyle bu dosyalar arasında TCK'nin 43/1. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılması ve ulaşılacak sonuca göre yargılama süreçlerinin akıbeti ile sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi zorunluluğu, 2-Kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nin 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmiş ise de, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile anılan maddenin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu, Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 321. maddesi uyarınca, tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 11/03/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

18
15. CD., E. 2017/31182 K. 2021/2296 T. 3.3.2021
Esas No.: 2017/31182
Karar No.: 2021/2296
Karar tarihi: 03.03.2021
nitelikli dolandırıcılık • sahtecilik ve dolandırıcılık • resmi belgede sahtecilik MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Bilişim sistemleri banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik HÜKÜM : 1- Nitelikli dolandırıcılık suçu yönünden; TCK'nın 158/1-f-son, 35, 62, 52, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet 2- Resmi belgede sahtecilik suçu yönünden; TCK'nın 204/1, 62, 51, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet Nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik suçlarından sanığın mahkumiyetine ilişkin hükümler sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Keşideci şirket yetkilisi tarafından 10/10/2010 tarihinde ... emrine keşide edilen HSBC Bank A.Ş. Beylikdüzü Şubesi’ne ait 2.875 TL bedelli ve 88665495 numaralı çekin lehdarı tarafından tahsil edildiği, daha sonra bu çeki bir şekilde ele geçiren ve suç tarihinde birlikte çalışan sanık ... ile temyiz dışı sanık ...’ın, çekteki lehdar, keşide tarihi, meblağ ve imza kısımlarını değiştirerek veya değiştirterek 31/01/2011 keşide tarihli, 12.860 TL bedelli, ...Tekstil (...) emrine yazılı olarak suça konu sahte ikiz çeki alacağın temliki için ...Faktoring isimli finans kurumuna verdikleri, ancak çekin sahte olduğunun anlaşılması üzerine menfaat temin edemeden yakalandıkları, sanığın sözkonusu çeki sattıkları mal karşılığında açık kimlik ve adres bilgilerini veremedikleri... isimli bir pazarcıdan aldıklarını beyan ettiği, ancak aralarındaki alışverişe ilişkin herhangi bir belge ibraz edemediği, bu şekilde üzerine atılı suçları işlediği iddia olunan olayda; suça konu çekin tamamen sahte olarak üretilmiş olduğuna ilişkin kriminal raporu, alacağın temliki için finans kurumuna verilen çekin sahteliğinin anlaşılması üzerine yapılan ihbar ile sanık ile temyiz dışı diğer sanığın kolluk tarafından yakalanmalarına ilişkin tutanak, sanık savunmaları, katılan ve müşteki beyanları ile dosya kapsamı itibariyle sanık hakkında verilen mahkumiyet hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Anayasa Mahkemesi'nin 08/10/2015 tarihli, 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan kısmi iptal kararı ile, 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde düzenlenen "seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına" hükmünün iptal edilmesi karşısında, bu hususun infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür. 5237 sayılı TCK'nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde belirtilen nitelikli hallerde suçtan elde edilen haksız menfaat tutarı belli ise TCK'nın 52. madde hükmü de gözetilmek sureti ile haksız menfaatin iki katından az olmayacak şekilde temel adli para cezasının 1286 gün olarak belirlenerek, aynı Kanun'un 61. maddesi uyarınca artırım ve indirimler yapıldıktan sonra, ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı 52/2 madde hükmü gereğince 20-100 TL arasında takdir edilecek miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının belirlenmesi gerekirken, 5 gün olarak belirlenen temel ceza üzerinden indirimler yapıldıktan sonra, suça konu sahte çek bedeli olan 12.860 TL yerine, doğrudan gerçek çek bedeli olan 2.875 TL’nin iki katı esas alınmak suretiyle sonuç adli para cezasının belirlenmesi, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; sanığın, lehine olan kararların onaylanması, aleyhine olan kararların temyiz edilmesi talebine yönelik temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA, 03/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

19
15. CD., E. 2017/32756 K. 2021/2302 T. 3.3.2021
Esas No.: 2017/32756
Karar No.: 2021/2302
Karar tarihi: 03.03.2021
sahtecilik ve dolandırıcılık • nitelikli dolandırıcılık MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Kamu kurum ve kuruluşları, vb.tüzel kişiliklerin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık HÜKÜM : -Sanık ... hakkında; TCK 158/1-d, 62, 52, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet - Sanık ... hakkında; TCK 158/1-d, 39/1-2, 62, 52, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanıkların mahkumiyetine ilişkin hükümler sanık ... müdafii ve sanık ... tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Gölcük Donanma Komutanlığında astsubay olarak görev yapan sanık ...'in iş nedeniyle tanıştığı sanık ... ile arkadaşlık ilişkisi kurduğu, sanık ...'in cep telefon bayiliği yapan katılana ulaşarak Gölcük Donanmasından ihale aldığını söyleyip katılandan cep telefonu almak istediği, katılanın sanık ... tarafından kendisine verilen diğer sanık ...'e ait telefonu arayarak sanıkla konuşmak sureti ile ihaleyi teyit ettiği ve fatura kestiği; ertesi gün de cep telefonlarını teslim etmek üzere donanmaya gittiği, sanık ...'in ismini verdiği, dahili hattan aranan sanık ...'in onaylaması ile içeri girdiği ve telefonları içerde bulunan sanık ...'e teslim ettiği, teslim edilen bu telefonların bedelinin ödenmemesi üzerine durumun ortaya çıktığı, bu suretle sanıkların atılı suçu işlediklerinin iddia edildiği olayda; 1) Sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Anayasa Mahkemesinin TCK 53. maddesindeki hak yoksunluklarına ilişkin 24/11/2015 günlü Resmi Gazetede yayınlanan 08/10/2015 tarihli 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür. Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, Sanık ... 'ın hükme ilişkin ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 2) Sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Sanık ...'nin savunmasının aksine dolandırıcılık kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, cep telefonlarını Gölcük Donanmasına götüren katılanın, telefonları sanık ...'e değil, sanık ...'in yönlendirmesiyle matbaa bölümüne bıraktığının anlaşılması karşısında, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine hükmolunması, Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenle, sair yönleri incelenmeksizin 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 03/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

20
15. CD., E. 2019/836 K. 2021/2304 T. 3.3.2021
Esas No.: 2019/836
Karar No.: 2021/2304
Karar tarihi: 03.03.2021
sahtecilik ve dolandırıcılık MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Dolandırıcılık HÜKÜM : TCK 157/1, 52/2-4, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet Dolandırıcılık suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Dairemizin 15/06/2017 tarihli bozma ilamı ile üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesi'ne görevsizlik kararı verilmesi gerekçesiyle bozma kararı verildiği, bozma üzerine İstanbul 6.Asliye Ceza Mahkemesi'nin 07/07/2017 tarih ve 2017/321 Esas, 2017/295 Karar sayılı ilamı ile görevsizlik kararı verildiği; İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesince kanunun önceki halinin sanığın lehine oluşu ve TCK'nın 157. maddesinde düzenlenen suçun 6763 sayılı kanun değişikliği ile uzlaştırmaya tabi hale gelmesi sebebiyle dosyanın uzlaştırma bürosuna gönderildiği, ancak usulüne uygun uzlaşma teklifine rağmen tarafların uzlaşamadıkları belirlenerek yapılan incelemede; Suç tarihinde başkası üzerine kayıtlı telefonu kullanan sanığın, Konya Selçuklu Belediye Başkan Yardımcısını arayarak kendisi Binbaşı ... ismiyle tanıtıp görev yaptığı askeri binada ısı yalıtımı işi yaptıracaklarını, güvenilir bir müteahhit ismi sorduğu, tanık olan ...'ın da başka bir arkadaşına danışarak müteahhitlik yapan katılanı arayıp durumu anlattıkları ve katılanın telefon numarasını sanığa vermeleri üzerine sanığın katılanı arayarak yine kendisini binbaşı olarak tanıtıp 756.600,00 TL bedelli ısı yalıtım işi yapılacağı , bunun için 10/01/2011 tarihli geriye dönük teminat mektubu vermesi gerektiğini söylediği, katılanın geriye dönük teminat mektubu veremeyeceğini söylemesi üzerine kurumda sivil memur olarak çalışan ... adına Akbank Bayrampaşa şubesine 22.700,00 TL havale yapmasını, bu parayı teminat olarak yatıracağını söyleyerek ve bir takım sözlerle katılanı ikna edip güven oluşturarak katılanın sanık adına 22.500 TL'yi EFT ile göndermesini sağlayıp, sanığın parayı çektiği iddia olunan olayda; sanık savunması, katılan beyanı, uzlaştırma sağlanamadığına ilişkin rapor ve tüm dosya kapsamına göre, sanığın suçu işlediğinin sabit olduğu gerekçesine dayanan ve suç tarihinde 6763 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile değişik 5237 sayılı TCK'nın 158/1/-L bendi bulunmaması nedeniyle, sanığın eyleminin sanığın lehine olan 5237 sayılı TCK'nun 157/1. maddesinde düzenlenen basit dolandırıcılık suçunu oluşturduğunu takdir eden mahkemenin sanığın mahkumiyetine ilişkin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, sanık müdafiinin hükme yönelik ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 03.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

21
14. HD., E. 2018/52 K. 2021/2672 T. 12.4.2021
Esas No.: 2018/52
Karar No.: 2021/2672
Karar tarihi: 12.04.2021
satış vaadi sözleşmesi • savunma hakkı • usulüne uygun tebligat • taşınmaz satış vaadi sözleşmesi • tapu iptali • satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talebi MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı mahal mahkemesinden verilen hüküm bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü: _ K A R A R _ 7201 sayılı Tebligat Kanunu, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunla değiştirildikten sonra, gerçek kişilere yapılacak tebligatla ilgili olarak iki aşamalı bir yol benimsenmiştir. 1) Bu kanun değişikliğine göre, muhatabın adres kayıt sistemindeki adresine, Kanunun 21/2. maddesi uyarınca doğrudan tebligat yapılması mümkün değildir. Muhataba çıkarılan ilk tebligat, öncelikle bilinen veya gösterilen en son adresine, mavi renkli zarf kullanılmaksızın ve adres kayıt sistemindeki adres olduğuna ilişkin şerh verilmeksizin Kanunun 10. maddesine göre normal bir şekilde çıkarılmalıdır. Muhatabın bu adreste bulunmaması durumunda, tebliğ memurunca Kanunun 20 ve 21. maddesinin birinci fıkrası ile Tebligat Yönetmeliğinin 29. maddesi uyarınca, muhatap lehine olan araştırmalar yapılarak tebligatın kendisine ulaşması ve bilgilendirme işlemlerinin yerine getirilmesi gerekir. 2) Muhatabın gösterilen adresten sürekli olarak ayrılması ve yeni adresinin de tebliğ memurunca tespit edilememesi durumunda, tebliğ evrakının tebligatı çıkaran mercie geri gönderilmesi gerekir. Ancak bu aşamadan sonra, Kanunun 10/2 ve Yönetmeliğin 16/2. maddeleri nazara alınarak, tebliğ evrakının açık mavi renkli zarfla, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek, Kanunun 21/2. maddesine göre tebliği mümkün olabilecektir. Tebligat Kanununun 10/2 ve 21/2. maddeleri farklı şekilde yorumlanarak, başka adresi bilinmediği gerekçesiyle muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine doğrudan doğruya 21/2. maddesine göre tebligat çıkartılması ve bu hükme göre tebliğ edilmesi, yukarıda belirtilen hükümlere aykırı olduğundan ve muhatabın savunma hakkını kısıtlayacağından usulüne uygun değildir. 1-Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince; davalı ...'ye gerekçeli karar tebligatının yukarıda açıklanan ilke ve kurallara aykırı olarak TK'nun 10/2. maddesi gözardı edilmek suretiyle, davalı adına önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK'nun 21/2. maddesine göre yapıldığı ve usulsüz olduğu görülmüştür. Adı geçen davalıya 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik hükümlerine uygun şekilde gerekçeli kararın tebliği ile kanun yoluna başvuru süresinin beklenilmesi, 2-Davacı ... tarafından Av. ...'u vekil tayin ettiği vekaletnamenin örneğinin ilgilisinden temin edilmesi, 3-Karar başlığında Av. ..., davalılardan ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ...'ın vekili olarak gösterilmiş ise de dosya içerisinde vekaletnameye rastlanmamıştır. Adı geçen davalılar tarafından Av. ...'i vekil tayin ettikleri vekaletnamelerin ilgilisinden temin edilmesi, mümkün olmaması halinde adı geçen davalılara gerekçeli kararın usulüne uygun olarak tebliği ile kanun yoluna başvuru süresinin beklenilmesinden sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın MAHKEMESİNE İADESİNE, 12.04.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

22
11. HD., E. 2021/892 K. 2021/3516 T. 12.4.2021
Esas No.: 2021/892
Karar No.: 2021/3516
Karar tarihi: 12.04.2021
karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi • karşı dava MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 03.05.2019 tarih ve 2018/211 E. - 2019/341 K. sayılı kararın davacı vekili ve davalılar ..., Bera Holding A.Ş. vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi'nce verilen 16.07.2020 tarih ve 2019/1842 E. - 2020/875 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalı şirketin yurt dışında birçok ülkede yatırılan paraların istenildiği her an geri çekilebileceği ve karşılığında yüksek oranda faiz verileceği garantisi ile müvekkilinin davalı tarafa para verdiğini, ancak ödenen paranın bir türlü geri alınamadığını ileri sürerek, taraflar arasında geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığının tespitine ve 62.000,00 Euro’nun davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı şirket vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesince, davanın kısmen kabulü ile davacının davalı şirketin ortağı olmadığının tespitine ve 60.378,00 Euro’nun davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili ile davalı şirket ve davalı ... vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nce, davanın 7194 sayılı Kanun'un 41. maddesi kapsamında olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak, dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK'nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK'nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK'nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 12.04.2021 tarihinde kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY 7194 sayılı Kanun’un 41. maddesi ile çeşitli kanunlara eklenen Geçici 4. madde, kanaatimce, her şeyden önce, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ve bu maddede öngörülen karar alma hakkıyla birlikte ele alındığında Anayasa’nın 36. maddesinde hükme bağlanan hak arama hürriyetini ihlal eden bir yasal düzenlemedir. Öte yandan, söz konusu hüküm, yine Anayasa’nın 9. maddesindeki yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağına ilişkin hükme, kanun maddesinin kamuoyunca bilinen ve sınırlı sayıdaki sermaye şirketi ile ve bu şirketler aleyhine açılan davalarla ilgili olduğu düşünülecek olursa Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamındaki 10/4. maddesi ile yasama meclisinin bir devlet organı sıfatıyla bu ilkeye uygun hareket etme zorunluluğuna ilişkin 10/5. maddesine, yine Anayasa’nın 35. maddesinde belirtilen ve kişinin temel hak ve hürriyetleri kapsamındaki mülkiyet hakkına ve bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılacağına ilişkin hükme aykırı olduğu gibi, buradan hareketle, devletin, kişinin temel haklarını hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmaya çalışması gerekmesine karşın hak arama ve mülkiyet hakkının kullanımının önüne geçen bir düzenleme olarak ortaya çıkmış bulunması nedeniyle Anayasa’nın 5. maddesine, keza düzenlemenin kişinin temel hak ve özgürlükleri kapsamındaki hak arama ve mülkiyet hakkının özüne dokunan niteliği gözetildiğinde Anayasa’nın 13. maddesine, Anayasa’nın 138/3. maddesinde görülmekte olan somut davalarla ilgili olarak yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili görüşme dahi yapılamayacağı hükme bağlanmış iken dava hangi nedenle açılmış olursa olsun verilecek kararın ve hatta yargılama giderlerinin dahi ne şekilde hükme bağlanacağının düzenlenmiş olması nedeniyle söz konusu hükme de aykırı düşmektedir. Her ne kadar Anayasa’nın 167. maddesinde devletin para, kredi, sermaye piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alacağı öngörülmüş ise de, alınacak bu tedbirlerin herhalde Anayasaya aykırı bir kanuni düzenleme yoluyla gerçekleştirilmesi düşünülemeyecek olup aksinin kabulü Anayasa’nın başlangıç hükümlerine açıkça aykırı düşecektir. Tüm bu nedenlerle, yasa hükmünün, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesi uyarınca itiraz yoluyla iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması ve buradan çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği kanısında olduğumdan çoğunluğun onama düşüncesine katılmıyorum.

23
16. HD., E. 2018/2304 K. 2021/3625 T. 12.4.2021
Esas No.: 2018/2304
Karar No.: 2021/3625
Karar tarihi: 12.04.2021
bilirkişi raporu • bilirkişi kurulu • davanın kabulü • kazandırıcı zamanaşımı • zilyetlik süresi • harç muafiyeti MAHKEMESİ :KADASTRO MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Yargıtay bozma ilamında özetle; "Çekişmeli 112 ada 14 parselin fen bilirkişi raporunda kırmızı renkle gösterilen (A) bölümünün davacının dayandığı 411 tahrir nolu vergi kaydı kapsamında olduğu, taşınmazın tarla niteliğinde olduğu, davacı lehine bağımsız olarak 20 yıllık zilyetlik süresinin dolduğu ve kazandırıcı zamanaşımı koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle karar verildiği, ancak vergi kaydında okunan sınırlara ilişkin beyanlar çelişkili olduğu gibi, bir an için mahkemenin kabulünde olduğu şekilde kaydın buraya ait olduğu kabul edilse bile, vergi kaydı mülkiyet belgesi olmadığından ve öncesi mera olan yer hakkında oluşturulan vergi kaydı miktarına da itibar edilemeyeceğinden, davacının zilyetliğine değer verilebilmesi için bu bölümün öncesinin mera olup olmadığının belirlenmesinin zorunlu olduğu, ancak bu hususta yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli bulunmadığı belirtilerek, Mahkemece mahallinde, aktarılan davada dinlenen tanık ve yerel bilirkişiler ile Kadastro Mahkemesi keşfinde dinlenen tanık ve yerel bilirkişiler, 3 kişilik zirai bilirkişi kurulu ve fen bilirkişisinin katılımıyla yeniden keşif yapılarak çekişme konusu taşınmazın (A) bölümünün taşınmazın mera olduğu kabul edilen bölümlerinden ne şekilde ayrıldığı, bu bölümün de meradan açma olup olmadığı hususlarının bilirkişi ve tanıklardan ayrıntılı olarak sorulması, (A) bölümü ile meraya bitişik olduğu gerekçesi ile bu bölümden ifraz edilerek mera olarak sınırlandırılan, bilirkişi raporunda sarı renkle gösterilen bölüm ve (C) harfi ile işaretli bölüm arasında ayırıcı nitelikte unsur bulunup bulunmadığı, temyiz konusu (A) bölümünün meradan açma ve meranın devamı niteliğinde olup olmadığı hususunda bilimsel verilere dayalı, gerekçeli ve yan görünüş (kesit) krokisi ile desteklenmiş rapor alınması, çekişmeli taşınmazın tamamını, komşu parsellerle arasındaki sınırları ve komşu parselleri gösterir şekilde, mümkün olduğunca farklı yön, açı ve yükseklikten çekilecek fotoğrafların rapora eklenmesinin istenmesi ve bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi" gereğine değinilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, dava konusu 112 ada 14 parsele ilişkin kadastro tespitinin iptaline, 112 ada 14 parselin 15.11.2017 tarihli fen bilirkişisi raporunda (A) harfi ile gösterilen 3.600 metrekarelik kısmın davacı ... adına tarla vasfında tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, mahkemece hükmüne uyulan bozma kararında açıklandığı gibi işlem yapılıp sonucuna göre hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.04.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

24
19. CD., E. 2019/9121 K. 2021/4125 T. 12.4.2021
Esas No.: 2019/9121
Karar No.: 2021/4125
Karar tarihi: 12.04.2021
akıl hastalığı • etkin pişmanlık • müsadere MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : 5607 Sayılı Kanuna Aykırılık HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca temyiz sebepleri yerinde görülmemiştir. Ancak; TCK'nin 33. maddesinde; işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması halinde, sanığın ceza sorumluluğunun olmayacağı ancak güvenlik tedbirine hükmolunacağı düzenlenmekle, hükümden sonra ibraz olunan 03.06.2014 tarihli raporla sanığın mental bozukluğunun olduğu ileri sürüldüğünden, tam teşekküllü devlet hastanesine sevki ile suç tarihinde TCK'nin 32. maddesi kapsamında akıl hastalığı nedeniyle gerçekleştirdiği eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığının tespiti yaptırılarak rapor ile belirlendikten sonra sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerekmesi, Kabule göre ise, 1-Hükümden sonra 15.04.2020 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun'un 61. maddesi ile 5607 sayılı Kanun'un 3/22. maddesine eklenen "Eşyanın değerinin hafif olması halinde verilecek cezalar yarısına kadar, pek hafif olması halinde ise üçte birine kadar indirilir." şeklinde düzenlemenin sanık lehine hükümler içerdiği, yine aynı Kanun'un 62. maddesi ile değiştirilen 5607 sayılı Kanun'un 5/2. maddesine eklenen fıkra uyarınca kovuşturma aşamasında etkin pişmanlık uygulamasının olanaklı hale geldiği anlaşılmakla, 5237 sayılı TCK'nin 7. maddesi ve 7242 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile 5607 sayılı Kanun'a eklenen geçici 12. maddenin 2. fıkrası mucibince ilgili hükümlerin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yerel mahkemece yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu, 2- UYAP ortamında yapılan araştırmada, sanık hakkında temyiz davasına konu olan (aynı) suçtan açılan başka bir kamu davasında Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesince 2021/314 E. sayılı dosyada yargılamaya devam olunduğunun anlaşılması karşısında; Yerel mahkemece; UYAP kayıtları taranarak, sanık hakkında aynı suçtan açılmış başkaca ceza davası dosyalarının bulunup bulunmadığı da tespit edilip hukuki kesintinin iddianamenin düzenlenmesiyle gerçekleşeceği gözetilmek suretiyle bu dosyalar arasında TCK'nin 43/1. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılması ve ulaşılacak sonuca göre yargılama süreçlerinin akıbeti ile sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi zorunluluğu, 3-Kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmiş ise de, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile anılan maddenin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu, 4- Suça konu gümrük kaçağı sigaraların miktar itibariyle 1 paket olduğu gözetilmeksizin 446 paket sigaranın müsaderesine karar karar verilmesi, ve 5607 sayılı Kanun'un 13/1. maddesi delaletiyle TCK'nin 54/4. maddesi gereğince müsaderesi yerine yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKMÜN tebliğnameye uygun olarak, 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 12/04/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

25
19. CD., E. 2019/9161 K. 2021/4127 T. 12.4.2021
Esas No.: 2019/9161
Karar No.: 2021/4127
Karar tarihi: 12.04.2021
etkin pişmanlık • müsadere • hak yoksunluğu MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : 5607 Sayılı Kanuna Aykırılık HÜKÜMLER : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, Başkaca temyiz sebepleri yerinde görülmemiştir. Ancak; A- Sanık ... hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde; Olay tutanağı ve dosya kapsamına göre; sanığın aşamalarda değişmeyen savunmalarında suçlamaları inkar ederek, ele geçen sigaralarla ilgisi olmadığını beyan ettiği, diğer sanığın da bu savunmaları doğruladığı anlaşılmakla; sanığın diğer sanık ... ile fikir ve eylem birliği içerisinde suça konu kaçak sigaraları ticari maksatla bulundurduğuna ilişkin mahkumiyetine yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine kararı verilmesi, B- Sanık ... hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde; 1-Hükümden sonra 15.04.2020 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun'un 61. maddesi ile 5607 sayılı Kanun'un 3/22. maddesine eklenen "Eşyanın değerinin hafif olması halinde verilecek cezalar yarısına kadar, pek hafif olması halinde ise üçte birine kadar indirilir." şeklinde düzenlemenin sanık lehine hükümler içerdiği, yine aynı Kanun'un 62. maddesi ile değiştirilen 5607 sayılı Kanun'un 5/2. maddesine eklenen fıkra uyarınca kovuşturma aşamasında etkin pişmanlık uygulamasının olanaklı hale geldiği anlaşılmakla, 5237 sayılı TCK'nin 7. maddesi ve 7242 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile 5607 sayılı Kanun'a eklenen geçici 12. maddenin 2. fıkrası mucibince ilgili hükümlerin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yerel mahkemece yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu, 2- UYAP ortamında yapılan araştırmada, sanık hakkında temyiz davasına konu olan (aynı) suçtan açılan başka bir kamu davasında Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince 2021/305 E. sayılı dosyada yargılamaya devam olunduğunun anlaşılması karşısında; Yerel mahkemece; UYAP kayıtları taranarak, sanık hakkında aynı suçtan açılmış başkaca ceza davası dosyalarının bulunup bulunmadığı da tespit edilip hukuki kesintinin iddianamenin düzenlenmesiyle gerçekleşeceği gözetilmek suretiyle bu dosyalar arasında TCK'nin 43/1. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılması ve ulaşılacak sonuca göre yargılama süreçlerinin akıbeti ile sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi zorunluluğu, 3-Adli para cezasının bir gün karşılığının belirlenmesi sırasında uygulama maddesi olan TCK'nin 52/2. maddesi yerine 50/1. maddesinin gösterilmesi suretiyle CMK'nin 232/6. maddesine aykırı davranılması, 4- Kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmiş ise de, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile anılan maddenin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu ve TCK'nın 53/l-(c) maddesindeki hak yoksunluğunun sanığın kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri yönünden koşullu salıverme tarihine kadar, diğer kişilere karşı belirtilen yetkiler yönünden mahkum olunan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar geçerli olacağının gözetilmemesi, 5- Suça konu gümrük kaçağı eşyanın müsaderesi ile yetinilmesi gerekirken infazı kısıtlayacak şekilde tasfiyesine de karar verilmesi, 6- Atılı suçun niteliğine ve suç tarihine göre suçtan zarar görmeyen TAPDK'in davaya katılmasına karar verilerek lehine vekalet ücretine hükmedilmesi, Kanuna aykırı ve sanıkların temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKÜMLERİN tebliğnameye aykırı olarak, 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 12/04/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

26
3. HD., E. 2020/11215 K. 2020/6844 T. 23.11.2020
Esas No.: 2020/11215
Karar No.: 2020/6844
Karar tarihi: 23.11.2020
bilirkişi raporu • adi şirket • müteselsil sorumluluk • adi ortaklık sözleşmesi • ayıp ihbarı • eksik inceleme • anonim şirket • ayıplı iş • eksik ve ayıplı iş • karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi MAHKEMESİ :TÜKETİCİ MAHKEMESİ Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı ile davalı ... İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı, davalıların inşaa ettiği ... Evleri projesinden, konut satın aldığını ancak satış ofisinde, broşür ve materyallerde tanıtımı yapılan ve sözleşme ve eki mahal listesinde belirtilen taahhütnamelere uygun bir imalat ve teslimatın yapılmadığını, iç ve dış mahallerdeki eksik ve ayıplı işler nedeni ile değer kaybı nedeniyle oluşan zarardan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000TL'nın tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah ile talebini arttırarak toplamda 175.000TL nin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile bilirkişi raporuyla belirlenmiş olan ve davacıya ait bağımsız bölümün bulunduğu yapının önüne yapılmış olan avm inşaatı nedeniyle bağımsız bölümünde oluşan değer kaybı olarak belirlenen 43.750,00 TL nin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine, fazla talebin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ile davalılardan Garanti Koza inş. San ve tic Aş tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 620. maddesinde; “Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. Bir ortaklık, kanunla düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa, bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.10.2003 tarih, 2003/12-574-564 sayılı kararında vurgulandığı üzere ortak girişim iki veya daha fazla gerçek veya tüzel kişinin belli bir amaca ulaşmak için katkılarını birleştirdikleri bir ortaklık türü olup, bu ortaklığın tek başına tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Adi ortaklığın kendisine ait bir tüzel kişiliği mevcut olmadığından davada taraf olma ehliyeti yoktur. Bir başka ifade ile adi ortaklığın dava ve takip ehliyeti olmadığı gibi, ona karşı da dava açılamaz. Bu bağlamda adi ortaklığa karşı açılacak davalar adi ortaklığın kendisine karşı değil dava konusunun paradan başka bir şey olması halinde ortaklığı oluşturan ortakların tamamına, konusunun para olması halinde ise ortaklar arasında müteselsil sorumluluk esası geçerli olduğundan ortaklardan biri ya da birkaçı aleyhine yöneltilmelidir. Ortakların, aksine bir sözleşmenin varlığı kanıtlanamadığı takdirde ortaklık borçları ile gelirlerinden eşit oranda hak ve sorumluluk sahibi oldukları kabul edilmelidir. Tüm bu nedenlerle mahkemece hükmedilen bedelin ‘ davalılardan tahsili ile davacıya ödenmesine ‘ şeklinde hüküm kurulmak suretiyle, davalılardan ...’nın da sorumlu olduğuna dair karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. 3-"Akkoza Evleri" adlı proje kapsamında yapılacak konut ve işyeri satışına ilişkin internet ilanlarında, reklam ve tanıtım broşürlerinde 400.000 m2 arazi üzerinde inşa edileceği, 5 etaptan oluştuğu, 5.500 konut yapılacağı, içinde AVM, tam donanımlı hastane, anaokulu, ilköğretim okulu, lise, ... , 350.000 m2 peyzaj alanı, ... gibi donatıların yapılacağının vaad edildiği anlaşılmaktadır Yasal mevzuat gereğince, satıcı, sözleşme ve eki şartnameden başka ayrıca ilan ve reklamlarda, broşür ve katologlarda vaat ettiği hususlar yönünden de alıcı tüketiciye karşı sorumludur. O halde mahkemece, teknik şartnamede belirtilmeyen ancak tanıtım materyellerinde belirtilen tüm hususlar yönünden de tek tek ayıplı ya da hiç yapılmayan imalatlar konusunda inceleme yapılarak varsa değer kaybı belirlenmelidir ancak bu hususa ek olarak, bilirkişi raporunda projenin henüz tamamlanmamış etap etap devam eden bir proje olduğu belirtilmiş olup, taahhüt edilen bu hususlardan bir çoğunun dava ve keşif tarihi itibariyle yerine getirilmediği ya da tamamlanmadığı da dosya kapsamı itibariyle sabittir. Söz konusu sosyal tesislerin ve ortak alanların yapılmamış olması, alıcının satın alma kararını etkileyen, taşınmazın değerini azaltan bir husustur. Netice itibariyle, Mahkemece, sadece teknik şartnamede belirtilen hususlar yönünden belirleme yapılarak, tanıtım materyellerindeki vaadler konusunda bir değerlendirme yapılmadan yazılı şekilde karar verilmesi ve sosyal tesislerin davalılar tarafından yapılarak ve eksiklikleri giderilerek projenin tamamlanması halinde bu yönden dava konusuz kalacağından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi,yapılmayan ve bundan sonrada yapılmayacağı kesinleşen sosyal tesisler var ise, bunlardan dolayı davacının uğradığı zararın nisbi metoda göre hesaplanarak, ayıp ihbarının süresinde yapılıp yapılmadığı hususunda değerlendirme de yapılmak suretiyle hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulması gerekir. Bu durumda mahkemece, açıklanan hususların tespiti yönünde mahallinde gerekirse uzman bilirkişi heyeti marifetiyle yeniden keşif yapılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yazılı gerekçe ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, davacının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. ve 3. bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23/11/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

27
4. HD., E. 2020/3171 K. 2020/4014 T. 18.11.2020
Esas No.: 2020/3171
Karar No.: 2020/4014
Karar tarihi: 18.11.2020
"İçtihat Metni" MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi Asıl davada davacı ... tarafından, davalı ... ve diğerleri aleyhine 02/12/2013 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istenmesi, karşı davada davacı ... tarafından davalı ... aleyhine 10/01/2014 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonucunda; asıl ve karşı davanın reddine dair verilen 28/01/2020 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi asıl davada davacı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma gereğince karar verilmiş olmasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince;Asıl dava, haksız şikayetten kaynaklanan maddi ve manevi tazminat, karşı dava ise; kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece asıl ve karşı davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, ... ilçe emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparken 23/02/2012 tarihinde ilçe emniyet müdürlüğü önünde nöbet tuttuğunu, bu sırada davalı ...'nun ilçe emniyet müdürlüğüne geldiğini ve nöbet hususunda kendisini uyardığını, bir süre sonra anılan davalının, ...'daki tüm polis amirlerinin katılımı ile yapılan toplantıya kendisini de çağırdığını, toplantı sırasında davalı ...'nun nöbet sırasında söylemediği sözleri söylemiş gibi anlatarak diğer amirlerin kendisine kötü davranmasını teşvik ettiğini, bu sırada davalılar ... ve ...'nin de kendisine karşı bir şeyler söylediklerini, diğer davalılar ile arasında bir konuşma geçmediğini, akabinde toplantı salonundan ayrıldığını, bu olaydan bir kaç gün sonra toplantı esnasında kendisine söylenen sözleri tutanak altına aldığını ve tutanak içeriğini doğrulayan ses kaydı bulunduğunu söyleyince davalıların, ... Cumhuriyet Başsavcılığına kendisi hakkında şikayetçi olduklarını, bu şikayet nedeniyle evinde arama yapıldığını, haksız yere disiplin cezası aldığını, ilk olarak ... ilçesinden ...'ya, ...'dan da ...'ne tayininin çıktığını, bu yaşananlardan kendisinin ve annesinin olumsuz etkilendiğini, böyle bir ses kaydı olsa bile amacının içinde bulunduğu ortamda kendisine söylenen sözleri ilgili makamlara ispat çabasından ibaret olduğunu, toplantı sırasında davalılar ..., ... ve ... dışındaki davalılar ile arasında bir diyalog geçmemesine rağmen diğer davalıların da özel hayatlarının ihlal edildiğinden bahisle şikayetçi olduğunu, neticede Cumhuriyet başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, tüm bu yaşananlar nedeniyle manevi zarara uğradığını, bu süreçte ...'dan ...'ya 9 ay boyunca gidiş geliş yapması nedeniyle ve ayrıca haksız yere kıdem cezası alması nedeniyle maddi zararının da oluştuğunu belirterek oluşan maddi ve manevi zararın tazminini talep etmiştir. Davalılar, yapılan şikayetin anayasal şikayet hakkı kapsamında olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen ilk kararın Dairemizin, 06/02/2019 tarihli 2016/12806 esas ve 2019/518 karar sayılı ilamı ile bozulması üzerine, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, asıl davada davalıların şikayetinin somut emarelere dayandığı ve hak arama özgürlüğü kapsamında kaldığı, karşı davada ise manevi zararın ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl ve karşı davanın reddine karar verilmiştir.Bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka, usulü kazanılmış hak denilir. Bu nedenle, mahkeme kararının, Yargıtay ilgili hukuk dairesi tarafından bozulmasından ve yerel mahkemece bozmaya uyulmasından sonra, mahkemece, hükmün Yargıtay bozma kararı dışında kalarak kesinleşmiş olan kısımları hakkında yeni bir karar verilemez.Her ne kadar mahkemece bozma ilamına uyulduğu belirtilmiş ise de, bozma ilamına aykırı davranılmıştır. Şöyle ki; mahkemece asıl davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk karar, davalılardan ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... vekilleri tarafından temyiz edilmiş ve Dairemizin 06/02/2019 tarihli 2016/12806 esas ve 2019/518 karar sayılı ilamı ile davalıların şikayetinin olağan kuşku üzerine yapıldığı, şikayetin somut emarelere dayandığı ve hak arama özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçesiyle temyiz eden davalılar yararına bozulmuştur. Davalı karşı davacı ... hakkında asıl davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiş ve davacı yararına da usulü kazanılmış hak oluşmuştur.Şu durumda; mahkemece asıl dava yönünden, davalı karşı davacı ... hakkında, davacı lehine oluşan usulü kazanılmış hak gözetilmeksizin anılan davalı yönünden de asıl davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun değildir. Kararın açıklanan nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davacının diğer temyiz itirazlarının ilk bentte gösterilen nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 18/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

28
İBBGK., E. 2018/14 K. 2020/2 T. 16.10.2020
Esas No.: 2018/14
Karar No.: 2020/2
Karar tarihi: 16.10.2020
YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARI ÖZET: Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmî dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de; içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtay’ın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10- 550 E., 2020/561 K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı sonucuna varılmıştır. I. GİRİŞ A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU Av. K1 ve Av. K2 tarafından sunulan 08.11.2017 havale tarihli dilekçe ile, davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi olan davalarda, davacının yatırması gereken peşin karar ve ilam harcının miktar ve niteliğine ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından geçmişte verilen karar ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay hukuk daireleri tarafından verilen kararlar arasında meydana gelen içtihat aykırılığının içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi talep edilmiştir. B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 04.10.2018 tarihli ve 282 sayılı kararı ile “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi olan davalarda, davacının yatırması gereken peşin karar ve ilam harcının miktar ve niteliği konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları ile 20. Hukuk Dairesi kararları arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından; aykırılığın İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine” karar verilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 24.12.2019 tarihli ve 409 sayılı kararı ile içtihadı birleştirmenin konusu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmî dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği” olarak değiştirilmesine oy birliği ile karar verilmiştir. C. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli 2010/10-550 E., 2010/561 K.; 04.12.2013 tarihli ve 2013/21-445 E., 2013/1625 K. sayılı kararları ile Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E., 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E., 2016/2123 K.; 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararları. D. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU YARGITAY HUKUK GENEL KURULUNUN VE YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİNİN GÖRÜŞLERİNİN ÖZETLERİ 1. Yirminci Hukuk Dairesinin Görüşü: Davacının kendisi harçtan muaf olmadıkça, dava açarken başvuru harcı ile birlikte maktu harcı veya dava nispi harca tabi ise dava dilekçesinde gösterdiği değer üzerinden hesaplanacak nispi karar ve ilam harcının 1/4'ünü peşin ödemesi, peşin harç ödenmeden dava açılmış ise, Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi hükmü uyarınca yalnızca o celse için yargılamaya devam edilmesi ve davacı tarafa peşin harcı ödemesi için kesin süre verilmesi, verilen süre içinde harç yatırılmadığı takdirde dava dosyasının işlemden kaldırılması gerektiği, Dairece verilen 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E, 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E., 2016/2123 K.; 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararlarda davaların kısmî dava olarak açıldığı, daha sonra ıslah ile değerlerinin yükseltildiği, davalı taraf harçtan muaf olsa bile ıslah ile dava değerinin artırılması hâlinde, artırılan dava değeri üzerinden bakiye nispi karar ve ilam harcının alınması gerektiği, bakiye nispi karar ve ilam harcının ödenmemesi hâlinde müteakip işlemlerin yapılmasına olanak bulunmadığının kabul edildiği, sözü edilen bozma kararlarının Harçlar Kanunu hükümlerine ve Yargıtay uygulamalarına uygun olduğu gibi hâlen de aynı uygulamanın Dairece sürdürüldüğü, bir daire kararı ile Hukuk Genel Kurulu veya diğer daire kararları arasında İçtihat uyuşmazlığı bulunduğundan söz edilebilmesi ve içtihatların birleştirilmesinin istenebilmesi için öncelikle aralarında içtihat aykırılığı bulunduğu öne sürülen kararların, aynı konuya ilişkin olması, kesinleşmesi ve uzun süre aynı şekilde uygulanarak istikrar kazanmış olmasının gerektiği, somut olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bir kez arızi olarak verildiği anlaşılan istikrar kazanmayan karar gerekçe gösterilerek içtihadın birleştirilmesi istenildiğinden içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesine gerek bulunmadığı yönünde görüş verilmiştir. 2. Hukuk Genel Kurulunun Görüşü: Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin karar ve ilam harcının (ıslah harcı), belirlenen dava değerine göre tamamlanması gerektiğine ilişkili 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E., 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E., 2016/2123 K.; 12.12.2016 tarihli ve 2015/16214 E., 2016/12014 K.; 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararları ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, davalının harçtan muaf olduğu gözetildiğinde, dava açılırken davacı tarafından yatırılan maktu harç, her hâlükârda Harçlar Kanunu’nun 28. maddesi uyarınca dava sonunda alınması gereken karar ve ilam harcının tamamını karşılamakla, ikmali gereken harç bulunmadığı gibi; sonuçta hükmedilecek bakiye karar ve ilam harcı da bulunmadığına ilişkin 03.11.2010 tarihli 2010/10-550 E., 2010/561 K. arasında farklılığın mevcut olduğu; ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararı ile karar ve ilam harcının (ıslah harcı) belirlenen dava değerine göre tamamlanması gerektiğine ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2013 tarihli ve 2013/21-445 E., 2013/1625 K. sayılı kararları arasında da farklılık görüldüğünden içtihatların birleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. II. ÖN SORUN İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu, Yargıtay Birinci Başkanlığınca belirlenen konuyu görüşmek üzere 16.10.2020 tarihinde toplanmış, raportör üye Ramazan Tunç tarafından hazırlanan rapor okunduktan sonra işin esasına geçilmeden önce, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararının bulunması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır. III. GEREKÇE Ön sorunun çözümü için içtihadı birleştirme kararlarının özelliklerine değinmekte yarar bulunmaktadır. Yargıtay içtihatları birleştirme kararları (İBK) kaynağını, Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinden almaktadır. Sadece Türk Hukukuna özgü olan ve ilk defa 834 sayılı Mahkeme-i Temyiz Kanununda yapılan değişiklikle, temyiz daireleri kararları arasında yeni kanunların uygulanması dolayısıyla çıkabilecek ihtilâfları çözmek üzere tevhidi içtihat/içtihat birleştirme müessesesi kabul edilmiş ve sonraki değişikliklerde de hep muhafaza edilmiştir (Bilge, N.: Yargıtay Kurullarında Gelişme ve Reform, AÜHFD, s. 311, yöneliş BMM Zabıt Ceridesi 1926, sıra: 150). İBK kararları kesin olup aleyhine yargı yoluna başvurulamaz (Yargıtay K. m. 16/son). Diğer yargı mercilerini bağlar (Yargıtay K. m. 45/5). İçtihadı birleştirme kararları nitelik olarak, diğer yargı kararlarının üzerinde ve tüm yargı organlarını bağlayan özelliği itibariyle, yargısal kararlardan çok, yasama işlevine yakın ve bir kural koyucu işlem niteliğindedir (Gözler, K.: Hukuka Giriş, s. 341). İBK, somut bir dava veya uyuşmazlıkla ilgili olmayıp, İBK ile aynı tür uyuşmazlıkların tümü için geçerli soyut ve genel nitelikte kurallar konulmalıdır. Zira, İBK’nın temel amacı hukukta birliği ve bütünlüğü sağlamaktır. Öte yandan İBK konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçları itibariyle bağlayıcı nitelikte kararlardır (YHGK, 20.02.1963 T. 4/71-21). İçtihadı birleştirme kararı alındığı andan itibaren uygulanmaya başlayacağı gibi geçmişe yürümeyeceği başka bir deyişle kesinleşmiş kararları etkilemeyeceği açıktır. Ayrıca içtihatları birleştirme kararlarının alınmasının ön koşulu, Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun belli bir konuya ilişkin görüş ve kabullerinin kararlı ve sürekli biçimde içtihatlarını ortaya koymaları ve bu yönün uygulamada kesinlik kazanmasıdır. Bir başka anlatımla içtihatların birleştirilmesine konu Yargıtay Özel Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu kararlarında istikrar kazanan bir uygulama bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla Yargıtay Özel Dairelerince ve Hukuk Genel Kurulunca salt somut uyuşmazlığa ilişkin verilen ve istikrar kazanmayan farklı kararların varlığı içtihatların birleştirilmesine gerekçe olamayacaktır. İçtihadı birleştirme kararlarının niteliği belirtildikten sonra tespit edilen ön sorunun değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Bu kapsamda içtihat farklılığı olduğu belirtilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 20. Hukuk Dairesinin kararları incelendiğinde, Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararında, davalısı harçtan muaf olan davalarda, davanın davacı lehine sonuçlanması hâlinde, mahkemece peşin alman karar ve ilam harcının davacıya iade edileceği ve bu durumda davacının harç ödeme yükümlülüğünün bulunmayacağı, davanın kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise, alınması gereken karar ve ilam harcının maktu red harcından daha fazla olamayacağı, bu nedenle, Harçlar Kanunu’nun 28. maddesi uyarınca, “karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmü uyarınca sonuçta burada alınması gereken harç maktu olup, nispi olmadığından alınacak peşin harç miktarının da en fazla maktu harç miktarı kadar olabileceği, aksine bir yaklaşımla, davanın niteliği gereği nispi harca tabi davalardan olduğu gerekçesiyle, davacıyı yargılamanın başında yukarıda sözü edilen madde hükmüne aykırı olarak yargılamanın sonunda yükümlü tutulacağı harç miktarından daha fazla harcı yatırmakla yükümlü tutmanın ve yatırması hâlinde dava sonunda alınması gereken maktu karar ve ilam harcını bu miktardan mahsup ederek bakiyesinin istek hâlinde davacıya iadesine karar vermenin ya da bu miktar yatırılmadığı takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına hükmetmenin, Harçlar Kanunu’nun 28. maddesinin lafzı ve ruhu ile çelişeceği gibi Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğinde olacağı belirtilmek suretiyle davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olduğu sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2013 tarihli ve 2013/21-445 E., 2013/1625 K. sayılı kararında ise, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28/1. maddesinin (a) bendinde nispi harçlarda karar ve ilam harcının ödeme zamanının düzenlendiği, ilgili bendin “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmünü taşıdığı, Harçlar Kanunu'nun 32. maddesinin birinci cümlesinde “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz” düzenlemesinin yer aldığı, bu hükmün, itiraz yoluyla Anayasaya aykırılığının, yerel mahkemelerce ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2010 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2009/27 E., 2010/9 K. sayılı kararı ile, 492 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci cümlesinin Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın (iptal isteminin) reddine karar verildiği, Harçlar Kanunu'nun 32. maddesi hükmünce, yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılamayacağından, ıslah edilen miktar yönünden bakiye nispi karar ve ilam harcı ödenmeksizin sonraki işlemlerin yapılmasına olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E., 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E, 2016/2123 K. ve 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararlarında, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkin davaların nispi harca tâbi olduğu, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 32. maddesinin birinci cümlesinde “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz.” hükmüne yer verildiği, Harçlar Kanunu’nda, harç alınması veya tamamlanmasının tarafların isteğine bırakılmadığı, değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (resen) gözetilmesinin hükme bağlandığı ve yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağının vurgulandığı, yargılama aşamasında taraflardan her birinin, yapmış olduğu usûl işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, kural olarak ıslah işlemi harca tabi bir işlem olup ıslah edilen husus, değer artırımı ise nispi tarifeye göre, değilse maktu harç yatırılması gerektiği, nispi karar ve ilâm harcına tabi davalarda davalı taraf harçtan muaf olsa dahi ıslah ile dava değerinin artırılması hâlinde artan dava değeri üzerinden karar ve ilâm harcının tamamlanması (ıslah harcı) gerektiği belirtilmiştir. İçtihadı birleştirmeye konu uyuşmazlık yukarıda belirtilen şekilde gerçekleşmekle birlikte önemle belirtilmelidir ki; davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olduğu konusunda Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararı dışında başkaca bir kararın bulunmadığı ve Hukuk Genel Kurulunca ya da Yargıtay Özel Dairelerince istikrar kazanmış uygulama hâlini almadığı, içtihatların birleştirilmesinin ön koşulunun, Yargıtay daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun belli bir konuya ilişkin görüş ve kabullerinin kararlı ve sürekli biçimde içtihatlarını ortaya koymaları ve bu yönün uygulamada kesinlik kazanmasının olduğu, mevcut içtihadı birleştirme konusunun bu özellikleri taşımadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmî dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği” konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de; içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi İçin, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2020/561 K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı sonucuna varılmıştır. IV. SONUÇ İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda ön sorun hakkında yapılan görüşmeler sonunda, “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmî dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği” konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2020/561 K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olmadığına 16.10.2020 tarihinde birinci görüşmede oy birliği ile karar verilmiştir.

29
9. HD., E. 2017/17899 K. 2020/13826 T. 28.10.2020
Esas No.: 2017/17899
Karar No.: 2020/13826
Karar tarihi: 28.10.2020
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk ( İş) Mahkemesi Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkili işçinin ... ili ... ilçesinde ihale ile iş alan şirketler nezdinde 15.10.2005 tarihinden ihale bitimi iş sözleşmesinin sona erdiği 02.10.2013 tarihine kadar bordroda gösterilen ücret karşılığında çalıştığını, yemek, servis ve erzak sosyal yardımlarından faydalandığını, 130 gün birikmiş yıllık izin hakkını kullandırılmadığını, ödenmeyen kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti alacağının davalıdan tahsilini istemiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, husumet yönünden davanın reddi gerektiğini, temizlik hizmet alım ihalelerinin Bursa Linyit İşletmeleri (BLİ) tarafından yapıldığını, BLİ Müdürlüğünün Seaş Genel Müdürlüğüne tüm hak ve yükümlülükleri ile birlikte devredildiğini, hizmet alımı ihalesinin BLİ Müdürlüğü tarafından yapılması sebebi ile ihale makamı sıfatının bulunmadığını, alacakların zamanaşımına uğradığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti : Mahkemece, yapılan yargılama, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Taraflar arasında davacının yıllık izin ücreti alacağı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 59. maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir sebeple sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü, işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile ispatlamalıdır. Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işveren, işçiye yemin teklif edebilir. Sözleşmenin feshi halinde kullanılmayan yıllık izin sürelerine ait ücret işçinin kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Böylece, iş sözleşmesinin feshinde kullanılmayan yıllık ücretli izin hakkı izin alacağına dönüşür. Bu nedenle zamanaşımı da, iş sözleşmesinin feshinden itibaren işlemeye başlar. Yıllık izin hakkı anayasal temeli olan bir dinlenme hakkı olup, işçinin iş sözleşmesinin devamı sırasında ücrete dönüşmez ve bu haktan vazgeçilemez. İşçinin iş sözleşmesinin devamı süresinde kullanmadığı yıllık izinlere ait ücreti istemesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin iş sözleşmesinin devamı sırasında izin hakkının bulunduğunun tespitini istemesinde hukuki menfaati vardır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31. maddesinde, hakimin davayı aydınlatma ödevi düzenlenmiş olup madde uyarınca, hakim uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği ve delil gösterilmesini isteyebileceği düzenlenmiştir. Somut olayda, davacı dava dilekçesinde 130 gün birikmiş yıllık izinlerin kullandırılmadığını ve yıllık izin ücretinin ödenmediğini iddia etmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda; davacının 15.10.2005- 02.10.2013 tarihleri arasında fasılalı olarak (2192 gün) 6 yıl 2 gün çalıştığı, toplam 90 gün izin hakkı bulunduğu kabulü ile hesaplanan yıllık izin ücreti alacağının hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır. Davacının uzun yıllar çalışmasına rağmen hiç izin kullanmaması hayatın olağan akışına aykırı olduğundan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 31. maddesi uyarınca hakimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacının çalışma süresi boyunca herhangi bir zamanda yıllık ücretli izin kullanıp kullanmadığı, kullanmış ise kaç gün kullandığı hususu açıklattırılarak davacı beyanı ile birlikte tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.10.2020 gününde oybirliği ile karar verildi.

30
9. HD., E. 2017/17891 K. 2020/13744 T. 28.10.2020
Esas No.: 2017/17891
Karar No.: 2020/13744
Karar tarihi: 28.10.2020
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı isteminin özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 01/12/2005-09/04/2012 tarihleri arası çalıştığını, iş sözleşmesinin işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğini beyanla kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatı, fazla çalışma ile yıllık ücretli izin alacaklarını istemiştir. Davalı cevabının özeti: Davalı, davacının iş sözleşmesinin mazeretsiz devamsızlığı üzerine haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme kararının özeti: Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-4857 sayılı İş Kanunu'nun 59. maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada, sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işveren, işçiye yemin teklif edebilir. Sözleşmenin feshi halinde kullanılmayan yıllık izin sürelerine ait ücret, işçinin kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Böylece, iş sözleşmesinin feshinde kullanılmayan yıllık ücretli izin hakkı izin alacağına dönüşür. Bu nedenle zamanaşımı da iş sözleşmesinin feshinden itibaren işlemeye başlar. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31. maddesinde, hakimin davayı aydınlatma ödevi düzenlenmiş olup, madde uyarınca, hakim uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği ve delil gösterilmesini isteyebileceği düzenlenmiştir. Somut olayda, davacı dava dilekçesinde çalışması boyunca hiç yıllık ücretli izin kullanmadığını iddia etmiştir. Mahkeme tarafından hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının on altı yıldan fazla olan hizmet süresi boyunca yıllık ücretli izin kullanmadığı varsayılarak, yıllık ücretli izin hesabı yapılmıştır. Hizmet süresi dikkate alındığında davacının, işyerinde çalıştığı on altı yıl boyunca hiç yıllık izin kullanmadığı iddiası hayatın olağan akışına aykırıdır. Mahkemece davanın aydınlatılması ödevi çerçevesinde davacının bu konudaki beyanları alınarak sonucuna göre yıllık ücretli izin alacağı hesaplanması gerekirken, belirtilen hususlar yerine getirilmeden yazılı şekilde eksik inceleme ile verilmiş olan karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. 3-Ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanunu'nun 68. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az on beş dakika, dört saatten fazla ve yedi buçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedi buçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedi buçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. İş Kanunu'nun 63. maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi on bir saati aşamayacağından, 68. maddenin belirlediği yedi buçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok on bir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde on bir saate kadar olan (on bir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, on bir saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir. Dosya içeriğine göre, davacının fazla mesai alacağının tanık beyanlarına itibarla haftanın 6 günü yaz aylarında 08.00-20.00 saatleri arası, kış aylarında ise 06.00-18.00 saatleri arası 1 saat ara dinlenme ile haftalık 21 saat fazla çalıştığı kabulü ile hesaplandığı anlaşılmaktadır. Dava konusu fazla mesai alacağı hesabında davacının 11 saati aşan çalışması olduğu gözetilmeksizin 1 saat ara dinlenme yaptığı kabulü yerinde değildir. Davacının fazla mesaisinin, tespit edilen günlük on iki saat çalışma süresinden yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde bir buçuk saat ara dinlenme süresi indirilmek suretiyle hesaplanarak sonucuna göre hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28/10/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

31
4. CD., E. 2020/9820 K. 2020/12545 T. 19.10.2020
Esas No.: 2020/9820
Karar No.: 2020/12545
Karar tarihi: 19.10.2020
görevi yaptırmamak için direnme • yaralama MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Görevi yaptırmamak için direnme HÜKÜM : Mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak: Avukatlık Kanunu’nun 26. maddesinde: “Stajyerler, avukat yanında staja başladıktan sonra, avukatın yazılı muvafakati ile onun gözetimi ve sorumluluğu altında, sulh hukuk mahkemeleri, sulh ceza mahkemeleri ile icra tetkik merciilerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili olarak duruşmalara girebilir ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebilir.” hükmü yer almaktadır. Somut olayda, katılan ...’nın, İstanbul Barosu Başkanlığı’nın 02/05/2014 tarihli yazısına göre, suç tarihinde, henüz Mahkemeler nezdinde staj yaptığının ve resmi görevli olarak icra müdürlüğündeki haciz işlemlerini de yürütemeyeceğinden kamu görevlisi olmadığının anlaşılması karşısında; sanığın yaralama suçundan cezalandırılması gerekirken suç vasfında yanılgıya düşülüp görevi yaptırmamak için direnme suçundan mahkumiyet hükmü kurulması, Kanuna aykırı, sanık ...’ün temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 19/10/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

32
14. HD., E. 2020/1957 K. 2020/5552 T. .20.9.2020
Esas No.: 2020/1957
Karar No.: 2020/5552
Karar tarihi: 20.09.2020
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 17/04/2004 gününde verilen dilekçe ile kadastral parselin ihyası talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 16/04/2012 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hakim K1 vekili ve davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: _ KARAR _ Davacı vekili, müvekkiline ait olan 527 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu alanda yapılan imar uygulaması sonucu 1058 ada 1 sayılı imar parsellerinin oluştuğunu, ancak yapılan imar uygulamalarının idari yargı yerinde iptal edildiğini ileri sürerek; tapu iptali ve tescil ile tapu kayıtlarının eski hale iadesinin sağlanması talebinde bulunmuştur. Davalı Hakim K1 vekili davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmü, davalı Hakim K1 vekili temyiz etmiş, davacı vekili düzeltilerek onanmasını talep etmiştir. 20 Şubat 2020 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7221 sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 7. maddesiyle 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesine yeni bir fıkra eklenmiştir. Eklenen bu hükme göre, 3194 sayılı Kanunun 18. maddesi kapsamında yapılmış imar uygulamalarının kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla iptal edilmesi nedeniyle; davaya konu parselin imar planı kararları ile umumi ve kamu hizmetlerine ayrılan alanlara denk gelmesi veya iptal edilen uygulama ile tahsis ve tescil edilmiş parsellerde hak sahiplerince yapı yapılmış olması ve benzeri hukuki veya fiili imkânsızlıklar nedeniyle geri dönüşüm işlemleri yapılarak uygulama öncesi kök parsellere dönülemeyeceğinin parselasyon planlarını onaylamaya yetkili idarelerin onay merciince tespiti halinde, öncelikle davaya konu parselin hak sahiplerinin muvafakati alınmak kaydıyla uygulama sahası içerisinde idarece uygun bir yer tahsis edileceği veya anlaşma olmaması halinde davacı hak sahibinin kök parseldeki yeri dikkate alınarak uygulamadaki düzenleme ortaklık payı kesintisi düşüldükten sonraki taşınmazın rayiç bedeli üzerinden değerinin ödeneceği belirtilmiştir. Dava konusu uyuşmazlık, eklenen bu hüküm uyarınca idareye başvuru yoluyla çözülmesi gerektiğinden, imar parselinin kadastral parsele ihyasına yönelik dava konusu talebin, kanun değişikliği nedeniyle reddine karar verilmesi için yerel mahkeme hükmünün bozulması gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/09/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

33
11. HD., E. 2019/4765 K. 2020/3078 T. 22.06.2020
Esas No.: 2019/4765
Karar No.: 2020/3078
Karar tarihi: 22.06.2020
MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi'nce bozmaya uyularak davanın reddine dair verilen 04/09/2019 tarih ve 2019/1445 E- 2019/1024 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacılar vekili, davacıların davalı şirketin kurucu ortakları olduğunu, şirketin üzerinde fabrika binası bulunan taşınmazından başkaca malvarlığının bulunmadığını, şirketin 2012-2013 yılı olağan genel kurul toplantısının diğer ortaklar katılmadığı için yapılamadığını, şirketin kurulduğundan bu yana herhangi bir ticari faaliyette bulunmadığını, gelir elde etmediğini, fabrika binasının diğer ortaklar tarafından kiraya verildiğini, fabrikadaki dinamolardan 5 tanesinin diğer ortaklardan F1 Mak. Oto İnş. San. ve Tic. Ltd. Şirketinin temsilcisi tarafından alındığını, büro içindeki koltuk ve malzemelerin ise ortak ... tarafından alınıp götürüldüğünü, diğer ortaklar ile irtibat kurulamadığından bir araya gelinemediğini ileri sürerek davalı şirketin feshine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, anonim ortaklığın haklı sebeplerle feshi davasında son çare ve ölçülülük ilkesinin geçerli olduğunu, haklı sebep teşkil edecek somut herhangi bir iddianın ya da delilin ileri sürülmediğini, davadan sonra genel kurul toplantısının yapıldığını, bu genel kurulda şirketin taşınmazının seçilen yeni yönetim kurulu tarafından kiraya verilmesine oy birliği ile karar verildiğini, böylece davacıların şirketin tüzel kişiliğinin devamına yönelik iradelerini ortaya koyduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, Dairemizin bozma ilamı ve tüm dosya kapsamına göre; hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda, davalı şirket yönünden TTK'nın 531. maddesi anlamında haklı fesih sebeplerinin bulunmadığı sonucuna varıldığından, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre, davacı vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK'nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK'nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 10,00 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 22/06/2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.

34
22. HD., E. 2017/30983 K. 2020/7086 T. 18.06.2020
Esas No.: 2017/30983
Karar No.: 2020/7086
Karar tarihi: 18.06.2020
MAHKEMESİ : ... 8. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : ALACAK Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 18/06/2020 Perşembe günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı adına vekili Avukat ....ile karşı taraf adına vekili Avukat ... geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili özetle, müvekkilinin 09/06/1997 tarihinden 16/02/2015 tarihine kadar kesintisiz olarak işçi olarak davalı işyerinde çalıştığını, sendikal nedenlerden dolayı iş akdine son verildiğini, feshin haklı bir sebebe dayanmadığını, bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatı ile eşit davranma borcuna aykırılıktan kaynaklanan tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı gerekçeyle kıdem ve ihbar tazminatlarının kabulüne, ayrımcılık tazminatı isteminin reddine karar verilmiştir. İstinaf başvurusu : İlk derece mahkemesinin kararına karşı taraflar istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince, davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, davacının istinaf başvurusu kabul edilerek kıdem ve ihbar tazminatlarına ilaveten ayrımcılık tazminatı isteminin de kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup İş Hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmemektedir. Bahsi geçen ilke eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir. Öte yandan anılan ilke hakların sınırlandırılmasına yerine korunmasına hizmet eder. Eşitlik İlkesi ise en temel anlamda Anayasa’nın 10. ve 55. maddelerinde de ifade edilmiş, 10. maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55. maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir. Bundan başka eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları ... Bildirgesi, ... İnsan Hakları Sözleşmesi, ... Sosyal Şartı, ... Ekonomik Topluluğu Antlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna rağmen eşitlik ilkesini düzenleyen 5. maddede her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı yine 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesinin 6. fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkanı bulunmaktadır. Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta Bölge Adliye Mahkemesince eşit davranma borcuna aykırılıktan kaynaklanan ayrımcılık tazminatı isteminin kabulüne karar verilmiş ise de, karar dosya içeriğine uygun düşmemektedir. Eşit davranma borcuna aykırılıktan kaynaklanan ayrımcılık tazminatına hükmedilebilmesi için, İş Kanunu’nun 5. maddesinde belirtildiği üzere “dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı” olarak ayrımcılık yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte somut olayda davacı tarafından ayrımcılık yapılmasının sebebine ilişkin bir iddia ileri sürülmediği gibi ayrımcılık tazminatına hükmedilmesini gerektirecek şekilde bir sebep de kanıtlanamamıştır. Bu itibarla davacının ayrımcılık tazminatı isteminin reddine karar verilmesi gerekmektedir. Anılan hususlar gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde Bölge Adliye Mahkemesince hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, davalı yararına takdir edilen 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

35
18. CD., E. 2019/8224 K. 2020/4447 T. 17.02.2020
Esas No.: 2019/8224
Karar No.: 2020/4447
Karar tarihi: 17.02.2020
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hakaret
HÜKÜM : Mahkumiyet
KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvuruların süreleri ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteklerinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Somut olayda sanığın katılana hitaben: “Sen çok terbiyesiz bir adamsın.” şeklindeki ve kaba hitap tarzı niteliğindeki sözlerin, katılanların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; 1- Hakaretin aleni bir yerde işlenmesine rağmen sanık hakkında TCK’nın 125/4. maddesi uygulanmayarak eksik ceza tayini, 2- Hapis cezası ertelenen sanık hakkında, TCK’nın 53. maddesinde düzenlenen güvenlik tedbirlerine hükmolunmak suretiyle, TCK’nın 53/4. maddesine aykırı davranılması, Kanuna aykırı, sanık ... ve katılan ...’nın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 17/02/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

37
11. HD., E. 2020/197 K. 2020/1578 T. 17.2.2020
Esas No.: 2020/197
Karar No.: 2020/1578
Karar tarihi: 17.02.2020
TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Konya 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 26/02/2019 tarih ve 2019/156 E. - 2019/66 K. sayılı kararın davacı tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi'nce verilen 23/10/2019 tarih ve 2019/1444 E. - 2019/898 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi K1 tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı, davalı şirketin yetkilileri tarafından istenildiği an geri alınabileceği ve yüksek oranda kâr verileceği taahhüdü ile nakit para topladığını, müvekkilinin bu beyanlara güvenerek ortaklık durum belgesi karşılığında davalı şirkete 34.260 Euro para yatırdığını, ancak taraflar arasında geçerli bir ortaklık ilişkisi kurulduğundan söz edilemeyeceğini, davalı şirketin ve şirketin yöneticisi olan davalı şahısların bu paranın iadesinden sorumlu olduğunu ileri sürerek, davalı şirketin ortağı olmadığının tespitini ve 34.260 Euro’nun davalılardan tahsilini istemiştir. İlk derece mahkemesince, 19/12/2018 tarih ve 7155 Sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Talebin Başlatılması Usulü Hakkındaki Kanunun 20. maddesi ile eklenen TTK’nın 5/A maddesinin, "Bu Kanunun 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır." hükmünü haiz olduğu, davacı tarafın dava açmadan önce arabulucuya başvurmadığı, dava şartlarından olan bu hususun sonradan giderilmesi mümkün olmadığından bu konuda davacıya ek süre verilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle, davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir. Karara karşı, davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı temyiz etmiştir. Dava, geçerli bir ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince, dava türü itibariyle dava açılmadan önce arabulucuya müracaat edilmesinin dava şart olduğundan bahisle davanın usulden reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafından yapılan istinaf başvurusu da bölge adliye mahkemesince aynı gerekçeyle esastan reddedilmiştir. Davanın 7115 sayılı yasanın 20. maddesi ile TTK’nin 5. maddesine eklenen 5/A maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra açıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Bahse konu maddeye göre, TTK’nin 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Somut olayda, 6100 sayılı HMK’nın 110. maddesiyle düzenleme altına alınan “davaların yığılması” durumu söz konusu olup, uyuşmazlık, verilen paranın tahsili ve ortak olmadığının tespiti olmak üzere iki ayrı dava içermektedir. Konusu bir miktar paranın ödenmesi olan tahsil davası arabuluculuğa tabi ise de, geçerli bir ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespitine ilişkin dava, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan bir alacak ya da tazminat davası olmadığından arabuluculuğa tabi değildir. Bu durumda, arabuluculuğa tabi olmayan bir dava ile birlikte açılan tahsil davası da arabuluculuk dava şartına tabi olmayacağından aksi yöndeki mahkeme gerekçesi isabetli görülmemiştir. Öte yandan 07.12.2019 tarih, 30971 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'nun 41. maddesinde 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması Ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler İle 5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu Ve 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici maddenin eklendiği belirtilmiş olup, işbu geçici 4. maddede ''31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez. Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.” hükmü düzenlenmiş, aynı Kanun'un 52/1-h maddesinde de işbu hükmün yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlanmıştır. Bu itibarla, ilk derece mahkemesince, işin esasına girilerek, taraf iddia ve savunmalarının Sermaye Piyasası Kanunu'nun 16. maddesi ve anılan yasal düzenleme kapsamında değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararının bozularak kaldırılması gerekmiştir . SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle davacının temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK'nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine. ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 17/02/2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Dairemiz çoğunluğunun bozma düşüncesine dayanak teşkil eden 7194 sayılı Kanun’un 41. maddesi ile çeşitli kanunlara eklenen Geçici 4. madde, kanaatimce, her şeyden önce, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ve bu maddede öngörülen karar alma hakkıyla birlikte ele alındığında Anayasa’nın 36. maddesinde hükme bağlanan hak arama hürriyetini ihlal eden bir yasal düzenlemedir. Öte yandan, söz konusu hüküm, yine Anayasa’nın 9. maddesindeki yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağına ilişkin hükme, kanun maddesinin kamuoyunca bilinen ve sınırlı sayıdaki sermaye şirketi ile ve bu şirketler aleyhine açılan davalarla ilgili olduğu düşünülecek olursa Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamındaki 10/4. maddesi ile yasama meclisinin bir devlet organı sıfatıyla bu ilkeye uygun hareket etme zorunluluğuna ilişkin 10/5. maddesine, yine Anayasa’nın 35. maddesinde belirtilen ve kişinin temel hak ve hürriyetleri kapsamındaki mülkiyet hakkına ve bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılacağına ilişkin hükme aykırı olduğu gibi, buradan hareketle, devletin, kişinin temel haklarını hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmaya çalışması gerekmesine karşın hak arama ve mülkiyet hakkının kullanımının önüne geçen bir düzenleme olarak ortaya çıkmış bulunması nedeniyle Anayasa’nın 5. maddesine, keza düzenlemenin kişinin temel hak ve özgürlükleri kapsamındaki hak arama ve mülkiyet hakkının özüne dokunan niteliği gözetildiğinde Anayasa’nın 13. maddesine, Anayasa’nın 138/3. maddesinde görülmekte olan somut davalarla ilgili olarak yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili görüşme dahi yapılamayacağı hükme bağlanmış iken dava hangi nedenle açılmış olursa olsun verilecek kararın ve hatta yargılama giderlerinin dahi ne şekilde hükme bağlanacağının düzenlenmiş olması nedeniyle söz konusu hükme de aykırı düşmektedir. Her ne kadar Anayasa’nın 167. maddesinde devletin para, kredi, sermaye piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alacağı öngörülmüş ise de, alınacak bu tedbirlerin herhalde Anayasaya aykırı bir kanuni düzenleme yoluyla gerçekleştirilmesi düşünülemeyecek olup aksinin kabulü Anayasa’nın başlangıç hükümlerine açıkça aykırı düşecektir. Tüm bu nedenlerle, çoğunluk kararının dayanağı yasa hükmünün, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesi uyarınca itiraz yoluyla iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması ve buradan çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği kanısında olduğumdan çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyorum.

38
18. CD., E. 2019/6828 K. 2020/241 T. 13.1.2020
Esas No.: 2019/6828
Karar No.: 2020/241
Karar tarihi: 13.01.2020
sükunu bozma • kişilerin huzur ve sükununu bozma • gürültü yapma • hak yoksunluğu MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Kişilerin huzur ve sükununu bozma HÜKÜM : Mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; 1) Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu ile korunan hukuki yarar kişi özgürlüğünün korunması ve bireyin, psikolojik ve ruhsal bakımdan rahatsız edilmemesi ve yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için, kanun metninde yazılı bulunan telefon etme, gürültü yapma ya da aynı maksatla, hukuka aykırı bir davranışta bulunulması eylemlerinin bir kez yapılmasının yeterli olmadığı, eylemin ısrarla tekrarlanması, süreklilik arz etmesi ve sırf kişilerin huzur ve sükununu bozma saikiyle işlenmesi gerekmektedir. Sanığın aşamalarda daha önce gönül ilişkisi bulunan katılanı kullanmakta olduğu hattından arayarak görüştüklerine ilişkin savunması ile katılanın, sanığın kendisini rahatsız ettiğini iddia ettiği 05/04/2014- 22/04/2014 tarihleri arasında sanığın araması sonucu katılan ile birden fazla kez uzun görüşme sürelerinin bulunduğunun HTS kayıtlarından anlaşılması karşısında; sanığın kastının ne şekilde sırf huzur ve sükunu bozma saiki olarak kabul edildiği yöntemince açıklanmadan yetersiz gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi, 2) Kabule göre de; TCK'nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesi'nin, 08/10/2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararıyla, iptal edilmiş olması nedeniyle, uygulanma olanağının ortadan kalkmış olması, Bozmayı gerektirmiş, sanık ...’nın ileri sürdüğü nedenler yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 13/01/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

39
19. CD., E. 2019/9085 K. 2021/4129 T. 12.4.2021
Esas No.: 2019/9085
Karar No.: 2021/4129
Karar tarihi: 12.04.2021
etkin pişmanlık • müsadere MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : 5607 Sayılı Kanuna Aykırılık HÜKÜMLER : Mahkumiyet, Nakil Aracının İadesi Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Yerel Mahkemece kurulan mahkumiyet hükmüyle birlikte, 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesi ve 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesindeki şartların gerçekleşmemesi sebebiyle, nakilde kullanılan aracın iadesine de karar verildiği, iade kararının, araç hakkında açılmış müsadere davasının konusu olması bakımından, bozma kararıyla birlikte aracın iadesi hükmünün de ortadan kalkacağı, bu durumda yeniden yapılacak yargılama sonucunda tekrar iade kararı verilmesi halinde, kanun yollarının tüketilmesi de dahil, bu kararın kesinleşmesinin uzun bir süre geçtikten sonra mümkün olacağı, kanun yolu denetiminde aracın iadesi kararının hukuka uygun bulunması halinde, bu süre zarfında şahsın, aracı üzerindeki hukuki tasarruf hakkından mahrum kalacağı, aksi durumun ise AİHS ek 1 protokolün 1. maddesi ve Anayasa'nın 35. maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkına haksız müdahale oluşturacağı, Yargıtayca bu aşamada yapılacak denetimin söz konusu sakıncaları ortadan kaldıracağı gibi, yargılamanın makul sürede bitirilmesi ilkesinin yerine getirilmesi bakımından da gerekli olduğu değerlendirilerek, temyize konu mahkeme hükmü ceza ve müsadere bakımından ayrı başlıklarda incelenmekle; A- Nakil aracının iadesi kararına yönelik katılan vekilinin temyiz talebinin incelenmesinde; Nakilde kullanılan aracın iadesine ilişkin mahkeme gerekçesi yerinde olmakla, temyiz nedenleri yerinde görülmediğinden katılan vekilinin TEMYİZ İTİRAZLARININ REDDİYLE İADE KARARININ ONANMASINA, B- Sanıklar hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde; Başkaca temyiz sebepleri yerinde görülmemiştir. Ancak; 1-Hükümden sonra 15.04.2020 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı 62. maddesi ile değiştirilen 5607 sayılı Kanun'un 5/2. maddesine eklenen fıkra uyarınca kovuşturma aşamasında etkin pişmanlık uygulamasının olanaklı hale geldiği anlaşılmakla, 5237 sayılı TCK'nin 7. maddesi ve 7242 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile 5607 sayılı Kanun'a eklenen geçici 12. maddenin 2. fıkrası mucibince ilgili hükümlerin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun yerel mahkemece yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu, 2-Sanıklar hakkında belirlenen temel cezada TCK'nun 61. maddesi uyarınca teşdit uygulanarak alt sınırdan uzaklaşılması suretiyle hüküm kurulduğunun anlaşılması karşısında; hükümden sonra 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile 5607 sayılı Kanunun 3/18. maddesinde değişiklik yapıldığı gözetilerek, sanıkların kaçak olarak ülkeye sokulan suça konu eşyayı ticari maksatla bulundurmak eyleminden dolayı 5607 sayılı Kanunun 3/10. maddesindeki "Kaçakçılık suçunun konusunu oluşturan eşyanın akaryakıt ile tütün, tütün mamulleri, etil alkol metanol ve alkollü içkiler olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarısından iki katına kadar arttırılır, ancak bu fıkranın uygulanması suretiyle verilecek ceza üç yıldan az olamaz." şeklindeki düzenlemeye göre 6545 sayılı Kanun ile değişik 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 3/5-10. maddeleri ile 6455 sayılı Kanun ile değişik 5607 sayılı Kanunun 3/18. maddelerinin ilgili tüm hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe kanunun belirlenmesi zorunluluğu, 3- Kasıtlı suçtan hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına hükmedilmiş ise de, 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile anılan maddenin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu, Kanuna aykırı ve sanıkların temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKÜMLERİN, 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 321. maddesi uyarınca tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 12/04/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

40
1. HD., E. 2019/3203 K. 2021/2135 T. 8.4.2021
Esas No.: 2019/3203
Karar No.: 2021/2135
Karar tarihi: 08.04.2021
zorunlu dava arkadaşlığı • muris muvazaası • muvazaa iddiası • tapu iptali • temyiz kesinlik sınırı • davanın kabulü • ihtiyari dava arkadaşlığı MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL Taraflar arasındaki davadan dolayı ... Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesince verilen 25.04.2019 gün ve 447-320 sayılı karar davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 08.03.2021 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat ...ile temyiz edilen davalılar vekili Avukat ... geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: -KARAR- Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında tapu iptali-tescil isteğine ilişkin olup, davanın kabulü hakkındaki mahkeme kararına karşı yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince yerinde görülerek davanın reddine karar verilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Bilindiği üzere; 6100 sayılı HMK.'nın 362.maddesinde bölge adliye mahkemelerinin temyiz olunamayan kararları düzenlenmiş, 1/a bendinde de miktar veya değeri kırkbin Türk lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar" hükmüne yer verilmiş, 2019 yılı itibarıyla HMK.'nın 362/1-a bendinde belirtilen 40.000.00TL’lik kesinlik sınırı 58.8000,00TL olarak uygulanmaya başlanmıştır. Hemen belirtilmelidir ki, pay oranında açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil davalarında davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan, dava değerinin davayı açan mirasçı veya mirasçıların her birinin payına isabet eden değer olacağı kuşkusuzdur. Somut olayda, davaya konu taşınmaz yarı yarıya davalılara temlik edildiğine göre, taşınmazın keşfen saptanan 590.811,20TL değerinin her bir davalının yarı payına isabet eden 295.405,60TL′si üzerinden her bir davacının talep ettiği 1/8′er payın karşılığı 36.925.70TL olup, anılan değerin 2019 yılı itibarıyla temyiz kesinlik sınırı olan 58.8000,00TL’nin altında kaldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, temyiz kesinlik sınırı içinde kalması nedeniyle temyiz kabiliyeti bulunmayan kararlar hakkında 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtayca da bir karar verilebileceği açıktır. Yukarıda açıklanan nedenden ötürü temyiz kesinlik sınırı içinde kaldığı anlaşılan eldeki dava yönünden davacıların temyiz dilekçesinin değerden REDDİNE, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edilen davalılar vekili için 3.050.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz eden davacılardan alınmasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden tarafa geri verilmesine, 08.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

41
2. HD., E. 2020/6910 K. 2021/2837 T. 8.4.2021
Esas No.: 2020/6910
Karar No.: 2021/2837
Karar tarihi: 08.04.2021
maddi ve manevi tazminat talebi • yoksulluk nafakasının kaldırılması talebi • karşı dava • manevi tazminat MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından kadının boşanma davasının kabulü, kadın lehine hükmedilen tazminatlar, kusur belirlemesi ile reddedilen tazminat talepleri yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı-karşı davalı kadın, Türk Medeni Kanunu'nun 166/1. maddesine dayalı olarak boşanma davası açmış olup davalı-karşı davacı erkek ise; karşı dava dilekçesi ile Türk Medeni Kanunu'nun 166/1. maddesine dayalı karşı boşanma davası açmıştır. İlk derece mahkemesince her iki boşanma davasının kabulü ile boşanma ve ferilerine ilişkin hüküm kurulmuş, ilk derece mahkemesinin bu kararı; davalı-karşı davacı erkek tarafından, kusur belirlemesi, kadının boşanma davasının kabulü, kadın lehine hükmedilen tazminatları ile kendi boşanma davasında kabul edilmeyen maddi ve manevi tazminat taleplerine yönelik istinaf edilmiştir. Bölge adliyle mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; erkeğin istinaf taleplerinin esastan reddine ilişkin hüküm kurulmuş, bölge adliye mahkemesinin bu kararı; davalı-karşı davacı erkek tarafından temyiz edilmiştir. Tarafların karşılıklı boşanma davalarına ilişkin yargılama devam ederken, temyiz aşamasında davalı-karşı davacı erkek 4.1.2021 tarihinde, ... Aile Mahkemesi'nin 2021/3 esas sayılı dosyası ile Türk Medeni Kanunu'nun 161. maddesine dayalı olarak boşanma davası açmış ve davasının eldeki dava ile birleştirilmesini talep etmiştir. Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir. Birleştirme kararı, ikinci davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar (HMK m. 166/1). Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması, ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda bağlantı var sayılır (HMK m. 166/4). İlk derece mahkemesinin kararı taraflarca erkeğin davasında verilen boşanma hükmü yönünden kanun yolu başvurularına konu edilmemek suretiyle, boşanma yönünden kesinleşmiş olmakla birlikte; boşanma davalarında tarafların kusurlarının belirlenmesi, boşanmanın eki niteliğinde bulunan maddi-manevi tazminatlar, yoksulluk nafakası ve velâyet gibi taleplerin sağlıklı değerlendirilerek doğru karar verilebilmesi; bu davaların birlikte görülmesi ve delilerin birlikte değerlendirilmesiyle mümkündür. Bu nedenle, erkeğin birleştirme talepli açmış olduğu dava dosyasının, eldeki dosya içerisine alınarak, tüm davalar birlikte değerlendirilip, her davanın esası hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerektiğinden hükmün bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda gösterilen sebeple; ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi 16.11.2020 tarih, 2020/689 esas ve 2020/1367 sayılı esastan ret kararının, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/1. maddesine göre KALDIRILMASINA, ... l. Aile Mahkemesi'nin 26.02.2020 tarih, 2018/810 esas ve 2020/109 sayılı kararının kadının boşanma davasında kusur belirlemesi, feri talepler yönünden ve erkeğin boşanma davası ve feri talepleri yönünden BOZULMASINA, bozma sebebine göre temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine kesin olarak oybirliğiyle karar verildi. 08.04.2021 (Per.)

42
16. HD., E. 2018/5101 K. 2021/3448 T. 8.4.2021
Esas No.: 2018/5101
Karar No.: 2021/3448
Karar tarihi: 08.04.2021
MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen 08.04.2021 gün ve saatte temyiz eden ... vekili Avukat ...geldi. Aleyhine temyiz istenilen gelmedi. Gelenin yüzüne karşı duruşmaya başlandı. Tarafın sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Yargıtay bozma ilamında özetle; “Keşifte dinlenen mahalli bilirkişiler ve tespit bilirkişilerinden ortak beyan alındığı ve kopyala yapıştır yöntemiyle aynı beyanlar yazılmış olması sebebiyle usulüne uygun şekilde keşif yapılmadığı, müdahil-davalı ..., (A) bölümünü de kapsayacak şekilde kadastrodan sonra ev yaptığını öne sürerek, bu bölümün davacılara ait olduğunun kabul edilmesi halinde muhik bir bedelle adına tescili istemiyle davaya katıldığı halde mahkemece bu talep hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar da verilmediği açıklanarak, mahallinde yeniden keşif yapılması, keşif sırasında dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın geçmişte ne durumda bulunduğu, kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, kim tarafından ne zamandan beri ne suretle kullanıldığı hususlarının etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılması, alınan beyanların keşif zaptına ayrı ayrı yazılması, göstermiş oldukları sınırların fen bilirkişine işaretlettirilmesi, beyanları arasında çelişki ortaya çıktığı takdirde giderilmeye çalışılması, fen bilirkişisinden, keşfi denetlemeye elverişli ve yeterli rapor alınması, davacı tarafından iddia edilen bölüm üzerinde davalı-müdahil tarafından yaptırılan bina bulunup bulunmadığının tereddütsüz olarak belirlenmesi ve inşaat bilirkişisinden müdahil-davalının talepleri yönüyle rapor alınması ve sonucuna göre karar verilmesi” gereğine değinilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, davacı-karşı davalının davasının kabulüne, müdahil-davalı ...’ın davasının reddine, çekişmeli 138 ada 5 nolu parselin tapu kaydının iptali ile harita bilirkişileri ... ve ...'ın 22.11.2017 tarihli raporlarındaki krokilerinde (A) harfi ile gösterilen 18,70 metrekarelik kısmın 138 ada 5 parselden ifraz edilerek 138 adanın en son parsel numarasından sonra gelen bir parsel numarası verilerek 18,70 metrekare yüzölçümü ile arsa vasfıyla davacının babası ... oğlu ...'in mirasçıları adına veraset ilamındaki miras payları oranında tapuya kayıt ve tesciline, ifrazdan sonra geriye kalan 81,59 metrekarenin garaj ve arsası vasfı ile tapu maliki ... oğlu ... adına tesciline karar verilmiş; hüküm, müdahil-davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye nispi temyiz karar harcının temyiz edenden alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.04.2021 gününde oybirliği ile karar verildi.

43
16. HD., E. 2018/5803 K. 2021/3461 T. 8.4.2021
Esas No.: 2018/5803
Karar No.: 2021/3461
Karar tarihi: 08.04.2021
bilirkişi kurulu • harç muafiyeti MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Yargıtay bozma ilamında özetle; “Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermek için yeterli olmadığı belirtilerek, dava tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ilişkin en az 3 adet stereoskopik hava fotoğrafının Harita Genel Komutanlığından getirtilerek dosyanın ikmal edilmesinden sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler ve davacı tarafın bildirmiş olduğu tanıklar, ... Fakültesi Toprak Bölümü Öğretim Üyelerinden seçilecek 3 kişilik ziraat mühendisi bilirkişi kurulu ve serbest çalışan jeodezi ve fotogrametri uzmanı harita mühendisi bilirkişinin katılımıyla keşif yapılması, yapılacak bu keşifte dinlenilecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından, taşınmaz bölümlerinin geçmişte ne durumda bulunduğu, kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, kim tarafından ne zamandan beri ve ne suretle kullanıldığı, taşınmazın öncesinin mera, yaylak veya kışlak olup olmadığı, taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olması halinde imar-ihyaya konu edilip edilmediği, imar- ihyaya konu edilmiş ise ihyanın hangi tarihte başlayıp ne zaman bitirildiği hususlarının etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılması; ziraatçi bilirkişi kurulundan, çekişmeli taşınmazın toprak yapısı ile komşu parsellerin toprak yapısının mukayese edilmesi suretiyle, çekişmeli taşınmaz bölümlerinin toprak yapısını ve niteliğini belirtir ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınması, rapor ekinde taşınmazın değişik yönlerden çekilmiş komşu taşınmazlar ile arasındaki sınırları gösterecek şekilde renkli fotoğrafların eklenmesinin istenilmesi; belirtilen tarihlerde çekilmiş stereoskopik hava fotoğrafları üzerinde jeodezi ve fotogrametri uzmanı bilirkişiye stereoskop aletiyle inceleme yaptırılarak, çekişme konusu taşınmaz bölümleri hava fotoğraflarında işaretlenmek suretiyle, bu yerlerin önceki ve şimdiki niteliğinin ne olduğunun, arazinin ekonomik amacına uygun olarak tarım arazisi niteliğiyle zilyetliğine ne zaman başlanıldığının, zilyetliğin ne şekilde sürdürüldüğünün belirlenmesinin istenilmesi ve bundan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi” gereğine değinilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne, çekişmeli 121 ada 36, 37, 38 ve 44 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptaline, 121 ada 36 parsel sayılı taşınmazın 13.05.2014 tarihli fen bilirkişisi raporunda (36-A) harfi ile gösterilen bölümünün davacı ... adına, ifraz sonrası kalan (36-B) harfi ile gösterilen bölümünün davalı Hazine adına; 121 ada 37 parsel sayılı taşınmazın aynı fen bilirkişisi raporunda (37-A) harfi ile gösterilen bölümünün davacı ... adına, ifraz sonrası kalan (37-B) harfi ile gösterilen bölümün davalı Hazine adına; 121 ada 38 parsel sayılı taşınmazın aynı fen bilirkişisi raporunda (38-A) harfi ile gösterilen bölümünün davacı ... adına, ifraz sonrası kalan (38-B) harfi ile gösterilen bölümünün davalı Hazine adına, 121 ada 44 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, mahkemece hükmüne uyulan bozma kararında açıklandığı gibi işlem yapılıp sonucuna göre hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.04.2021 gününde oybirliği ile karar verildi.

44
11. HD., E. 2019/4045 K. 2021/3483 T. 8.4.2021
Esas No.: 2019/4045
Karar No.: 2021/3483
Karar tarihi: 08.04.2021
marka tescili • zıya • esas sözleşme • davanın kabulü • karşı dava • haksız rekabet • ticaret unvanı MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 19.12.2017 tarih ve 2017/15 E. - 2017/585 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi'nce verilen 30.05.2019 tarih ve 2018/1229 E. - 2019/657 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 06.04.2021 günü hazır bulunan davacı vekili Av. ... ile davalı vekili Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkili şirketin Türkiye’nin ilk özel sektör şarap üreticisi olarak 1929 yılında Ankara’nın Kavaklıdere semtinde kurulduğunu, kurulduğu günden bu yana kesintisiz olarak “Kavaklıdere” ticaret unvanını kullandığını, müvekkili şirketin iştigal konusunun ana sözleşmesinde belirtildiği üzere şarapçılık ve kanunen caiz her türlü alkollü, alkolsüz içecek ile gıda maddesi üretimi, iç ticaret ve turizm endüstrisini ilgilendiren her türlü etkinlik olduğunu, yapılan yatırımlarla “Kavaklıdere” markasının ülkemizin en eski ve tanınmış markalarından birisi haline getirildiğini, bu ibarenin aynı zamanda müvekkili adına marka olarak tescilli olduğunu, davalı şirketin ise ticaret unvanı "Yeni Kavaklıdere Gıda Tarım Hayvancılık Kimya Fermantasyon San ve Tic Ltd. Şti." iken "Kavaklıdere Gıda AŞ" olarak değiştirdiğini, “Yeni Kavaklıdere” ve “Yeni Kavaklıdere Efor” ibareli ilki 1984 yılında tescil edilmiş 4 adet tescilli markasının bulunduğunu, belirtilen markalarda “Yeni” ve “Kavaklıdere” ibarelerinin boyut ve görünüm olarak birbirine eşit puntolarla yazıldığını, davalının tescilli markalarını, tescilli oldukları halleriyle değil “KAVAKLIDERE” ibaresini ön plana çıkartarak, “Yeni” ibaresini son derece küçük ve neredeyse hiç okunamayacak puntolarla yazılı olarak kullandığını, davalının “Yeni Kavaklıdere” markasını tescilli halinden farklı olarak, müvekkili şirketin tescilli “Kavaklıdere” markaları ve ticaret unvanı ile iltibas yaratacak şekilde kullanarak, şirket unvanı olarak “Kavaklıdere” işaretini tescil ettirmek ve unvandaki “Kavaklıdere” işaretini markasal olarak kullanmak suretiyle müvekkili şirkete ait marka hakkını ihlal ettiğini, haksız rekabete yol açtığını, “Kavaklıdere” tanıtım işaretinin/markasının tanınmışlığından-şöhretinden haksız ve izinsiz olarak faydalandığını, aynı ibareye alan adında da yer verdiğini ileri sürerek, davalı şirketin ticaret unvanından “KAVAKLIDERE” ibaresinin çıkartılmasına, sicilden terkinine, davalının haksız rekabetin men’ine, “KAVAKLIDERE” markasına tecavüzlerinin ref ve men’ine, davacının haksız rekabetinin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, www.kavaklideregida.com alan adının terkinine ve hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkili şirketin 1952 yılından beri faaliyet gösterdiğini, “Yeni Kavaklıdere” markasını en baştan bu yana tanıtım vasıtası olarak kullandığını, ilki 1984 yılında olmak üzere, bu ibareyi defaten marka olarak tescil ettirdiğini, Ankara merkezli olan her iki şirketin uzun yıllardan bu yana kendi sektörlerinde faaliyet gösterdiklerini ve birbirlerinden haberdar olduklarını, davacı şirket yetkililerinin müvekkili tesislerini 2014 ve 2015 yıllarında ziyaret ederek müvekkili şirketi devralma yoluyla şirketleri birleştirme teklifinde bulunduklarını, 2014 ve 2015 yılında bu görüşmeler yapılırken, müvekkili şirketin unvanını “KAVAKLIDERE GIDA A.Ş.” olarak değiştirdiğini ve 2014 yılında yapılan bu değişikliğin davacı tarafından bilindiğini, ayırt ediciliği olmayan tali bir unsur olan “Yeni” ibaresinin müvekkili şirket unvanından çıkartılmasının, davacı kullanımına yaklaşma çabası olarak aktarılmasının yerinde olmadığını, bu değişikliğin amacının müvekkili şirketin yeni bir firmaymış gibi algılanmasının önüne geçilmesi olduğunu, ayırt edici olan “Kavaklıdere” ibaresinin, davacı ve müvekkili şirket tarafından uzun senelerdir birlikte kullanıldığını, müvekkili şirketin 65 yılı aşkın süredir sirke, sos grupları, şalgam suyu vb. üretmek suretiyle kendi sektöründe faaliyet gösterdiğini, alkollü içecek üretiminin kesinlikle bulunmadığını, markasını 1984 yılında tescil ettirdiğini ve “Yeni Kavaklıdere” ibareli 81189 (1984), 2003 25640 (2003), 2006 28862 (2006) ve “Yeni Kavaklıdere Efor” ibareli 2010 80623 (2010) tescilli markalarının sahibi olduğunu, davacının ihtarname dahi göndermeksizin bu davayı ikame etmiş olmasının tamamen kötü niyetli bulunduğunu gösterdiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının, davalının "YENİ KAVAKLIDERE SİRKELERİ", "YENİ KAVAKLIDERE SİRKELERİ" ve "KAVAKLIDERE SİRKELERİ" biçiminde kullanımlarına ses çıkarmaması nedeniyle bu kullanımlar yönünden susmak suretiyle hak kaybına uğradığı, susma suretiyle hak kaybı koşullarının mevcut olması nedeniyle davalının yukarıdaki kullanımlarının davacı adına tescilli markalardan doğan haklara tecavüz etmediği, davalının internetteki "KAVAKLIDERE GIDA A.Ş" şeklindeki ve internet sitesindeki markasal kullanımla aynı şekilde ticaret unvanı kullanımı içeren broşür ve instagram fotoğrafındaki kullanımının davacı markalarından doğan haklara karıştırılma ihtimali yaratmak suretiyle tecavüz etmediği, bu eylemlerin haksız rekabet de oluşturmadığı, tarafların serbest piyasada birlikte varoldukları, davacının kendisinden sonra faaliyete başlayan davalı şirket hakkında ticari faaliyet alanları ve kayıtlı oldukları ticaret sicil memurlukları ile ticari hayatın olağan akışı dikkate alındığında davalı faaliyetlerini bildiği veya bilebilecek durumda olduğu, davacının marka hakkına dayanarak açtığı davada, dosya kapsamında temel olarak davacının sessiz kalma yolu ile hak kaybına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, davalının ticaret unvanını tescilli olduğu biçimiyle değil "KAVAKLIDERE" ibaresini öne çıkaracak şekilde markasal olarak kullandığı, yine bordo zemin üzerine "KAVAKLIDERE" ibaresinin yazılması suretiyle gerçekleşen markasal kullanımın, davacının tescilli markaları kapsamında veya önceden beri gerçekleşen fiili kullanımları kapsamında bir kullanım olarak değerlendirilemeyeceği, söz konusu kullanımlarının, davacının marka tescilinden doğan haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının da söylenemeyeceği gerekçesiyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/1-b-2 maddesi gereğince kabulü ile, Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 19.12.2017 gün ve 2017/15 E. - 2017/585 K. sayılı kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile "KAVAKLIDERE" ibaresinin, davalı şirketin ticaret unvanından terkinine, davalının, ticaret unvanını tescilli olduğu biçimiyle değil, ticaret unvanında yer alan "KAVAKLIDERE" ibaresini öne çıkaracak şekildeki kullanımının ve bordo zemin üzerine "KAVAKLIDERE" ibaresi yazılmak suretiyle gerçekleşen markasal kullanımının, markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, bu eylemlerin ref'ine ve men'ine, haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, bu kapsamda, davalının yukarıda belirtilen kullanımlarına konu her türlü tabela, broşür, etiket, ambalaj ve sair tanıtma vasıtalarının toplanmasına, "KAVAKLIDERE" ibaresinin silinmesine, silinmeyenlerin imhasına, "www.kavaklideregida.com" internet sitesindeki dava konusu kullanımların durdurulmasına, bu alan adının terkinine, kararın kesinleşmesini müteakip hüküm fıkrasının ilanına karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK'nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK'nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK'nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak, davacıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 14,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 08.04.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.

45
11. HD., E. 2019/4094 K. 2021/3484 T. 8.4.2021
Esas No.: 2019/4094
Karar No.: 2021/3484
Karar tarihi: 08.04.2021
yönetim kurulu • müteselsilen kefil • murahhas • zamanaşımı defi • uygulanacak hukuk • davanın kabulü • hak düşürücü süre • rücu hakkı • müteselsil kefalet • kısmi dava • seçimlik hak • yönetim kurulu üyesi MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce bozmaya uyularak verilen 30.05.2019 tarih ve 2016/137 E. - 2019/472 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi duruşmalı olarak asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 06.04.2021 günü hazır bulunan davacı vekili Av. ... ile davalı vekili Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, asıl davada müvekkilinin dava dışı Romar Pazarlama A.Ş.'nin hissedarı, davalının da mali ve idari işlerden sorumlu murahhas yönetim kurulu üyesi ve genel müdürü olduğunu, Romar A.Ş. tarafından kullanılan ve müvekkili ile davalının müteseselsil kefili oldukları kredi borçları kapsamında, dava dışı muhtelif bankalara müteselsil kefalet nedeniyle yapılan ödemenin davalı müteselsil kefilden payı oranında tahsili gerektiğini ileri sürerek, şimdilik 100.000.-TL’nin bankaların uyguladığı en yüksek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini; birleşen davada ise aynı gerekçelerle 373.396,00 Euro ve 508.166,66 USD'nin birleşen dava tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanun'un 4-a maddesi uyarınca işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece uyulan bozma ilamına göre, Yeni Bilişim A.Ş.'nin Yapı Kredi Bankası A.Ş.'ye yaptığı ödemelere ait swift mesajlarında geçen ibarelerde ödemenin davacı adına yapıldığına dair 26.05.2011 tarihli yazısı ile herhangi bir çelişki tesbit edilemediği, davalı tarafça savunma ıslah yoluyla değiştirilmiş ise de bozma sonrası ıslahın mümkün olmaması yanında ayrıca husumet ve zamanaşımı itirazlarının da yerinde olmadığı, ilk açılan kısmi davada yabancı para cinsinden borç miktarları açıkça belirtilmek suretiyle, borcun gerçek yabancı para borcu niteliğinde olduğu yönündeki beyanlar ve yine birleşen davada da yabancı para üzerinden talepte bulunulması ve keza borcun da gerçek yabancı para borcu niteliğinde olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulü ile asıl davada; davanın kabulü ile, 100.000,00 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte; birleşen davada davanın kabulü ile, 373.396,00 Euro ve 508.166,66 USD'nin birleşen dava tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanun'un 4-a maddesi uyarınca işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. (1) Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve Dairemizin 26.11.2015 tarih ve 2015/5522E-12620K sayılı ilamında Yeni Bilişim A.Ş.'nin Yapı Kredi Bankası A.Ş.'ye yaptığı ödemelere ait swift mesajlarında geçen ibarelerin bilirkişi aracılığıyla incelenerek, ödemenin davacı adına yapıldığına dair 26.05.2011 tarihli yazısı ile çelişip çelişmediğinin tespit edilmesinin istenilmesine, swift mesajları üzerinde yapılan incelemede ''..işbu transfer ...Romar A.Ş borcuna mahsuben yapılan ödemedir '' kaydının yer almasına ve ödemenin kimin tarafından yapıldığı kaydını içermemesi nedeniyle bu kaydın 26.05.2011 tarihli yazı içeriği ile çelişir nitelikte olmamasına göre davalı vekilinin asıl davaya yönelik bütün temyiz itirazlarının reddi ile asıl davada verilen hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir. (2) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve Dairemizin bozma kararının asıl davaya yönelik olmasına, birleşen dava açısından verilmiş bir bozma kararı bulunmayıp, birleşen dava yönünden ıslah mümkün ise de kefile rücu davasında 10 yıllık zamanaşımı süresi bulunması nedeniyle zamanaşımı def'inin reddinin yerinde olmasına, TBK'nın 598/(4). maddesindeki hak düşürücü sürenin kefilin kefile rücu davasında uygulanmayacak olmasına, banka ile asıl borçlu arasındaki sözleşmede uygulanacak hukuk olarak İngiliz Hukuku'nun gösterilmiş olmasının bu davaya etkili olmamasına, işbu davada Türk Hukuku'nun uygulanacak olmasına, kaldı ki uygulanacak hukukun da hakim tarafından resen gözönüne alınacak bulunmasına göre, davalı vekilinin birleşen davaya yönelik sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. (3) Dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK'nın 83. maddesi, (6098 sayılı TBK'nın 99. maddesi) uyarınca konusu para olan borç ülke parasıyla ödenir. Ancak ödemenin ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödenmesi kararlaştırılmış ise alacaklı ödemenin bu para birimiyle veya ülke para birimiyle ödenmesini istemede seçimlik hakka sahiptir. Ancak yenilik doğurucu nitelikteki bu hakkın kullanılmasıyla birlikte hakkı kullanan kişi bu kararından geri dönemez. Somut olayda davacı, asıl dava dilekçesinde davalıdan 550.000 Euro ve 500.000 USD rücu hakkı bulunduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL'nin davalıdan tahsili talep etmiş; birleşen davada ise asıl davada talep ettiği 100.000 TL'nin ilk dava tarihindeki Euro karşılığının 51.604 Euro olduğunu belirterek, bakiye 373.396 Euro ile 508.166.66 USD'nin davalıdan tahsili talep etmiştir. Davacı dava dilekçesi ile seçim hakkını ülke para birimi olan TL'den yana kullanmış olup, birleşen davada bu tercihinden dönerek borcun yabancı para üzerinden tahsilini talep edemez. Bu durumda mahkemece, davalıdan rücuen tahsiline karar verilen yabancı para borcunun seçim hakkının kullanıldığı tarih olan dava tarihi esas alınarak hesaplanacak TL karşılığı üzerinden hüküm tesisi gerekirken, yabancı para birimi üzerinden hüküm tesisi doğru olmamış, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin asıl davaya yönelik bütün temyiz itirazlarının reddi ile asıl davada verilen hükmün ONANMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin birleşen davaya yönelik sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin birleşen davaya yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile birleşen davada verilen hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin asıl ve birleşen davada davacıdan alınarak asıl ve birleşen davada davalıya verilmesine, istek halinde aşağıda yazılı 85.319,00 TL harcın temyiz eden asıl dava yönünden-asıl ve birleşen davada davalıya iadesine, 08.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

46
11. HD., E. 2019/2594 K. 2021/3485 T. 8.4.2021
Esas No.: 2019/2594
Karar No.: 2021/3485
Karar tarihi: 08.04.2021
ticari iş • sorumluluk davası • yönetim kurulu • zamanaşımı defi • ticari işletme • yönetim kurulu kararı MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 26.12.2018 tarih ve 2014/336-2018/1381 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalılar ..., ..., ..., ... vekili, davalı ... vekili, davalı ... vekili ve davalı ... vekili tarafından duruşmalı, davacı vekili tarafından duruşmasız olarak istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 09.02.2021 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davacı vekili Av. ..., davalılardan ..., ..., ..., ... vekili Av. ... ile ... ve ... vekili Av. ... ile ... vekili Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, Emlak Bankası AŞ ... Şubesi tarafından Örsa Grubuna ait Örsa Tekstil, Öray Tekstil, İmateks Tekstil'in toplam 6.500.000 DM tutarında ilave kredi teklif edildiği ve kullandırıldığı aşamada grubun yeterli teminatının olmadığını, kredi kullandırılırken gerekli prosedüre uyulmadığını, bankanın zarara uğratıldığını ileri sürerek, tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile 7.272.604.006.552 TL'nin kredinin ödendiği tarihten itibaren işleyecek kamu bankalarının uyguladığı en yüksek mevduat faiz oranı üzerinden faizi ile birlikte tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalıların özen yükümlülüklerine aykırı davrandıkları, banka yönetim kurulu üyelerinin gerek eylem gerekse dava tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK'nun 336.maddesi uyarınca da sorumluluklarının bulunduğu, söz konusu sorumluluğun ağırlaştırılmış sorumluluk niteliğinde bulunduğu, yönetim kurulu üyeleri kurtuluş beyyinesini ispat etmedikleri sürece söz konusu zarardan sorumlu oldukları, yine banka ... Şubesi çalışanları ile bölge müdürleri ve kredi değerlendirme görevlilerinin de söz konusu kredinin kullandırılmasında kasıt ve ihmallerinin bulunduğu gerkçesiyle davanın kısmen kabul ve kısmen reddi ile toplam 2.553.157,57 TL'nin davalılar Muris ... mirasçıları Ayşe İrem Maro Kırış ve ... dışındaki davalılardan tahsiline; davalı ... yönünden açılan dosyanın ise bu dosyadan tefrikine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili, davalılar ..., ..., ..., ... vekili, Davalı ... vekili, davalı ... vekili, Davalı ... vekili temyiz etmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin (2) nolu bent dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Mahkemece, asıl alacağa dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmişse de, 6762 sayılı TTK'nın 3. maddesi uyarınca bu kanunda düzenlenen hususlarda bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari iş olduğundan, davanın banka yöneticilerinin sorumluluğuna ilişkin olduğu gözönüne alındığında ticari iştir ve 3095 sayılı Yasa'nın 2/2. maddesi gereğince avans faizi istenebilir. Bu itibarla, hükmedilen alacağa yasal faiz işletilmesi doğru olmamıştır. 3- Dava, davacının eski yönetim kurulu üyeleri ve yöneticileri hakkında açılan sorumluluk davası olup, mahkemece davalıların sorumluluğuna karar verilmiş ise de, olay tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK'nın 309/son maddesinde, tazminat isteme hakkının davacının zararı ve mesul olan kimseyi öğrendiği tarihten itibaren 2 yıl ve her halde zararı doğuran fiilin vukuu tarihinden itibaren 5 yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı hüküm altına alınmış olup, somut olayda usulsüz kredi işlemine onay veren yönetim kurulu kararının 28.03.1997 tarihinde alındığı, kredinin 01.04.1997 tarihinde kullandırıldığı, işbu davanın ise 5 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 04.12.2002 tarihinde açılması nedeniyle, davalıların zamanaşımı defi kabul edilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilip yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle mümeyyiz davalılar yararına bozulması gerekmiştir. 4- Bozma sebep ve şekline göre davalılar vekillerinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin (2) nolu bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün mümeyyiz davalılar yararına BOZULMASINA, (4) Bozma sebep ve şekline göre davalılar vekillerinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin temyiz etmeyen davalılardan alınarak davacıya verilmesine, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 08.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

47
15. CD., E. 2017/32618 K. 2021/4363 T. 8.4.2021
Esas No.: 2017/32618
Karar No.: 2021/4363
Karar tarihi: 08.04.2021
sahtecilik ve dolandırıcılık • nitelikli dolandırıcılık • resmi belgede sahtecilik MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik HÜKÜM : Sanıklar hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan; TCK’nın 158/1-f, 62, 52/2, 53. maddeleri gereğince ayrı ayrı mahkumiyet Resmi belgede sahtecilik suçundan; TCK’nın 204/1, 62, 53. maddeleri gereğince ayrı ayrı mahkumiyet Nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçundan sanıkların mahkumiyetine ilişkin hükümler, sanıklar ... ve ... tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Suç tarihinde sanıkların ortak ticaret işi yaptıkları ve katılan ile çalıştırmış olduğu Özçiğdem Tekstil isimli iş yerinde pazarlık yapmak suretiyle 7.257TL'lik havlu ve çarşaf almak istedikleri, bu mallar karşılığında. keşidecisi ...olan, Şekerbank Etimesgut Şubesinden düzenlenen, 25/01/2010 tarihli, 4.500TL bedelli ve keşidecisi ...olan, muhatabı İş Bankası Bodrum Şubesi olan, 10/04/2010 tarih ve 18.300TL bedelli suça konu çekleri katılana verdikleri, katılanın huzurunda almış olduğu çeklerin arkası sanıklardan ... tarafından ciro edildiği, bunun üzerine suça konu çeklere güvenerek, katılanın malları her iki sanığa verdiği, daha sonra çekin vadesinin geldiği tarihte katılan tarafından bankaya ibrazında sahte olduğunun tespit edildiği, bu şekilde sanıkların üzerlerine atılı banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık ile resmi belgede sahtecilik suçlarını işledikleri iddia olunan somut olayda; keşidecisi ...olan, Şekerbank 4.500TL meblağlı, çekin lehdarı Ares Medical Ltd. Şti. temsilcisi tanık ...’in 16/09/2011 tarihli talimat celsesindeki, "..bahse konu çeki ...'ın kendisine verdiğini, takastayken ...'ın kendisini arayıp çekte sorun çıktığını, çeki çekmemizi, çek bakiyesini hesaba yatırdığını söylediğini, çeki bankadan çekip ...'a iade ettiğine" ilişkin beyanı ile, suça konu çeklerin sahte olduğuna ilişkin Banka şubelerinin yazıları ile yetinilmiş olması hususları nazara alındığında, gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespiti bakımından; 1- Suça konu her iki çek keşidecisi, ...ve ...'in beyanlarının alınması, 2- Suça konu çeklerin sahte olup olmadığı, anılan sahteciliğin iğfal kabiliyetine haiz bulunup bulunmadığı hususunun tespiti için inceleme yaptırılması, 3- Suça konu çeklerdeki yazılı tüm isimlerin ve sanıkların imza yazı örneklerinin tamamlanması ile, çeklerdeki imza ve yazıların kimin eli ürünü olduğunun tespiti ile toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilip, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanuna aykırı olup, sanıklar ... ve ...’nun temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 08/04/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

48
1. CD., E. 2021/2135 K. 2021/6374 T. 8.4.2021
Esas No.: 2021/2135
Karar No.: 2021/6374
Karar tarihi: 08.04.2021
kasten yaralama • yaralama
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Kasten yaralama
HÜKÜM : Mahkumiyet
Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak;
Gereği görüşülüp düşünüldü:
1) Sanığın yargılama konusu eyleminin, 5237 sayılı TCK’nin 86/2. maddesi kapsamında yer alan “Basit Kasten Yaralama” suçuna ilişkin olduğu, bahse konu eylem yönünden öngörülen ceza miktarının “dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası”na ilişkin olduğu anlaşılmakla; 17/10/2019 tarih ve 7188 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile yeniden düzenlenen 5271 sayılı CMK’nin 251/1. maddesine göre, “Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir.” şeklindeki hükme, 7188 sayılı Kanun’nun 31. maddesinde yer alan geçici 5/1-d. maddesi ile “1/1/2020 tarihi itibariyle kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz.” şeklinde sınırlama getirilmiş ise de, Anayasa Mahkemesinin, 19/08/2020 tarih ve 31218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 25/06/2020 tarihli, 2020/16 Esas ve 2020/33 Karar sayılı iptal kararı ile “...kovuşturma evresine geçilmiş...” ibaresine ilişkin esas incelemenin aynı bentte yer alan “...basit yargılama usulü...” yönünden Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verildiği, böylece “kovuşturma evresine geçilmiş basit yargılama usulü uygulanabilecek dosyalar yönünden iptal kararı” verildiği anlaşılmakla; her ne kadar Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez ise de, CMK’de yapılan değişikliklerin derhal uygulanması ilkesi geçerli olsa da, iptal kararının sonuçları itibariyle Maddi Ceza Hukukuna ilişkin olduğu, zira CMK’nin 251/3. maddesinde “Basit yargılama usulü uygulanan dosyalarda sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir” şeklindeki düzenleme gereği maddi ceza hukuku anlamında sanık lehine sonuç doğurmaya elverişli olduğundan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin (Scoppola v İtalya (No: 3 – GC), No: 126/05, 22 Mayıs 2012) kararında belirtildiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Kanunsuz ceza olmaz” başlıklı 7. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nin 7. ve 5271 sayılı CMK’nin 251. maddeleri uyarınca dosyanın “Basit Yargılama Usulü” yönünden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, 2) 5275 sayılı Kanun'un 108/2. maddesindeki infaza eklenecek süre yönünden en ağır cezayı gerektiren ilamın tekerrüre esas alınması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde birden fazla ilamın tekerrüre esas alınarak infazda tereddüde neden olunması, 3)Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 Esas-2015/85 Karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK'nin 53. maddesindeki bazı ibarelerin iptal edilmesi nedeniyle hak yoksunlukları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz sebepleri bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenlerden 6723 sayılı Kanun'un 33. maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 08.04.2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.

49
16. HD., E. 2018/856 K. 2021/3361 T. 7.4.2021
Esas No.: 2018/856
Karar No.: 2021/3361
Karar tarihi: 07.04.2021
külli halefiyet • tapu iptali • davacı sıfatı • dava ehliyeti
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen 07.04.2021 gün ve saatte temyiz eden taraftan gelen olmadı. Aleyhine temyiz istenilen ... ve diğerleri vekili Avukat ... geldi. Gelenin yüzüne karşı duruşmaya başlandı. Sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Yargıtay bozma ilamında özetle; “Mahkemece, her ne kadar aynı taşınmazla ilgili olarak görülen Kozan 1. Kadastro Mahkemesi'nin 2001/138 Esas, 2004/7 Karar sayılı dava dosyası ile temyize konu dosyanın tarafları aynı değil ise de, miras yoluyla gelen hakka dayalı olduğundan sözü edilen kararın külli halefiyet yoluyla davacı yönünden kesin hüküm oluşturduğu gerekçe gösterilerek karar verilmiş ise de, temyize konu dosyanın davacısı ...’ın, Kadastro Mahkemesi dosyasında davacı sıfatıyla yer almadığı gibi, Kadastro Mahkemesi dosyasında ... ve ...’ın davayı tereke temsilcisi sıfatıyla açmadığı, bu halde Kadastro Mahkemesi dosyasının davacı ... açısından kesin hüküm oluşturmayacağı, ne var ki aynı taşınmaza yönelik olup, benzer iddialarda bulunulduğundan, eldeki dosya açısından güçlü delil mahiyetinde olduğu, öte yandan davacı ...’ın, dava konusu taşınmazın, miras bırakanı ... mirasçıları tarafından birlikte kullanıldığını iddia edip, ... mirasçıları arasında paylaşıma dayanmadığı, miras payı ile sınırlı olarak genel mahkemede tapu iptali ve tescil davası açtığı, bu halde davacı ile tespit ve tapu kayıt maliki ... mirasçıları arasında miras ilişkisi bulunmadığından, davacının ... terekesine karşı üçüncü kişi konumunda bulunan ... mirasçıları payına yönelik tapu iptali ve tescil davası açma hakkı bulunmadığı belirtilerek, davacının tespit maliki olan ... mirasçılarının payına yönelik davası açısından dava ehliyeti bulunmadığından davanın reddine, tespit maliki ... payı yönünden ise davacı da ... mirasçısı olup, ... payı yönünden diğer davalılar ile arasında mirasçılık ilişkisi olduğundan, işin esasına girilip var olan güçlü delil de gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi” gereğine değinilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davalılar ... mirasçılarına yönelik açılan davanın dava ehliyeti yokluğundan reddine, ... hissesine yönelik açılan davanın hukuki bir yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, mahkemece hükmüne uyulan bozma kararında açıklandığı gibi işlem yapılıp sonucuna göre hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 3.050,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak, duruşmada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı tarafa verilmesine, aşağıda yazılı bakiye temyiz karar harcının temyiz edenden alınmasına, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.04.2021 gününde oybirliği ile karar verildi.

50
16. HD., E. 2018/5317 K. 2021/3375 T. 7.4.2021
Esas No.: 2018/5317
Karar No.: 2021/3375
Karar tarihi: 07.04.2021
kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği • kazandırıcı zamanaşımı
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen 07.04.2020 gün ve saatte temyiz eden ... vekili Avukat ... ile aleyhine temyiz istenilen Hazine vekili Av. ... geldiler. Gelenlerin yüzlerine karşı duruşmaya başlandı. Tarafların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Yargıtay bozma ilamında özetle; “Kadastro Müdürlüğünce dava konusu taşınmazın bulunduğu köyde yapılan kadastro çalışmalarının 06.06.1958 tarihinde kesinleşerek çekişmeli taşınmazın tescil harici bırakıldığı, daha sonra 24.11.2009 tarihinde idari yoldan Hazine adına tescil edildiği ve 12.12.2011 tarihinde ikiye ifraz edildiği, dava konusu taşınmazların tapu kaydı da incelendiğinde 12.12.2011 tarihinde ifraz işlemi ile oluştuğunun anlaşıldığı, eldeki davanın tapulu yerde sürdürülen zilyetliğe dayanılarak değil, 1958 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında tespit harici bırakılan taşınmazın idari yoldan Hazine adına tapuya tescil edildiği 2009 yılına kadar davacı lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle iktisap koşullarının oluştuğu iddiası ileri sürülerek açılmış olduğu, ancak çekişmeli taşınmazın ne sebeple tescil harici bırakıldığının sorulmadığı, niteliği ve taşınmaz üzerinde sürdürülen zilyetliğin sürdürülüş biçimi ve süresinin yöntemince araştırılmadığı belirtilerek, öncelikle taşınmazın imar planı kapsamına alınıp alınmadığı, alınmış ise hangi tarihte alındığının araştırılması, bundan sonra imar planına alınma veya idari yoldan tapuya kaydedilme tarihlerinden hangisi önce ise bu tarihten geriye doğru 15-20-25 yıl öncesine ait üç ayrı tarihte çekilmiş stereoskopik hava fotoğraflarının Harita Genel Komutanlığından getirtilmesi, dosya ikmal edildikten sonra mahallinde yeniden keşif yapılması, keşif sırasında; yerel bilirkişiler ve taraf tanıklarından, taşınmazların öncesinin ne olduğu, taşınmazlar üzerinde zilyetliğin bulunup bulunmadığı, varsa hangi tarihte ve ne zaman başladığı, zilyetliğin sürdürülüş biçimi, kimden kime, nasıl intikal ettiği, taşınmazlarda imar-ihyaya ne zaman başlanılıp tamamlandığı, tamamlandığı tarihten hangisi önce ise imar planına alınma veya idari yoldan tapuya kaydedilme kadar Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde belirtilen sürenin geçip geçmediği hususlarının etraflıca sorulması, jeodezi ve fotogrametri mühendisine dosyanın tevdii ile dava konusu taşınmazların yukarıda açıklanan tarihlerde çekilmiş stereoskopik hava fotoğrafları üzerinde uygulama yaptırılarak taşınmazların niteliğinin ve taşınmaz üzerinde imar-ihya işlemlerine başlandığı ve tamamlandığı tarih ile tarımsal amaçlı zilyetliğin başlangıç tarihinin ayrı ayrı saptanması, ziraatçi bilirkişiden aynı hususta rapor alınması, bundan sonra toplanan deliller uyarınca karar verilmesi” gereğine değinilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, mahkemece hükmüne uyulan bozma kararında açıklandığı gibi işlem yapılıp sonucuna göre hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 3.050,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak, duruşmada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı tarafa verilmesine, aşağıda yazılı bakiye temyiz karar harcının temyiz edenlerden alınmasına, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.04.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

51
19. HD., E. 2020/10 K. 2019/2147 T. 16.1.2020
Esas No.: 2020/10
Karar No.: 2019/2147
Karar tarihi: 16.01.2020
bono • ciranta • tespit davası • hile • keşideci • kambiyo senetleri • ispat yükü • bilirkişi raporu • davanın kabulü • menfi tespit
YARGITAY TÜRK MİLLETİ ADINA
TEMYİZ İNCELEMESİ YAPILAN KARARIN
DAVACISI : K1vekili Av. K2
DAVALILARI : 1-K3 vekili Av. K4 2-K5
vekili Av. K6
İSTİNAF EDİLEN KARARIN
Taraflar arasında görülmekte olan menfi tespit davasının ilk derece mahkemesinde yapılan yargılaması sonunda verilen kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine İstanbul BAM 16. Hukuk Dairesi tarafından verilen davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabul, kısmen reddine yönelik kararın davalılar vekillerince duruşmalı, davacı vekilince duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgilere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vekilleri Av. K7 ve Av. K8 ile davalı K3 vekili Av. K4 ve davalı K5 vekili Av. K9 gelmiş olduğundan duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. - K A R A R -
Davacı vekili, dava ve takip konusu 12.750,000,00 TL bedelli bonodaki imzanın davacıya ait olmadığını, ayrıca bonodaki yazıların da davacının eli ürünü olmadığını, bonoya göre davacının işbu bonoyu K5'a verdiğinin gözüktüğünü, davacının davalılar ile hiçbir ticari veya ticari olmayan ilişkisi bulunmadığını iddia ederek İstanbul 5. İcra Müdürlüğü’nün 2016/1100 esas sayılı takip dosyasına konu olan bono nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile davalılar aleyhine %20'den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, davalılardan K5'ın tekstil işi ile iştigal ettiğini ve yurt dışına tekstil ürünleri sattığını, K5 ile davacının sahibi olduğu F1. Tic. Ltd. Şti arasında yapılan inşaat yapılıp satılarak gelirinin paylaşımı ve kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin imzalandığını, davacı ile ortak arsa alma ve alınan bu arsalar üzerinde konut yapılarak satılması şeklinde ticaret yapılması hususunda anlaşıldığını, tüm bu süreç boyunca davalı ile davacının iletişimde olduğunu ve tüm ödemeleri K1'ya yaptığını, elden ödenen paraların yanında inşaat yapılıp satılması ve gelirinin paylaşılması esnasında K1'nın satılan dairelerin parasını davalıya ödemediğini, yeni işler yapacağını ve daha çok para kazanacaklarını belirterek davalıya ödeme yapmadığını, daha sonra toplam alacak olan 12.750.000,00 TL karşılığı dava konusu senedin imzalanarak davalıya verildiğini savunarak davanın reddi ile %20 oranında icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi’nce, Adli Tıp Kurumu'ndan alınan raporlarla davaya konu senet altındaki imzanın davacı K1 eli ürünü olduğunun tespit edildiği, davacı K1 ile davalı K5 arasında öncesine dayalı bir ticari ilişki olduğu, davaya konu senedin de bu ticari ilişki kapsamında davalı K5'a verildiği, kambiyo senetlerinin sebepten mücerret olduğu, senet altındaki imzanın davacı eli ürünü olduğu kesinleştikten sonra ATK raporunda belirtilen diğer tespit ve iddiaların sonuca etkin olmadığı, senet üzerindeki yazıların başka bir kalemle, atılan imzanın başka bir kalemle atılmış olmasının senedin sahte olduğu anlamını taşımayacağı, senedin ebat, baskı ve kenar kesim özelliklerinin farklı olmasının ya da mutat senet olmamasının da düzenlenen bu senedi, senet olma vasfından çıkarmayacağı, kaldı ki söz konusu bir kambiyo senedinin geçerli olabilmesi için mutat senetlerden veya matbu senetlerden olmasının da gerekmediği, A4 kağıda da taraflarca kambiyo senedi vasfı niteliği şeklinde düzenlenecek bir evrakla dahi senet oluşturabileceği, inceleme konusu senetteki yıpranma ve saçaklanmaların, üst kenar kesimindeki yıpranma ve saçaklanmalardan fazla olmasının da senedin sahte olduğuna kesin bir kanaat ya da delil teşkil etmediği, saçaklanmaların cüzdan içerisine konulma, farklı yerden katlama gibi sebeplerle oluşabileceği, yine senet üzerindeki çizgilerin kalınlıklarının farklı olmasının da senedi geçersiz ya da sahte hale getirmeyeceği, yine ATK raporunda mutat olmayan kat izlerinden bahsedilen kavramın ne olduğu hususunun da anlaşılamadığı, senedi ya da herhangi bir kağıdı ne şekilde katlanırsa o şekilde katlanan yerlerden kat izi oluşmasının doğal olduğu, ayrıca davacı tarafça davanın başlangıcında senet altındaki imza inkar edilmiş ise de yapılan inceleme sonucu senedin altındaki imzanın davacı eli ürünü çıkması sonrası ve davacı asilin mahkemede alınan beyanında söz konusu imzanın kendisine kargo teslimi yapılırken attırılmış olabileceğine yönelik beyanı ve daha sonra vekiller aracılığıyla verilen beyanlarda ise davacının ele geçirilen imzasının üzerine senet oluşturulduğu iddiaları ve bu iddiaların yargısal süreç içerisinde sürekli değişkenlik göstermesi de dikkate alındığında davacının bu iddialarının borçtan kurtulmaya matuf olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükme karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi’nce, dosya kapsamında alınan Adli Tıp Kurumu raporları ile senet üzerinde olağan dışı yıpranma, saçaklanma, katlanma izleri bulunduğunun, imzanın çevresinde yapıştırıcı bakiyeleri bulunduğunun, senedin sağ kenar ortasında belirgin olmak üzere mürekkep ve karbon benzeri bakiyelerin bulunduğunun, senedin alt ve üst kısımlarındaki yıpranma ve saçaklanmaların farklı olduğunun, A-4 kağıda basılmış mutad matbu senetlerden olmadığının, senet üzerindeki çizgi kalınlıkları, harf ve desen baskısının homojen olmadığının tespit edildiği ve "tüm bulgular birlikte değerlendirildiğinde inceleme konusu senedin imzadan faydalanılarak oluşturulmuş olduğu" görüşünün beyan edildiği, taraflar arasında bononun 15.01.2015 tanzim tarihinde 12.750.000,00 TL bedelli borç doğuracak hukuki ilişkinin varlığının davalı tarafça ispatlanamadığı, senedin hile ile alındığı iddiasının bilirkişi raporu ile ispatlandığı, ilk derece mahkemesinin sadece imzanın davacıya ait olması nedeniyle hile iddiası incelenmeden davanın reddi kararı vermesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine, davacının davaya konu 15.01.2015 tarihli, 30.10.2015 vadeli 12.750.000,00 TL miktarlı bono nedeniyle davalılara borçlu olmadığının tespitine, icra takibinin lehdar tarafından değil, ciranta hamil K3 tarafından başlatıldığı, takip başlatan davalı K3’ın senedin hile ile alındığını bilebilecek durumda olmadığı gerekçesiyle kötü niyet tazminatı talebinin reddine, davalılar K3 ve K5'ın inkâr tazminatına ilişkin istinaf taleplerinin de davanın kabulüne karar verilmesi nedeniyle reddine karar verilmiş, iş bu karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir. İstinaf mahkemesince hükme esas alınan ATK raporunda dava konusu senetteki keşideci imzasının davacıya ait olduğu saptanmıştır. ATK raporunda ayrıca inceleme konusu senetteki borçlu imzasının bir kalem, senet üzerindeki diğer yazıların farklı fiziki evsaftaki ikinci bir kalemle yazılmış olduğu, inceleme konusu senedin kağıt kalitesi, ebat, baskı ve kenar kesim özellikleri bakımından matbu, mutad senetlerden olmadığı, inceleme konusu senette alt ve sağ kenar kesimindeki saçaklanmaların üst kenar kesimindeki yıpranma ve saçaklanmalardan fazla olduğu (üst kenar kesiminin daha yeni bir kesim olduğu), inceleme konusu senette “ vade -ödeme tarihi-Türk Lirası-No” ibareleri altında yer alan çizgilerin kalınlıklarının farklı olduğu ve düz bir hat üzerinde yer almadıkları, inceleme konusu senetteki harf ve desen baskısının homojen olmadığı, orta bölümlerde mürekkep yığılması bulunduğu ve kenar hatlarda mürekkep taşmaları mevcut olduğu, inceleme konusu senette mutad olmayan kat izleri mevcut olduğu, inceleme konusu senette borçlu imzası çevresinde yapıştırıcı bakiyeleri mevcut olduğu, inceleme konusu senedin sağ kenar ortasında belirgin olmak üzere belge yüzeyinin genelinde mürekkep ve karbon benzeri bakiyeler bulunduğu, inceleme konusu senette kullanılan kalem mürekkeplerinde yazı yaşı tayinine yarayan ve halen kullanılagelen bilimsel herhangi bir yöntem bulunmadığından, söz konusu senetteki imzanın senet metninden önce ya da sonra atıldığı hususunda zaman birimleri açısından bir tespite gidilemediği hususları da saptanmış ve bu bononun imzadan faydalanılarak oluşturulduğu sonucuna varılmış, bilirkişi raporu benimsenmiş ve davacının dava konusu senetten dolayı davalılara borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir. Ancak ATK raporundaki fiziksel bulgulardan bu şekilde bir sonuç çıkarılması mümkün değildir ve esasen bu husus hukuki değerlendirmeyi gerektirmektedir. İstinaf mahkemesince bu şekilde karar verilmesi doğru değildir. İstinaf mahkemesince ispat yükünün davalıya yüklenmesi de doğru olmamıştır. Öte yandan davacının dava konusu senet dolayısıyla davalılar hakkında sahtecilik suçlamasıyla şikayette bulunduğu ve bu hususta soruşturma yürütüldüğü ilk derece yargılaması aşamasında bellidir. İstinaf mahkemesince anılan soruşturma sonucu açılan ceza dava dosyasının akıbeti 06.03.2019 tarihli müzekkere ile sorulmasına rağmen bu ceza dava dosyasının sonucu beklenilmeksizin eksik tahkikat ile karar verilmesi doğru olmamıştır. Dava dosyası Dairemize temyiz incelemesi ile geldikten sonra davacı vekili tarafından sunulan 22.10.2019 tarihli dilekçe ile dava konusu bono ile ilgili İstanbul 36. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2018/304 esas ve 2019/639 karar sayılı ceza dosyasından davalı sanıkların mahkumiyetlerine karar verildiği bildirilmiş ve ekine anılan mahkeme kararı eklenmiştir. Bu kararın incelenmesinden davalıların dava konusu bonodan dolayı resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılmalarına karar verildiği, karar tarihinin 10.10.2019 olduğu anlaşılmıştır. İstinaf mahkemesince, kendi raporunda saptadığı fiziksel bulgulardan çırakılması mümkün olmayan "bononun başka bir belgedeki imzadan faydalanılarak oluşturulduğu" sonucuna varan ATK raporunun sonuç kısmına değer verilmemesi gerekirken ATK'nun görevi dışına çıkarak yaptığı hukuki değerlendirmeyi kabul etmesi doğru olmamıştır. Hukuki değerlendirme kesin olarak mahkemeye aittir. Ayrıca ceza mahkemesinin maddi vakıanın tespitine dair kararının TBK’nın 74. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlayacağıda gözetilmeden, anılan bu ceza dava dosyasının sonucu beklenilmeksizin karar verilmesi de doğru görülmemiştir. Bu itibarla İstanbul BAM 16. Hukuk Dairesi’nin 2018/3439 esas ve 2019/663 karar sayılı ve 28.03.2019 tarihli kararının bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle İstanbul BAM 16. Hukuk Dairesi’nin 2018/3439 esas ve 2019/663 karar sayılı ve 28.03.2019 tarihli kararının davalılar yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, dosyanın İstanbul BAM 16. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, vekilleri Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davalılar yararına ayrı ayrı 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, peşin harçların istek halinde temyiz eden taraflara iadesine, 16/01/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

52
23. HD., E. 2016/8197 K. 2020/1 T. 13.1.2020
Esas No.: 2016/8197
Karar No.: 2020/1
Karar tarihi: 13.01.2020
basiretli tacir • gecikme faizi • hizmet sözleşmesi • çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi raporu • fatura • davanın kabulü • bilirkişi incelemesi MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -
Davacı vekili; müvekkil şirkete ait hastanede, davalı şirkete ait hastanenin sağlık hizmeti alanları için gerekli laboratuar çalışmalarının yapıldığını, bununla ilgili olarak taraflar arasında 21/10/2013 tarihli hizmet sözleşmesi düzenlendiğini, davalı şirkete faturalar kesildiğini,davalı tarafın fatura bedellerini bugüne kadar ödemediğini, bunun üzerine icra takibi başlatıldığını, davalının takibe haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline, davalının alacağın % 20'sinden aşağı olmamak üzere icra tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı şirket vekili; fatura bedellerinin çok fazla olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamında; davalı şirketin SGK'ya ödeme yaparken yapması gereken indirim oranının tanzim olunan faturalarda belirtileceğine ilişkin taraflar arasındaki sözleşmede bir hüküm bulunmadığı, taraflar arasında davalı şirketin iddia ettiği şekilde bir mutabakat varsa dahi bu anlaşmaya uyulmadan tanzim olunan takibe konu faturaları davalı şirketin kabul ettiği, basiretli tacir olmanın gereği olarak faturalara itiraz etmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Dava tacirler arası hizmet sözleşmesinden kaynaklanan alacakla ilgili itirazın iptaline ilişkindir. YHGK'nın 17.10.2012 tarih ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere; genel bir kavram olarak “likid (liqiude) alacak”; “tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez (YHGK'nın 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 E. 397 K. sayılı ilamı). Likit alacak bakımından aranan “borçlunun, talep edilen alacağı veya alacağın bütün unsurlarını bilmesi veya bilmek (kolayca hesap edebilmek) durumunda olması; bu bağlamda alacağın miktarının belirlenmesi için tarafların ayrıca mutabakata varmasına (anlaşmasına) veya mahkemenin tayin edeceği bilirkişi eliyle bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaması, diğer bir anlatımla borçlunun, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması” ölçütü birçok tartışmayı sona erdirmekle beraber, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin, alacağın likit olup olmadığı ile ilgili başlı başına bir kıstas olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Çünkü mahkeme uygulamasında “hesap işi”, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerden olduğundan borçlunun, kendi başına hesaplayabilecek durumda olduğu asıl alacak ve temerrüt faizine itiraz etmesi halinde, mahkemenin, alacaklının alacağının miktarını, bizzat tespit etmeyip bilirkişi vasıtasıyla belirleyeceğinden, likit olan bir alacağın sırf bilirkişi incelemesi yapıldığı gerekçesi ile likit sayılmaması doğru olmayacaktır. (Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, s. 737, 740). Somut olayda; davacı tarafça icra inkar tazminatı talep edilmiş, mahkemece bu talep reddedilmiştir. Dava, itirazın iptali ile takibin devamına ilişkin olup alacağın, davalı yönünden bilinebilir, hesap edilebilir, belirlenebilir yani likit alacak niteliğinde olduğu gözetilerek, yargılama sonunda itirazın haksızlığı belirlenen alacak tutarı üzerinden davacı yararına İİK'nın 67/2. maddesi uyarınca icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle bu istemin reddine karar verilmesi isabetsiz olmuş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.01.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

53
9. HD., E. 2019/8240 K. 2020/1 T. 13.1.2020
Esas No.: 2019/8240
Karar No.: 2020/1
Karar tarihi: 13.01.2020
bilirkişi raporu • eksik inceleme • belirli süreli sözleşme • fazla çalışma ücreti • karşı dava • muvazaa iddiası
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ) Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı ... bünyesinde zabıta memuru olarak sürekli ve kesintisiz çalıştığını, temizlik işinin muvazaalı sözleşme ile taşeron şirketlere verildiğini, davalı belediyenin iş akdini haksız olarak feshettiğini, tazminat ve alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağını talep etmiştir. B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, belediye ile davacı arasında akdedilen herhangi bir sözleşme olmadığını, sözleşmenin taşeron firma ile yapıldığını, taşeron şirket ile belediyenin yaptığı sözleşmenin belirli süreli sözleşme olduğunu, iş akdinin kıdem ve ihbar tazimatını hak edecek şekilde sonlanmadığını, davacının fazla mesaisi, ulusal bayram ve genel tatil ücretine ilişkin alacaklarının belediye tarafından ödendiğini, puantaj cetvellerinin ibraz edildiğini ve davacının bunlara karşılık olarak yazılı belge ibraz etmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti ve Yargılama Süreci: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. D) Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. E) Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davacının hizmet süresi belirlenirken SGK'ya bildirimi yapılan sürelerin dikkate alındığı görülmüştür. Davacı ihale arası dönemlerde çalıştırıldığını iddia etmiş, tanıklar ihale arası boşluklarda bazen çalıştıklarını bazen çalışmadıklarını belirtmişlerdir. Geri çevirme kararı üzerine getirtilen belediyeye ait zabıt görev defterleri incelendiğinde dava açan dört işçiden ... ve ...'ın bazı ihale arası boşluklarda çalıştıkları ve zabıta görev defterinde imzalarının olduğu müşahede edilmiştir. Mahkemece yapılacak iş, belediye zabıta görev defteri incelenerek ihale arası boşluklarda davacı adına görev yazılıp yazılmadığı, imzasının olup olmadığı araştırılarak ihale arası boşlukta görev yazılıp imzası var ise o günleri de hizmet süresine dahil etmektir. Hizmet süresinin eksik incelemeyle belirlenmesi hatalıdır. 3-Davacı yıllık izinlerinin kullandırılmadığını iddia etmiş, davalı yıllık izinlerinin kullandırıldığını savunmuş, hükme esas alınan bilirkişi raporunda (2) numaralı bozma bendinde belirtilen belediye zabıta defterinde izinli olduğunun yazılı olması karşısında yıllık izinlerinin kullandırıldığı kabul edilmiş ve bu talep mahkemece reddedilmiş ise de; geri çevirme kararı ile getirtilen zabıta görev defteri fotokopilerinde davacının izinli gösterildiği günlerin ihale arası boşluklara denk geldiği izlenimi edinilmiştir. Davacı tanıkları bazı boşluklarda çalıştıklarını bazı boşluklarda çalışmadıklarını belirtmişlerdir. Çalışılan dönemlerde görev yazıldığı ve ilgili işçinin imzasının olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle görev verilip imzası bulunan işçilerin ihale arası boışluklarda çalıştığı izinli işçilerin ise çalışmadıkları anlaşılmaktadır. Tanıklar ihale arası boşluklarda çalıştıklarında ücret almadıklarını da belirtmişlerdir. Davalı asıl işveren, ihale arası boşluklarda çalışılmadığını ancak ücret ödendiğini ispatlayamamışır. Bu sebeple davacının izinli olduğunun belirtildiği günlerin ihale arası boşluğa denk gelip gelmediği araştırılarak çalıştırılmayan dönemde izinli sayılmasının mümkün olmayacağı kabul edilerek izin süreleri hesaplanmalıdır. İzin sürelerinin eksik araştırmayla ve hatalı değerlendirme ile reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. F) SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

54
1. HD., E. 2019/4692 K. 2020/1 T. 6.1.2020
Esas No.: 2019/4692
Karar No.: 2020/1
Karar tarihi: 06.01.2020
ölünceye kadar bakma sözleşmesi • eksik inceleme • hile • tapu iptali • süresinde cevap dilekçesi verilmemesi • hak düşürücü süre
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR-
Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir. Davacı, malik olduğu ... parsel sayılı taşınmazı eşi olan davalıya ölünceye kadar kendisine bakılması taahhüdü ile devrettiğini, davalının kendisini aldatması nedeniyle boşandıklarını, bakma taahhüdünün ve müşterek birliğin ortadan kalktığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, süresinde davaya cevap vermemiş, aşamada ibraz ettiği dilekçe ile taşınmazı satın aldığını, davacı ile arasında ölünceye kadar bakma akdi bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı ...’ın kayden malik olduğu ... parsel sayılı taşınmazı 10.10.2008 tarihinde eşi olan davalı ...’a satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; aldatma, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, aldatma da ise yanıltma söz konusudur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 sayılı Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Öte yandan, aldatma her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Somut olayda, dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden yanlar arasındaki uyuşmazlığın hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkin olduğu açıktır. Hâl böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde iddia ve savunma doğrultusunda, taraflar arasındaki boşanma dava dosyasının getirtilerek öncelikle hak düşürücü süre yönünden değerlendirme yapılması, davanın süresinde açıldığının saptanması halinde ise aldatma iddiası bakımından araştırma ve inceleme yapılması, tarafların bildirdikleri delillerin eksiksiz toplanması, tanıkların bu hususta tekrar dinlenilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacı vekilinin değinilen yön itibariyle yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

55
20. HD., E. 2019/6173 K. 2020/1 T. 13.1.2020
Esas No.: 2019/6173
Karar No.: 2020/1
Karar tarihi: 13.01.2020
tapu iptali • davanın kabulü • kazandırıcı zamanaşımı • kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği • malik sıfatıyla zilyet
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R
Çekişmeli ... ili, ... ilçesi, ... köyünde bulunan 135 ada 94 parsel sayılı 9.620,74 m² yüzölçümündeki taşınmaz, orman niteliğinde Hazine adına tapuda kayıtlıdır. Davacı vekili, taşınmazın altındaki madenin 1974 yılından bu yana işletme imtiyazı sahibi olduklarını belirterek satın alma ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava konusu taşınmazın tapusunun iptali ile müvekkili adına tapuya tescili istemiyle dava açmıştır. Mahkemece davanın kısmen kabulü ile; ... ili, ... ilçesi, ... köyü, 135 ada 94 parsel sayılı taşınmazın 21/01/2013 havale tarihli orman bilirkişisi raporunda (X1) ve (X2) ile gösterilen 6.690,86 m² ve 15.920,879 m²'lik tapu kaydının iptali ile davacı ... Madencilik Turizm A.Ş adına tesciline, fazlaya ilişkin talebin reddine, taşınmazın altında bulunan madenlerin 3213 sayılı Maden Kanununun 4. maddesi hükmü gereği, Devlete ait olduğunun tapu kütüğüne şerh verilmesine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu iptali ve tescili istemine ilişkindir. Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede, 26.09.2000 - 26.10.2000 tarihleri arasında ilân edilen arazi kadastrosu çalışması vardır. Mahkemece, çekişmeli 135 ada 94 parsel sayılı taşınmazın davacı şirket tarafından 25-30 yıldır nizasız, fasılasız hafriyat malzemeleri ile maden atığı olan pasa dökülerek kullanıldığı ve davacı şirket lehine zilyetlik şartlarının oluştuğu kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Bir yerin kazanmayı sağlayan zilyetlikle edinilebilmesi için o taşınmaz üzerinde aralıksız, çekişmesiz ve ekonomik amaca uygun bir biçimde malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdürülmesi ve 20 yıllık kazanma süresinin dolmuş bulunması gerekir. Somut olayda; davacı şirketin, dava konusu taşınmazdan 25-30 yıldır hafriyat malzemeleri ile maden atığı olan pasa dökmek sureti ile tasarruf ettiği anlaşılmaktadır. Ancak taşınmaz üzerine hafriyat malzemesi ve pasa dökmek suretiyle sürdürülen zilyetlik, iktisap bakımından yeterli ve ekonomik amaca uygun bir tasarruf şekli değildir. Dava konusu taşınmaz üzerinde tarımsal faaliyetin bulunmadığı da dosya kapsamından ve ziraat bilirkişisinin raporunda bulunan taşınmazın tarım amaçlı kullanılmadığı ifadesinden anlaşılmaktadır. Ayrıca; maden ruhsatı almak sureti ile toprak altında maden aranması arz üzerinde zilyetlik anlamına gelmez. Bu suretle, 3402 sayılı Kanunun 14. maddesinde düzenlenen zilyetlikle kazanma koşullarının somut olayda gerçekleşmediği anlaşılmakla; mahkemece davanın reddi yerine, kabulüne karar verilmesi isabetsiz olup temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 13/01/2020 günü oy birliğiyle karar verildi.

56
20. CD., E. 2017/2510 K. 2020/1 T. 6.1.2020
Esas No.: 2017/2510
Karar No.: 2020/1
Karar tarihi: 06.01.2020
denetimli serbestlik
Mahkeme : BURSA 19. Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
Hüküm : Mahkûmiyet
Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
1-Suç tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun ile değişik TCK'nın 191. maddesi ile hüküm tarihinden önce 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürülüğe giren 6545 sayılı Kanun'la değişik TCK'nın 191. maddesi hükümlerinin ayrı ayrı uygulanıp karşılaştırma yapılması, sonucuna göre lehe Kanun’un tespit edilerek sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, belirtilen nitelikte karşılaştırma yapılmadan hüküm kurulması, 2-5237 sayılı TCK'nın suç ve hüküm tarihinde yürürlükte olan 191. maddesinin 5. fıkrasında, tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uymayan sanık hakkında davaya devam edilerek hüküm verileceğinin öngörülmüş olması karşısında; sanığa bu durum nedeniyle “tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uymadığının iddia edilmesi nedeniyle, duruşmaya katılıp bu konuda beyanda bulunması veya diyeceklerini duruşma gününe kadar yazılı olarak bildirmesi gerektiği, aksi takdirde tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uymadığının kabul edilerek, cezaya hükmolunabileceği” uyarısını taşıyan duruşma günü davetiyesi tebliğ edilmeden ya da sanık dinlenmeden mahkûmiyet hükmü kurulması 3-Sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçundan dolayı başka dava olup olmadığı, varsa sanığın bu suçu diğer davaya konu olan suç nedeniyle verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işleyip işlemediği belirlendikten sonra; Sanık bu suçu, daha önce işlediği suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ise, 6545 sayılı Kanun'un 68. maddesi ile değiştirilen TCK'nın 191. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlâl nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz” hükmü uyarınca, ikinci suçtan açılan bu davanın kovuşturma şartının ortadan kalkması nedeniyle, CMK'nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca “davanın düşmesine” karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazı bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 06.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

57
HGK., E. 2016/923 K. 2020/1 T. 14.1.2020
Esas No.: 2016/923
Karar No.: 2020/1
Karar tarihi: 14.01.2020
haklı neden • kısmi eda davası • hukuki koruma • bilirkişi raporu • yargılama giderleri • ispat yükü • cevap verme süresinin uzatılması • tespit davası • iş sözleşmesi • sosyal güvenlik kurumu • direnme kararı • belirsiz alacak ve tespit davası • maddi hata • kesin delil • eda davası • hukuki yarar yokluğu • ön sorun • davanın kabulü • sigorta primi • fazla çalışma ücreti T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
DAVACI : K1vekili Av. K2
DAVALI : F1. Ltd. Şti.vekili Av. K3
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Uşak 1. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 01.02.2013 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı işyerinde 19.05.2004-17.09.2012 tarihleri arasında şoför olarak çalıştığını, davalı işveren tarafından aylık 1.000,00TL ücretinin bir kısmının elden ödendiğini, bir kısmının banka kanalı ile ödendiğini, davalı işverence iş sözleşmesi sona erdirilirken kıdem tazminatı bordrosu başlıklı belgenin imzalatıldığını, sonrasında banka aracılığıyla 24.10.2012 tarihinde 2.003,00TL ve 31.01.2013 tarihinde 3.386,00TL ödeme yapıldığını, her gün 08.30-20.00 saatleri arasında, haftanın üç ile dört günü de 08.30 ile 24.00 veya 01.00 saatleri arasında çalıştığını, ayrıca milli bayramlarda çalıştığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları, fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 14.03.2013 havale tarihli dilekçesinde; davacı tarafça açılan davanın kapsamlı olması nedeniyle araştırma yapılması gerektiğinden cevap verme süresinin uzatılmasını talep etmiş, sonrasında başkaca bir dilekçe sunmamıştır. Mahkeme Kararı: 6. Uşak 1. İş Mahkemesinin 12.02.2014 tarihli ve 2013/137 E., 2014/34 K. sayılı kararı ile; davacının davalıya ait işyerinde 25.08.2004-17.09.2012 tarihleri arasında şoför olarak asgari ücretle çalıştığı, iş sözleşmesinin davalı işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğinden kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı, haftanın 3 günü 08:00-24:00 saatleri arasında çalıştığından haftada 18 saat fazla çalışma yaptığı, ayrıca tüm milli bayramlarda da çalıştığı, davalı işverence talep edilen alacakların ödendiğinin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Uşak 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 08.06.2015 tarihli ve 2014/11181 E., 2015/19762 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, iki numaralı bentte kıdem ve ihbar tazminatları bakımından davacının çalışma süresini, kendisine en son ödenen aylık ücret miktarını, tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri belirleyebilecek durumda olduğu, bu hâlde söz konusu alacakların belirsiz alacak olmadığı, anılan sebeple, kıdem ve ihbar tazminatının gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğinden bu talepler yönünden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesinin hatalı olduğu, üç numaralı bentte ise mahkemece, davacının fazla çalışma ücretine ilişkin talebi kabul edilmiş ise de, kararın dosya içeriğine uygun düşmediği, her iki davacı tanığının da, işyerinde farklı birimlerde görev yaptığı, bu nedenle davacının çalışma sürelerini bilemeyeceği, ayrıca tanıklardan K4’ün davacı ile sadece altı veya yedi ay birlikte çalıştığı, diğer tanık olan K5’ın ise görgüye dayalı beyanının olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma yaptığını ispatlayamadığı, bu durumda fazla çalışma ücreti talebinin reddi gerektiği gerekçeleriyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı : 9. Uşak 1. İş Mahkemesinin 13.01.2016 tarihli ve 2015/271 E., 2016/14 K. sayılı kararı ile; davalı işveren tarafından tutulan kayıtlardan işçiyi yeterince bilgilendirmemesi ve kayıtların da her zaman doğruyu yansıtmaması karşısında davacının çalışma süresini ve en son ödenen ücretini bilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla kıdem ve ihbar tazminatı miktarını da belirleyemeyeceği, dinlenilen davacı tanıklarının davalı işveren nezdinde uzun yıllardır çalıştığı, bu nedenle davacının çalışma koşullarını bilebilecek durumda oldukları, tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere davacının haftanın 3 günü 08:00-24:00 saatleri arasında çalıştığından haftada 18 saat fazla çalışma yaptığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, a- Dava konusu kıdem ve ihbar tazminatlarının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı, b- Davacının tanık beyanları ve dosya kapsamındaki mevcut delillere göre fazla çalışma ücreti alacağına hak kazanıp kazanamayacağı noktalarında toplanmaktadır. III. GEREKÇE A. Dava konusu kıdem ve ihbar tazminatlarının belirsiz alacak olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık yönünden; 12. Uyuşmazlığın çözümü için belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır. 13. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 107. maddesinde, "1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. 2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. 3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir. 14. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır. 15. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır. 16. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün özünde var olan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir. 17. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin; 1-Davacının kendisinden beklenememesi, 2-Bunun olanaksız olması, 3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir. 18. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır. 19. Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir. 20. İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir. 21. Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir. 22. 4857 sayılı İş Kanunu'nun (İş Kanunu/Kanun) 8. maddesinin 3. fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir. 23. Kanun’un 32/2. maddesi ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile iş yerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir. 24. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 37. maddesi ile işverene işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır. 25. Kanun’un 67. maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin işyerlerinde işçilere duyurulacağı; 75. maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu'nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir. 26. Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir. 27. İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır. 28. Giydirilmiş ücrete, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dâhil edilmektedir. Özellikle ücrete dâhil edilecek menfaatlerin işyerinde süreklilik arz edip arz etmediği de çoğunlukla taraflar arasında tartışma konusu edilmektedir. Bu nedenle eğitim düzeyi ve sosyal durumları birbirinden farklı olan işçilerin alacağını tam ve kesin olarak belirleyebilmelerini beklemek mümkün değildir. Bunun için yukarda bahsedilen iki kriter birlikte değerlendirilerek, dava konusu edilen işçilik alacağının belirli olup olmadığına karar verilmesi gerekmektedir. 29. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. 30. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir. 31. Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay'ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir. 32. Somut uyuşmazlıkta, davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 19.05.2004-17.09.2012 tarihleri arasında aylık 1.000,00TL ücretle çalıştığını iddia etmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında belirtildiği şekilde, davacının 25.08.2004-17.09.2012 tarihleri arasında asgari ücretle çalıştığı kabul edilerek kıdem ve ihbar tazminatları hesaplanmıştır. 33. Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, dava konusu edilen kıdem ve ihbar tazminatları hesabına esas hizmet süresinin ve ücret miktarının ihtilaflı olduğu ve talep konusu istemlerin belirlenebilmesi için davalılarda bulunan bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulduğundan, anılan alacakların belirlenebilir olduğundan bahsedilemeyecektir. 34. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.09.2018 tarihli ve 2015/22-856 E., 2018/1350 K.; 07.03.2018 tarihli ve 2015/22-2283 E., 2018/421 K.; 09.05.2018 tarihli ve 2015/22-569 E., 2018/1017 K. , 17.09.2019 tarihli ve 2016/22-2233 E., 2019/877 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir. 35. Hâl böyle olunca mahkemenin dava konusu kıdem ve ihbar tazminatlarının belirsiz alacak olduğuna ilişkin direnme kararı yerindedir. 36. Ne var ki, Özel Dairece yukarıda bahsi geçen bozma nedenine göre davanın esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir. B. Fazla çalışma ücreti alacağına hak kazanıp kazanamayacağına ilişkin uyuşmazlık yönünden; 37. 4857 sayılı İş Kanunu’nda fazla çalışmanın ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle fazla çalışmanın ispatında, ispat yükü genel hükümlere tabidir. Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi kural olarak, bu iddiasını ve fazla çalışma yaptığı gün ve saatleri ispat etmek zorundadır. Fiili bir olgu söz konusu olduğundan, kural olarak işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir; bu bağlamda tanık da dinletebilir. 38. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. 39. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. 40. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece, davalı işyerinde 25.08.2004-17.09.2012 tarihleri arasında asgari ücretle şoför olarak çalışan davacının fazla çalışma ücreti, tanık beyanları uyarınca haftanın üç günü iki saat ara dinlenmesi ile 08.30-24.00 saatleri arasında çalıştığı dolayısıyla haftalık on sekiz saat fazla çalışma yaptığı kabul edilerek hesaplanan bilirkişi raporuna itibarla hüküm altına alınmıştır. 41. Davacı tanığı K4, işyerinde on bir yıldır usta olarak çalıştığını, davacıyla birlikte altı veya yedi ay birlikte çalıştıklarını, kendisinin 2005 veya 2006 yılında işyerinden ayrıldıktan sonra davacının çalışmaya devam ettiğini, davacının araçla malzeme taşıma işini yaptığını ve şoförlerin 08.00 ila 02.00 veya 03.00 arasında çalıştıklarını belirtmiştir. 42. Diğer davacı tanığı K5 ise, işyerinde sekiz yıldır kesim işinde çalıştığını, davacıdan önce işyerinden ayrıldığını, kendisinin saat 08.30’da işe geldiğinde davacının işyerinde olduğunu, davacının üç veya dört kez sevkiyat için il dışına çıktığını ve 24.00 veya 01.00 gibi döndüğünü duyduğunu beyan etmiştir. 43. Öte yandan davacı vekili dava dilekçesinde, delil olarak işyeri kayıtlarına dayanmıştır. 44. Bu durumda, mahkeme tarafından öncelikle varsa işyeri kayıtları getirtilmeli, sonrasında davacı tanıklarının davalı işyerinde, davacı ile birlikte çalıştıkları süre açıklığa kavuşturulmalıdır. 45. Bu itibarla, işyeri kayıtları dosya kapsamına alındığı takdirde, kayıtların bulunduğu dönem itibariyle hesaplamaya esas alınabilecek işyeri kaydı tespit edilirse, belirlenen dönem bakımından işyeri kayıtlarına göre sonuca gidilmeli, kayıt bulunmayan dönem bakımından ise davacı ile davacı tanıklarının birlikte çalıştığı dönemle sınırlı olmak üzere hükme esas alınan bilirkişi raporunda belirtildiği gibi davacının haftada on sekiz saat fazla çalışma yaptığı kabul edilmelidir. 46. Bununla birlikte, davacının tüm çalışma dönemine ilişkin işyeri kaydı tespit edilemediği takdirde yine davacı ile davacı tanıklarının birlikte çalıştığı dönemle sınırlı olmak üzere fazla çalışma ücret alacağı belirlenmelidir. 47. Ayrıca, direnme kararının başlık kısmında dava tarihi 01.02.2013 olduğu hâlde 15.07.2015 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır. 48. Hâl böyle olunca direnme kararının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin kısmın yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yukarıda A bölümünde açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 2- Yukarıda B bölümünde yazılı nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenler ile BOZULMASINA, 3- Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.01.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi. 58 17. CD., E. 2019/13231 K. 2020/1 T. 6.1.2020 Esas No.: 2019/13231 Karar No.: 2020/1 Karar tarihi: 06.01.2020 etkin pişmanlık • hırsızlık MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hırsızlık HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel mahkemece sanık hakkında hırsızlık suçundan verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü; Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, uyulan bozmaya, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hâkimin takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz nedenleri de yerinde görülmemiştir. Ancak; 1- Katılana ait içerisinde 2.500,00 TL para ile çeşitli eşya bulunan çantanın çalındığı olay ile ilgili sanığın, suça konu paranın 300,00 TL'si ile çalınan eşyayı çanta ile birlikte soruşturma aşamasında kolluk görevlilerine müracaat ederek teslim etmek suretiyle katılanın zararını kısmen giderdiği anlaşılmakla, katılana kısmi iade nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 168/4 maddesi uyarınca sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına rızası sorularak sonucuna göre aynı Kanun'un 168/1 maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunda sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken eksik kovuşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması, 2- Anayasa Mahkemesinin hükümden önce 24/11/2015 tarih 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 08/10/2015 tarih 2014/140 Esas 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK'nun 53. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine yönelik olarak vermiş olduğu iptal kararının yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, 3- Önceki hüküm sanık tarafından temyiz edildiğinden lehe bozma sonrası yapılan yargılama giderlerinin sanığa yükletilemeyeceğinin gözetilmemesi, 4- Sanığın adli sicil ve arşiv kaydının incelenmesinden; Üsküdar 1. Çocuk Mahkemesinin 2010/626 Esas - 2011/307 Karar, Üsküdar 2. Çocuk Mahkemesinin 2010/554 Esas - 2011/515 Karar, Bakırköy 2. Çocuk Mahkemesinin 2010/1223 Esas - 2012/50 Karar, Bakırköy 5. Çocuk Mahkemesinin 2011/542 Esas - 2012/426 Karar, İstanbul 2. Çocuk Mahkemesinin 2010/167 Esas - 2011/274 Karar, İstanbul 3. Çocuk Mahkemesinin 2012/211 Esas - 2013/114 Karar, İnegöl 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/137 Esas - 2012/235 Karar, Gaziosmanpaşa Çocuk Mahkemesinin 2010/1090 Esas - 2012/160 Karar sayılı kararları ile hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek 3 yıllık denetim süresinin belirlendiği, 3 yıllık denetim süresi içerisinde sanığın kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231/11 maddesi uyarınca hükümlerin açıklanmasına yönelik karar verilmesi gerekip gerekmediği mahkemelerince takdir edilmek üzere karar kesinleştiğinde kesinleşme şerhli bir örneği gönderilmek sureti ile ihbarda bulunulmasına karar verilmesi gerekirken bu yönde bir karar verilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık ...'ın temyiz nedenleri bu bakımdan yerinde görüldüğünden, hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 06/01/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

59
9. HD., E. 2017/13521 K. 2020/10 T. 13.1.2020
Esas No.: 2017/13521
Karar No.: 2020/10
Karar tarihi: 13.01.2020
bilirkişi raporu • fazla çalışma ücreti • harç muafiyeti
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI
A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı asıl işveren Karayolları Genel Müdürlüğüne ait Trabzon iline bağlı yollarda alt işveren ... İnş.Mad.Enr.Müh.Tur.Teks.Taah.Tic.Ltd. Şti. 'ye bağlı iş makinası operatörü olarak 03/03/2009 tarihinden iş akdinin haksız olarak feshedildiği 21/09/2013 tarihine kadar çalıştığını, davalı ... İnşaat Ltd. Şti'nin 21/09/2013 tarihinde davacının feshe dayalı tazminatlarını ve diğer alacaklarını ödemeksizin davacıya ihbarda bulunmaksızın iş akdini hukuka aykırı olarak feshettiğini, tazminat ve işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağını talep etmiştir. B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı ... İnş. Maden Enr. Müh. Turz. Teks. Taah. Tic. Ltd. Şti. vekili; talep edilen işçi alacaklarının zamanaşımına uğradığını, davacının 15/06/2010-10/12/2010, 05/05/2012-21/09/2013 tarihleri arasında çalıştığını, 18/09/2013 tarihinden itibaren devamsızlık yaptığı için iş akdinin 21/09/2013 tarihinde feshedildiğinden kıdem ve ihbar tazminatı hakkı bulunmadığını, davacının herhangi bir alacağının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı ... vekili; davacı ile müvekkil ... arasında akdedilmiş herhangi bir iş akdinin bulunmadığını, davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kıdem tazminatı ve diğer alacaklardan dolayı müvekkil idarenin sorumlu olmadığını, müvekkil idarenin resmi kurum olduğundan mesai saatlerinin belli olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti ve Yargılama Süreci: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. D) Temyiz: Kararı davalılar vekilleri temyiz etmiştir. E) Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davacı dava dilekçesinde, Karayollarına ait işyerinde 03/03/2009-21/09/2013 tarihleri arasında ... İnşaat Şirketinin işçisi olarak çalıştığını iddia etmiş, mahkemece davacının 15/06/2010-21/09/2013 tarihleri arasında çalıştığı kabul edilerek sonuca varılmıştır. Davalı ... vekili davacının işçileri olmadığını savunmuştur. Davalı ... Şirketi ise davacının 15/06/2010-10/12/2010, 05/05/2012-21/09/2013 tarihleri arasında çalışmasının olduğunu savunmuştur. Mahkemece kabul edilen dönemler arasında davacının birden fazla işverenlerden bildirilen hizmet süreleri olduğu anlaşılmıştır. Davalı ... Şirketi çalışmaları asıl işveren Karayolları nezdinde geçtiği ortadadır. Ancak diğer işverenler nezdinde geçen çalışmalarının Karayolları işyerinde geçtiği başka bir deyişle Karayollarının alt işverenleri olup olmadıkları belli değildir. ... vekili de bu konuda bir açıklama yapmamış soyut bir şekilde bizim işçimiz değildir savunmasında bulunmuştur. Mahkemece yapılacak iş; davacıdan ... İnş. Maden Enr. Müh. Turz. Teks. Taah. Tic. Ltd. Şti. dışındaki şirketlerde çalışmasının Karayollarında olup olmadığı açıklattırılarak, davalı Karayollarından kabul edilen dönemde işverenler ile asıl/alt işveren ilişkisinin olup olmadığını sorup o dönemdeki ihale evraklarını getirtip davacının Karayollarında çalıştığı dönemler saptanıp sonuca gitmektir. Davacının hizmet süresinin eksik araştırma ile kabul edilmesi hatalıdır. 3-Davacı hafta tatilinde çalıştığını iddia etmiş, davacı tanıkları hafta sonu çalıştıklarını söylemişler, davalı tanıkları haftada 6 gün çalışıldığını açıklamışlardır. Hafta tatili çalışma iddiası 7. gün çalışma halinde kabul edilebilir. Mahkemenin sorgu yöntemi eksik ve hatalıdır. Tanıklara haftada kaç gün çalışıldığı sorulmalıdır. Yapılacak iş taraf tanıklarını yeniden dinleyip haftada kaç gün çalışıldığı sorularak sonuca gitmektir. Hafta tatili talebinin tanıkların soyut (hafta sonu çalışılırdı) beyanları ile kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 4-Mahkemece davalı ...’nün 6001 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca harçtan muaf olduğu gözetilmeden davalı Kurum aleyhine harca hükmedilmesi de hatalıdır. F) Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 13.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

60
5. HD., E. 2019/5160 K. 2020/10 T. 13.1.2020
Esas No.: 2019/5160
Karar No.: 2020/10
Karar tarihi: 13.01.2020
kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemi • davanın kabulü • kamulaştırma MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasının kısmen kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca ONANMASI hakkında Daireden çıkan kararı kapsayan 13/02/2019 gün ve 2017/35904 Esas - 2019/2070 Karar sayılı ilama karşı taraf vekillerince verilen dilekçeler ile karar düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup gereği konuşulup düşünüldü: - K A R A R -
Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkin davanın kabulüne dair bozma ilamına uyularak verilen hüküm taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairemizce Onanmış, bu karara karşı taraf vekillerince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur. Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, Yargıtay kararında yazılı gerekçelere göre davacı vekilinin karar düzeltme isteği HUMK'nun 440. maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirine uymadığından yerinde değildir. Davalı idare vekilinin karar düzeltme talebine gelince; Fen bilirkişisi krokisine göre yol olarak el atılan kısımların genişliği 14 metre üzerinde olduğu ve 13/11/2014 tarihli 187 sayılı ... Büyükşehir Belediye Meclisi Başkanlığı kararı ile Antakya ilçesi için genişliği 14 metre ve üzeri olan yolların yapım, bakım, onarımından ... Büyükşehir Belediyesinin sorumlu olduğu bu defa yapılan incelemeden anlaşılmakla, davalı idare vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 13.02.2019 gün ve 2017/35904 Esas-2019/2070 Karar sayılı ilamının kaldırılmasına karar verildikten sonra yapılan incelemede; Mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme ve işlem yapılarak hüküm kurulmuş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Davacı vekilinin temyiz itirazları bozma ile kesinleşen yönlere ilişkin olduğundan yerinde değildir. Davalı idare vekilinin temyiz istemine gelince; Fen bilirkişisi krokisine göre yol olarak el atılan kısımların genişliği 14 mt üzerinde olduğu ve 13/11/2014 tarihli 187 sayılı ... Büyükşehir Belediye Meclisi Başkanlığı kararı ile ... ilçesi için genişliği 14 metre ve üzeri olan yolların yapım, bakım, onarımından ... Büyükşehir Belediyesinin sorumlu olduğu anlaşıldığından ... Belediyesi yönünden davanın husumetten reddi ile .. Büyükşehir Belediye Başkanlığının davaya dahil edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi, Doğru görülmemiştir. Davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, davacıdan peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, H.U.M.K’nun 442. maddesi göz önünde bulundurularak takdiren 450,00-TL. para cezasının davacıdan alınarak Maliye Hazinesine gelir kaydedilmesine, davalıdan peşin alınan temyiz ve karar düzeltme harçlarının istenildiğinden iadesine, davacıdan peşin alınan temyiz harcı ile taraflardan peşin alınan temyize başvurma harçlarının Hazineye irad kaydedilmesine, 13/01/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

61
21. HD., E. 2019/5390 K. 2020/10 T. 13.1.2020
Esas No.: 2019/5390
Karar No.: 2020/10
Karar tarihi: 13.01.2020
iş kazası • manevi tazminat • delillerin değerlendirilmesi • vasi tayin talebi • manevi zarar • usuli kazanılmış hak • istinaf dilekçesinin reddi • istinaf dilekçesi • poliçe • tazminat alacağı • hakkaniyet indirimi • maddi zarar • karşı dava MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi ... Hukuk Dairesi İLK DERECE MAHKEMESİ : ... Asliye Hukuk Mahkemesi KARAR A) Davacı İstemi; Davacı vekili asıl ve birleşen dava dosyasında ıslah dilekçeleriyle beraber geçici iş göremezlik devresi tazminat alacağı 9.631,26 TL, sürekli iş göremezlik devresi tazminat alacağı olarak 380.223,60 TL bakıcı gideri alacağı olarak da 1/3 oranında hakkaniyet indirimi yapan hesap raporuna itibarla 399.360,59 TL bakıcı gideri alacağının ve kazalı lehine 150.000,00 TL, kazalının eşi lehine 25.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsilini talep etmiştir. B) Davalı Cevabı; Davalı ... vekili, davacı ... yüklenici müteahhit firmanın işçisi olduğu için davanın, ... İnşaat San. ve Tic. AŞ aleyhine açılması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı ... vekili, davalının, kullandığı ... plakalı aracın rot başının kırılması nedeni ile direksiyon hakimiyetini kaybettiğini ve kazanın meydana geldiğini, belirterek hakkında açılan davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı ... Sigorta AŞ vekili, poliçe limitinin ölüm/sakatlık halinde 225.000.00 TL ile sınırlı olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. C) İlk Derece Mahkemesi Kararı: İlk derece mahkemesince, geçici iş görmezlik sebebiyle 9.631,26 TL tazminatın 1.000,00 TL’sinin kaza tarihinden bakiyesinin ıslah tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, sürekli iş görmezlik sebebiyle 380.223,60 TL tazminatın 9.000,00 TL sinin kaza tarihinden, bakiyesinin ıslah tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, Birleşen dosyada bakıcı gideri sebebiyle 399.360,59 TL’nin 10.000 TL’lik kısmının davanın açıldığı tarih olan 28/03/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte sigorta şirketinden alınarak davacıya verilmesine ve diğer davalılar yönünden de yasal faiz kazanın olduğu 29/08/2012 tarihinden itabaren sigorta poliçe limiti ile sorumlu olarak diğer davalılar ile birlikte müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine, 389.360,59 TL için ıslah tarihi olan 27/06/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte sigorta şirketi poliçe limiti sınırlı olmak üzere diğer davalılar yönünden müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine, kazalı asil lehine 100.000,00 TL ve eşi lehine 20.000,00 TL’nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalı ... haricindeki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. D) Bölge Adliye Mahkemesi Kararı: İlk derece mahkemesi kararına karşı davacılar ve davalı ... vekilleri tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş, Davacı vekilinin davalı ... yönünden istinaf başvurusundan feragat ettiği anlaşılarak, davacının sigorta yönünden istinaf dilekçesinin reddine, Davacı ve Davalı ...’nin istinaf başvuruları yönünden ise mahkemenin manevi tazminat ve bakıcı gideri yönünden bakiye karar ve ilam harcına hükmetmemesinin, davacı lehine eksik yargılama giderine hükmedilmesinin, davalılar ... ve ... yönünden tazminat alacaklarının tamamına kaza tarihinden faize hükmedilmemesinin, Davalı ... şirketinin sorumlu olduğu miktarların açıkça hükümde gösterilmemesinin ,geçici iş göremezlik ödeneğinin tamamının tazminattan indirilmemesinin, hakkaniyet indirimi olarak 1/3 indirimin yeterli olmayaıp %50 oranında indirim yapılmaması, manevi tazminat isteminin kısmen reddi nedeniyle Belediye lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi sebepleri gözetilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, yeniden esas hakkında hüküm kurulduğu anlaşılmıştır. E) Temyiz Nedenleri: Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle, hakkaniyet indiriminin fazla olduğunu, manevi tazminatın ise az olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir. Davalı ... vekili ise; temyiz dilekçesinde özetle, kazalıya vasi tayin edilip edilmediğinin araştırılmadığı, dava harici yüklenici firmanın sorumlu tutulmadığı, geçici iş göremezlik ödeneği gibi sürekli şl göremezlik oranı üzerinden bağlanan ilk peşin sermaye değerinin tamamının da tazminat alacağından tenzil edilmesi, bakıcı giderinden hakkaniyet indirimin az olduğu, faize olay tarihinden hükmedilmesinin hatalı olduğunu, manevi tazminatın fahiş olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir. F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlerle, temyiz edenin sıfatına, temyiz kapsam ve nedenlerine göre; davalı ... vekilinin tüm, davacılar vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, 2-Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının ve eşinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Dosya kapsamından, davacı sigortalının davalı belediyenin temizlik işlerini yüklendiği anlaşılan dava harici şirkette işçi olarak çalışmaktayken olay günü davalı belediyeye ait, sürücü davalı ... idaresindeki kamyonda yolcu olarak bulunduğu sırada sürücünün aracın kontrolünü kaybetmesi neticesinde aracın şarampole yuvarlanıp takla atması neticesinde araç içerisinde yaralanarak %100 oranında malul kaldığı ve sürekli olarak bakıma muhtaç olduğunun tespit edildiği, iş kazasının gerçekleşmesinde davacının kusursuz, davalı sürücünün %100 oranında kusurlu olduğu, davalı belediyenin ise hem işveren hem de işleten olarak sürücünün kusurundan sorumlu olduğu, hükme esas alınan hesap raporunda davacının bakıcı giderinin 599.040,89 TL olarak tespit edildiği ve 1/3 oranında resen hakkaniyet indirimi yapılarak bakıcı giderinin 399.360,59 TL olarak belirlendiği, davacının bu rapora itibar ederek bakıcı gideri alacağını ıslah ettiği, İlk Derece Mahkemesince bakıcı gideri olarak bu miktara hükmedildiği, Bölge Adliye Mahkemesince ise bakıcı giderinden %50 oranında hakkaniyet indirimi yapılarak, davalı belediyenin sorumlu olduğu bakıcı gideri miktarının 299.520,45 TL olarak karar verildiği anlaşılmıştır Bilindiği üzere başkasının bakımına muhtaç kalan sigortalının, bakım giderleri maddi zarara dahildir. Bakıcı gideri hesaplanırken PMF yaşam tablosu kullanılmaktadır. Kazalının, iş kazası nedeniyle uğradığı gelir kaybının hesabının sözü edilen tabloya göre yapılması, geleceğin varsayıma göre belirlenmesi yönünden yerindedir. Ancak işgücünü kaybeden kazalının sağlıklı bir insan için geçerli olan PMF yaşam tablosuna göre belirlenen bakiye ömrü boyunca bakıcı giderinin bulunacağının kabulü yerinde değildir. Ayrı bir bakiye ömür belirlenmesi de mümkün olmadığına göre davacının halen ve bakiye ömrü içerisinde de sürekli bakıcı çalıştırmayıp aile içi bakım dayanışmasından yararlanacağı da gözetilerek hakim, burada hakkaniyet indirimi ile uygun bir bakıcı giderine hükmetmelidir. Somut olayda, davacı sigortalı lehine hesap edilen bakıcı giderinden Bölge Adliye Mahkemesince davalı ... istinafı haklı görülerek uygulanan %50 oranındaki hakkaniyet indiriminin fazla olduğu anlaşılmaktadır. O halde yapılacak iş, Bölge Adliye Mahkemesi kararında hükme esas alınan bilirkişi hesap raporunda belirlenen bakıcı giderinden taraflar lehine oluşan usuli kazanılmış haklar da dikkate alınarak, davalı ... lehine uygun oranda hakkaniyet indirimi yaparak oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir. Bölge Adliye Mahkemesince bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edenlerden davalıya yükletilmesine, 13/01/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

62
9. CD., E. 2020/661 K. 2020/10 T. 19.2.2020
Esas No.: 2020/661
Karar No.: 2020/10
Karar tarihi: 19.02.2020
görevi kötüye kullanma
Mahkemesi :Sulh Ceza Mahkemesi
Suç : Görevi Kötüye Kullanma
Hüküm : Beraat
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: Olay tarihi itibariyle, 112 Acil Sağlık Komuta Merkezinde memur olarak görev yapan ve merkeze ulaşan Acil Sağlık yardım taleplerine ilişkin çağrılara cevap vermek, aldığı çağrıları Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğinin 19.maddesi uyarınca ilgili hekime ulaştırarak, hekimin yapacağı değerlendirme sonucunda verilecek talimata göre hareket etme yükümlülüğü bulunan sanığın, katılan tarafından yapılan acil sağlık hizmeti talebini ilgili hekime ulaştırmayarak görev tanımının dışına çıkmak suretiyle ilgili hastaya ağrı kesici verilmesi yönünde talimat vererek çağrıyı reddettiği ve bu şekilde ambulans göndermediği, bilahere katılananın sağlık durumu iyice kötüleşen çocuğunu kendi imkanları ile Nevşehir Kadın Doğum Hastanesine ulaştırdığı, sanığın bu şekilde görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişinin mağduriyetine neden olduğu, bu şekilde atılı sucu işlediği sübut bulduğu halde mahkumiyeti yerine yazılı şekilde sanığın beraatine karar verilmesi, Kanuna aykırı, katılan vekili ve O Yer C.Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1.maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 19.02.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

63
HGK., E. 2017/1428 K. 2020/100 T. 6.2.2020
Esas No.: 2017/1428
Karar No.: 2020/100
Karar tarihi: 06.02.2020
ispat yükü • delillerin değerlendirilmesi • bilirkişi raporu • tazminat davası • yemin teklifi • delil tespiti talebi • direnme kararı • cevap dilekçesi • kesin delil • yemin delili MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi 1.Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3.Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü. I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 01.12.2008 tarihli dava dilekçesinde, müvekkilinin maliki olduğu arsada badem ağaçları yetiştirdiğini, davalıya ait küçükbaş hayvanların 24.10.2008 tarihinde müvekkilinin taşınmazına girerek 150 adet badem ağacının yapraklarını ve dallarını yiyerek zarar verdiğini, daha önce de buna benzer olayların yaşandığını, ancak tarafların anlaştıklarını, Gülnar Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/23 D.İş sayılı dosyasında delil tespiti talebinde bulunduklarını, fakat belirtilen dosyadaki bilirkişi raporunun yeterli olmadığını ileri sürerek, mevcut ve mahrum kalınan mahsul gelirine ilişkin zararın tazmini için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 6.500TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 22.01.2009 tarihli cevap dilekçesinde, zararın meydana geldiği bahçenin ortasından yol geçtiğini, davacının bahçesinin muhafazasının yeterli olmadığını, zararın meydana geldiği tarihte hayvanlarını başka yerde otlattığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.10.2010 tarihli ve 2008/156 E., 2010/200 K. sayılı kararı ile; davada davalının hayvanlarının davacıya ait bahçeye verdiği zararın tazmini isteminde bulunulduğu, bu bağlamda davacının 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 41. maddesi gereğince haksız fiili ve failini kanıtlaması gerektiği, ancak ispat yükü kendisinde bulunan davacı yanın bahçesine zarar verenin davalıya ait hayvanlar olduğu yönündeki iddialarını huzurda dinlenen tanık beyanları ile kesin olarak kanıtlayamadığı, davalının davacının teklif ettiği yemini de eda ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14.02.2012 tarihli ve 2010/14546 E., 2012/2075 K. sayılı kararı ile; “…davacı tarafa yemin teklifinin hatırlatıldığı, bunun üzerine davacının, bahçesine giren hayvanların davalıya ait olup olmadığı, bu hayvanların davacının bahçesine zarar verip vermediği hususunda yemin teklif etmiş olduğu, davalı tarafın da olay günü; bahçede 15-16 kıl keçisi olduğu, hayvanların kimin olduğunu bilmediği, kendisine ait hayvanların davacının bahçesine zarar vermediği yönünde yemin eda ettiği anlaşılmaktadır. Davalı haksız eylem faili olduğuna göre, suç olan bir konuda yemin teklif edilerek ve buna dayanılarak hüküm kurulması doğru değildir. Ayrıca dinlenen tanık anlatımları, tespit dosyası ve davalının da beyanları dikkate alındığında davalı hayvanlarının davacının ağaçlarına zarar verdiği anlaşılmaktadır. Şu durumda zarar kapsamı belirlenip hüküm altına alınması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davacının iddiasını kanıtlayamadığından reddine karar verilmiş olmasının doğru olmadığı …” gerekçesiyle kararı oy çokluğuyla bozmuştur. Direnme Kararı: 9. Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.03.2015 tarihli ve 2015/20 E., 2015/66 K. sayılı kararı ile; ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle ve “…haksız fiilin davalı tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin başkaca delil elde edilemediği, bu nedenle davalının haksız fiil faili olarak tanımlanamayacağı, aksinin kabulü hâlinde kırsal kesimde yaşayan, hayvan sahibi olan ve aralarında husumet bulunan kişilerin birbirlerinden maddi menfaat sağlamak için yargı yoluna başvuracağı ve bu durumun da ilçede kaos ortamı oluşturacağı …” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Tanık anlatımları, tespit dosyası ve davalının beyanları birlikte değerlendirildiğinde davalının iddia edilen haksız eylemden dolayı sorumlu tutulup tutulamayacağı, konusu suç teşkil eden haksız eylem iddiasının ispatı bakımından yemin deliline başvurulup başvurulamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Öncelikle eldeki davada sorumluluğun kaynağını oluşturan haksız fiil ile ilgili yasal düzenleme ve ilkelerin kısaca irdelenmesinde yarar vardır. 13. Haksız fiilden doğan borçlar; Mülga 818 sayılı BK’nın 41–60., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 49–76. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın “Mesuliyet şeraiti” başlıklı 41. maddesinde; “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” hükmü yer almaktadır. 14. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir. 15. Haksız fiilden söz edilebilmesi için BK’nın 41. maddesine göre şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, bu fiili işleyen kusurlu olmalı, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez. 16. Uyuşmazlığın çözümü için ispat yükü ve yemin hususlarına ilişkin yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır. 17. Hemen belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 187/1 maddesi). 18. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında (YİBK); kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. 19. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, HMK’nın 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır. 20. İspat için başvurulan araçları ifade eden deliller ise HMK’da senet, yemin, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralanmıştır. Ancak sayılan bu deliller sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hâllerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler. Delillerin değerlendirilmesinde ise hâkimin bağlılığı ve her bir delile bağlanan hukuki sonuçlar bakımından "kesin" ve "takdiri" deliller ayrımı esas alınarak incelenme yapılmaktadır. Kesin deliller hâkimin bağlı olduğu ve takdir yetkisine sahip olmadığı delillerdir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki uyuşmazlık konusu olan "yemin delili" de kesin deliller içerisinde yer almakta olup, hâkimi bağlamaktadır (Kuru, B./ Arslan, R./Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, s. 406-413). 21. Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır (03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK). 22. Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK'nın 225. maddesine göre, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Görüleceği üzere yemin, tarafın kendisinden kaynaklanan (ondan sadır olan) vakıalar hakkında verilebilir. 23. Kanun’da, bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılırken (HMK m. 225/2), tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller ve yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıaların yemin konusu olamayacağı (HMK m. 226; Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m.352) düzenlenmiştir. 24. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli ve 2017/16-1561 E. ve 2019/11 K. sayılı kararında da değinilmiştir. 25. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde; HMK’nın 226. (HUMK m. 352) maddesi gereğince yemin edecek kimsenin onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar yemin konusu olamayacağından, mahkemece davacı tarafa yemin teklifinin hatırlatılarak davalı tarafça yeminin eda edilmesi ve buna dayanılarak hüküm kurulması doğru olmadığı gibi; tespit dosyası, yargılama sırasında davalının beyanları ve tanık anlatımları dikkate alındığında, davalı hayvanlarının davacının ağaçlarına zarar verdiğinin davacı tarafça ispatlandığının kabulü gerekmektedir. 26. Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ : Yukarıda (12) nolu ve devamı bentlerde açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.02.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

64
1. CD., E. 2019/3397 K. 2020/100 T. 15.1.2020
Esas No.: 2019/3397
Karar No.: 2020/100
Karar tarihi: 15.01.2020
kasten öldürme • yaralama • kasten yaralama sonucu ölüme neden olma • haksız tahrik • kasten yaralama
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak
HÜKÜM : TCK.nin 87/4, 29, 31/2, 62. maddeleri uyarınca; 3 yıl 9 ay hapis cezası.
TÜRK MİLLETİ ADINA Toplanan deliller karar yerinde incelenip, suça sürüklenen çocuk ...‘nin maktul ...’e yönelik eyleminin sübutu kabul, takdire ve tahrike ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, incelenen dosyaya göre bozma üzerine verilen hükümde bozma nedeni dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, katılan Bakanlık vekilinin; haksız tahrik ve takdiri indirim hükümlerinin uygulama yeri bulunmadığına ilişkin ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; suça sürüklenen çocuk ile maktulün aynı evde yaşadıkları, olay günü maktulün televizyon kumandasını sert bir şekilde istemesi nedeniyle tartıştıkları, suça sürüklenen çocuğun "adam gibi isteseydin verirdim" demesi üzerine maktulün suça sürüklenen çocuğa tokat attığı, suça sürüklenen çocuğun da meyve soymak için elinde bulundurduğu bıçakla maktulün boyun kısmına vurmak suretiyle boğazının sol tarafından göğüs boşluğuna uzanan kesici delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar, soluk borusu ve akciğer kesileriyle iç kanama sonucu maktulü öldürdüğü olayda; Kullanılan bıçağın niteliği ve elverişliliği, hedef alınan vücut bölgesi, darbe şiddeti, oluşan yaranın yeri ve mahiyeti birlikte değerlendirildiğinde suça sürüklenen çocuğun eylemi ile ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu, bu nedenle yaşı küçük çocuğu kasten öldürme suçundan cezalandırılması gerektiği düşünülmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş olup, katılan Bakanlık vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmekle hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 15/01/2020 gününde oy birliği ile karar verildi.

65
5. CD., E. 2016/688 K. 2020/100 T. 13.1.2020
Esas No.: 2016/688
Karar No.: 2020/100
Karar tarihi: 13.01.2020
irtikap • tehdit • iştirak
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : İhaleye fesat karıştırma
HÜKÜM : Sanıklar ... ve ... hakkında beraat, diğer sanıklar hakkında eylemlerinin teşebbüs aşamasında kaldığının kabulüyle mahkumiyet Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi; Sanık ... müdafin süresinden sonra vaki ve sonuç ceza miktarı itibarıyla da koşulları bulunmayan duruşmalı inceleme isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK'nın 318. maddesi uyarınca REDDİYLE, incelemenin duruşmasız yapılmasına, CMK'nın 260/1. maddesine göre ihaleye fesat karıştırma suçundan katılan sıfatını alabilecek surette zarar görmüş olan Hazinenin kanun yoluna başvurma hakkının bulunması ve hükümlerin 21/05/2019 tarihli dilekçe ile vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında, 3628 sayılı Kanunun 18. maddesindeki "...Hazine avukatının yazılı başvuruda bulunması halinde Maliye Bakanlığı, başvuru tarihinde müdahil sıfatını kazanır." düzenlemesinin verdiği yetkiye ve CMK'nın 237/2. maddesine dayanılarak Hazinenin sanıklar hakkında irtikap suçundan açılan kamu davasına KATILAN OLARAK KABULÜNE karar verildikten sonra gereği düşünüldü: Katılan Hazine vekilinin dilekçesinin içeriğine göre temyizinin sanıklar ... ve ... hakkında verilen beraat hükümlerine, sanıklar ..., ... ve ... müdafileri ile sanıklardan ...'nun temyizlerinin ise mahkumiyet hükümlerine yönelik olduğu gözetilerek yapılan incelemede; Sanıklar ..., ..., ..., ... ve ... hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; 6459 sayılı Yasayla TCK'nın 235. maddesinde yapılan değişikliklerin tehdit kullanmak suretiyle işlenen ihaleye fesat karıştırmaya teşebbüs suçu yönünden lehe bir husus taşımadığı gözetilerek mahkumiyet hükümleri yönünden tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiş, TCK'nın 53. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarihli ve 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal Kararı doğrultusunda uygulanmasının infaz sırasında nazara alınması mümkün görülmüştür. Delillerle iddia ve savunma, yapılan yargılama göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, sübutu kabul olunan fiillerin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan, sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında kurulan mahkumiyet hükümleri ile delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle sanık ... hakkında verilen beraat hükmü usul ve kanuna uygun olduğundan yerinde görülmeyen katılan Hazine vekilinin, sanıklar ..., ... ve ... müdafileri ile sanık ...'nun temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA, Sanık ... hakkında verilen beraat hükmüne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde ise; Oluşa ve tüm dosya kapsamına nazaran, sanığın, diğer sanıklar ..., ... ve ...'nun yanlarında katılan ...'nın bulunduğu kahvehaneye suça konu ihale hakkında konuşmak üzere gittiği, tehdit suçu işlendiği sırada diğer sanıklar ile birlikte ve ortak irade ile hareket ettiğinin anlaşılması karşısında, atılı suçtan mahkumiyeti yerine yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde beraatine karar verilmesi, Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA 13/01/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

66
8. HD., E. 2019/5049 K. 2020/100 T. 14.1.2020
Esas No.: 2019/5049
Karar No.: 2020/100
Karar tarihi: 14.01.2020
kişilik haklarına saldırı • yönetim kurulu • bilirkişi raporu • davaya müdahale talebi • istinaf yolu • hakimin reddi • kayyım atanması • davanın kabulü • karşı dava • davaya katılma talebi • asli müdahil DAVA TÜRÜ : Vakıf Yetkili Organ Toplantısı İle Alınan Kararların İptali MAHKEMESİ : ... 22. Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda ... 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.01.2019 tarihli ve 2016/122 Esas, 2019/51 Karar sayılı kararıyla davacılar ... ve ... yönünden davanın usulden reddine, diğer davacıların davasının kabulüne karar verilmiş olup, Mahkeme hükmüne karşı davacılar ... ve ... vekili ile davalı vekili ve asli müdahil vekili sıfatı ile Avukat ... tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince davacılar ... ve ...'nun istinaf başvurusunun esastan; asli müdahale talep edenlerin istinaf başvurusunun ise usulden reddine karar verilmiş, bu kez de Bölge Adliye Mahkemesi kararının duruşma yapılması suretiyle Yargıtayca incelenmesi davalı vekili olduğunu beyan eden ve asli müdahil vekili sıfatı ile Avukat ... tarafından, duruşmasız olarak da davacılar ... ve ... vekilince istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 12.11.2019 Salı günü tayin edilmiş, ancak tebligat eksikliği nedeni ile yeniden 14.01.2020 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmiştir. Duruşma günü temyiz eden davalı Vakıf vekili olduğunu beyan eden ve asli müdahale talep eden ... ve davacılar vekili Avukat ... ... ile karşı taraftan davalı Vakıf vekili Avukat ... geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R
Davalı Vakıf vekili olduğunu beyan eden ve asli müdahale talep edenler vekili Av. ...'ın 14.01.2020 tarihli dilekçesi ile Daire Başkanı ... hakkında reddi hakim talebinde bulunduğu, reddi hakim talebinin ... katılmaksızın 14.01.2020 tarihli ek karar ile 6100 sayılı HMK'nin 41/2. ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunun 39/3.maddesi kapsamında kesin olarak geri çevrilmesine karar verildiği anlaşılmış olmakla dosyanın esasının incelenmesine geçilmiştir. Dava dilekçesinde, davalı Vakfın 24/02/2016 tarihinde yapılan genel kurul toplantısı ile alınan kararların davacıların toplantıdan haberdar edilmedikleri gerekçesi ile iptali istenilmiş; Mahkemece, ... ve diğer üç kişinin asli müdahale taleplerinin reddine, açılan dava yönünden ise davacılardan ... ve ...'nun davalarının usulden reddine, diğer davacıların davasının kabulü ile davalı Vakfın 2016 yılı Mütevelli Heyet Genel Kurul Toplantısı ile alınan kararların iptaline karar verilmiştir. Asli müdahale talebinin reddi ile bir kısım davacılar yönünden davanın usulden reddine ve bir kısım davacılar yönünden ise davanın kabulüne dair verilen karar davacılar ... ve ... vekili ile davalı Vakıf vekili olduğunu beyan eden ve asli müdahale talep edenler vekili sıfatı ile Av. ... tarafından istinaf edilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince davacılar ... ve ...'nun istinaf başvurusunun esastan; asli müdahale talep edenlerin istinaf başvurusunun ise usulden reddine karar verilmesi üzerine istinaf isteminde bulunanlar vekillerince bölge adliye mahkemesi kararı temyiz edilmiştir. Dava, davalı Vakfın 2016 yılı Mütevelli Heyeti Genel Kurulu ile iş bu toplantıda alınan kararların iptali istemine ilişkindir. 1. Davacılar ... ve ... vekilinin temyizi yönünden; Mahkemece temyiz talebinde bulunan davacıların davalı Vakfın üyesi olmadıkları ve taraf sıfatları bulunmadığından davanın usulden reddine karar verilmiş, diğer davacıların ise davalarının kabulü ile davalı Vakfın 2016 yılı Mütevelli Heyet Genel Kurul Toplantısı ile alınan kararların iptaline karar verilmiştir. Davacı ... tarafından açılan dava sonucu ... 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/13-2018/262 sayılı ve 22.05.2018 tarihli karar ile; "davacının Beşiktaş 25. Noterliğinin 17.04.2012 tarih 12527 yevmiye numaralı evrakına konu edilen "... Mütevelli Heyeti Üyeliğinden istifa ve bu hakkını davalıya (...) devir" işleminin iptaline" karar verilmiş olup verilen kararın henüz kesinleşmediği, diğer davacı ...'nun vakıf mütevelli heyeti üyeliğinden istifa ve bu hakkın ...'a devrine dair işlemin iptali için ... 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyası üzerinden dava açıldığı ve iş bu dosyanında derdest olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar davacılar tarafından açılan bu iki dosyanın sonucunun beklenmesi ve sonucuna göre eldeki dosyada karar verilmesi gerekmekte ise de diğer davacılar yönünden davanın kabul edilerek Vakfın 2016 yılı Mütevelli Heyeti Genel Kurulu ile iş bu toplantıda alınan kararların iptaline karar verildiğinden bu aşamadan sonra derdest dosyaların, temyiz konusu davanın sonucu bakımından etkisi olmayacağından dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve ilâmda belirlenip dayanılan gerektirici sebeplere göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2. Davalı Vakıf vekili olduğunu beyan eden Av. ... ile Av. ...'nun talepleri yönünden; Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden 28.02.2014 tarihinde Vakıf Yönetim Kurulu Başkan yardımsısı ... ile Yönetim Kurulu Genel Sekreteri M.Rahmi Sübar tarafından vakıf adına Av. ... ile Av. ...'e vekalet verildiği, ... tarafından 23/06/2016 tarihinde açılan davalı Vakfın yöneticilerin görevden alınmaları ve kayyım atanması davasında; ... 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/267 Esas sayılı dosyası üzerinden 06.12.2016 tarihli karar ile "Davacı tarafın tedbir talebinin kabulü ile Vakıflar Kanunun 10. maddesi ve 2547 sayılı YÖK Kanun'un Ek 1 l/2 mad. değişik fıkrası uyarınca davalı Vakfa Kayyım atanmasına ve Kayyım olarak Av....'ın seçilmesine karar verilmiş, itiraz üzerine ise 17.03.2017 tarihli karar ile itiraz reddedilmiştir. Kayyım atama kararına karşı istinaf başvurusu ... Bölge Adliye Mahkemesi (4.) Hukuk Dairesinin 19.07.2017 tarih ve 2017/793-987 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Kayyım atanan ... vakıf adına vekil olarak hareket eden (vekalet verilen) Av. ..., Av. ..., Av. ...hitaben ... 17. Noterliğinin 20.01.2017 tarih ve 1845 Yevmiye numaralı muhataplarına tebliğ edilen ihtar ve azilnamesi ile vakıf vekilliğinden azletmiştir. Vakıf yöneticilerinin dava sonuçlanıncaya kadar görevden alınmaları ve kayyım atanmasına dair 5737 sayılı Vakıflar Kanunu 10.madde kapsamında mahkemece verilen kararın kaldırıldığına dair herhangi bir kararın dosyaya da yansımadığı, temyiz dilekçesi ve aşamalarda kayyım atama kararının Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlükteki mevzuata aykırı olduğu gerekçesi ile iptal edildiği ileri sürülmüş ise de, AYM'nin önüne giden hususun 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 17.8.1983 tarihli ve 2880 sayılı Kanun'un 32. maddesiyle eklenen ek 11.maddesine 20.8.2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun'un 15. maddesiyle eklenen onuncu fıkranın birinci, ikinci ve üçüncü cümlelerine dair Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulduğu, vakfa tedbiren kayyım atanmasının yasal dayanağı olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu 10.madde kapsamında bir başvuru ve AYM tarafından bir değerlendirmenin olmadığı, dava konusu Vakfa mahkemece atanan kayyımın görevinin devam ettiği, bu hukuki duruma rağmen 06.12.2017 tarihli vekaletname ile Vakıf yetkilisi sıfatı ile ... ve ... tarafından vakıf adına Av. ... ile Av. ...'na vekalet verildiği, görevine devam eden kayyım ... tarafından ise 24.01.2018 tarihli vekaletneme ile Av. ... ve diğerlerine vekalet verildiği anlaşılmakla azledilen ve Vakfa kayyım atanması sebebi ile vakıf yöneticisi, dolayısı ile vakfı temsile yetkisi olmayan kişilerce verilen vekaletnameler geçerli olmadığından vakıf vekili sıfatı bulunmayan Av. ... ile Av. ...'nun vakıf vekili olarak vermiş oldukları temyiz dilekçelerinin reddine karar vermek gerekmiştir. 3. Asli Müdahale talep edenler vekili Av. ...'ın temyiz dilekçesi yönünden; Av. ..., asli müdahale talep edenler ..., ..., ... ve Hukuk Sepeti Eğitim Pazarlama Ltd. Şti. Adına ekli vekaletnameler ile asli müdahale talebinde bulunduğu, ilk derece mahkemesince asli müdahillik talebinin 6100 sayılı HMK'nin 65. maddesindeki koşulların bulunmadığı gerekçesi ile reddine karar verildiği, asli müdahale talebinin reddine dair istinaf isteminin ise bölge adliye mahkemesince, asli müdahale dilekçesinde yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde hak iddia edilmeyip bilirkişi raporunda ve dava dilekçesinde belirtilen değerlendirmelerle ilgili olarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan bahisle asli müdahillik talebinde bulunulduğu, bu hususun ayrı bir dava konusu olabileceği, bu sebeple mahkemenin asli müdahilliğin reddine ilişkin ara kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile istinaf başvurularının reddine karar verildiği, iş bu karara karşı asli müdahillik talebinde bulunanlar vekili Av. ...'ın duruşma istemli olarak temyiz talebinde bulunması üzerine vekil sıfatı ile duruşma gününün adı geçene tebliğ edildiği anlaşılmakla dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve bölge adliye mahkemesi ilâmında belirlenip dayanılan gerektirici sebeplere göre asli müdahale talep edenler vekili Av. ...'ın temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Davacılar ... ve ... vekilinin temyiz itirazlarının yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddi ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının ONANMASINA, davalı Vakıf vekili olduğunu beyan eden Av. ... ile Av. ...'nun temyiz dilekçelerinin yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle REDDİNE, asli müdahale talep edenler vekili Av. ...'ın temyiz itirazlarının ise yukarıda (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle REDDİNE, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 2.540,00 TL avukatlık ücretinin davacılardan müdahale talebinde bulunanlar ile ... ve ... ...'ndan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalı ... Vakfın'a verilmesine, kararın bir örneğinin ... Bölge Adliye Mahkemesi (4.) Hukuk Dairesine, dosyanın ise İlk Derece Mahkemesi ... 22. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, 54,40 onama harcının peşin harçtan mahsubu ile artan 34,40 TL'nin istek halinde temyiz eden ... ve ...'na iadesine, peşin harcın da istek halinde Lösemili Çocuklar Vakfına iadesine,14.01.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

67
11. HD., E. 2018/2961 K. 2020/100 T. 7.1.2020
Esas No.: 2018/2961
Karar No.: 2020/100
Karar tarihi: 07.01.2020
yoksun kalınan kazanç • zamanaşımı defi • istinaf yolu • ticaret unvanı • haksız rekabet
MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 16. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 26/01/2017 tarih ve 2008/130 E- 2017/12 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kısmen kabulüne dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi'nce verilen 28/03/2018 tarih ve 2017/4526 E- 2018/813 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi taraf vekilleri tarafından duruşmalı istenmiş olup, duruşma için belirlenen 07.01 2020 günü hazır bulunan davacı vekili Av. ... ile davalı vekilleri Av. ... ve Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkiline ait Tatbak Lokantası'nın 1960 yılında Nişantaşı'nda kurulduğundan beri verdiği hizmetle tanınmışlık ve itibar kazandığını, ibarenin 1980 yılında ticaret sicil, 1988 yılında marka kaydının gerçekleştirildiğini, zaman içinde müvekkiline gelen şikayetler üzerine yapılan araştırmada davalının markayı ve ticaret unvanını kullandığının öğrenildiğini, davalının eylemlerinin markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini, davacı markasının itibarının zedelendiğini ileri sürerek davalının fiillerinin markaya tecavüz teşkil ettiğinin tespitini, bu fiillerin önlenmesini, davalının ticaret unvanının terkinini, zararın tazminine ilişkin şimdilik 50.000 TL'nin ve davalının taklit ürün satışlarından elde ettiği bir yıllık gelirden %50'sinin yoksun kazanç karşılığı lisans sözleşmesi varmış gibi davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, 24.11.2016 tarihinde harcını yatırdığı ıslah dilekçesi ile maddi tazminat miktarını 2.103.783,82 TL'ye çıkarmış ve dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin 21.12.2005 tarihinde kurulduğunu, davacının sessiz kalmak suretiyle hak kaybına uğradığını, zamanaşımı süresinin geçtiğini, müvekkilinin şekerleme, lokum, çikolata, bisküvi, pasta, kek ve benzeri ürünleri imal edip sattığını, bu ürünlerin davacının tescili kapsamında yer almadığını, yine müvekkilinin "TATBAK" markasını 35.08. sınıftaki müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetinde kullandığını, davacının kullanımının ise 43. sınıfı kapsadığını, müvekkilinin ise 35. sınıfta faaliyet gösterdiğini, sektörlerin farklı olduğunu, savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı vekili, ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı defii ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesince iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, davalının "TATBAK" markasını kullanmaya devam ettiği, temadi eden eylem sebebiyle zamanaşımı süresinin geçmediği, sessiz kalma yoluyla hak kaybının oluşmadığı, baklava, kazandibi, sütlaç ve sup ürünlerinin hem davacı markası kapsamında yer aldığı, hem de davalı tarafından kullanıldığı, bir kısım malların ise benzerlik arz ettiği, bu sebeple davalı kullanımının davacının marka hakkını ihlal ettiği, davalının kendisinin üreterek sattığı malların 35.08. sınıf kapsamında kalmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davalının "Tatbak" ibaresini davacı markası ile iltibas oluşturacak şekilde unlu gıdalarda kullanımının marka hakkına tecavüz oluşturduğunun tespitine, tecavüzün durdurulmasına, fiili zarara ilişkin maddi tazminat talebinin reddine, yoksun kalınan kazanç olarak 556 sayılı KHK'nın 66/c bendi uyarınca hesaplanan 854.606,96 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davalının ticaret ünvanının terkinine yönelik talebin reddine karar verilmiştir. Davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, davacının markası kapsamındaki ürünler ile davalının kullanımındaki ürünlerin benzerlik, işaretlerin ise aynılık taşıdığı, marka üzerindeki hakkın davacıya ait olduğu, davalının ticaret unvanı dışındaki markasal kullanımının markaya tecavüz teşkil ettiği, fiil temadi ettiği için zamanaşımı defiinin yerinde görülmediği, sunulan delillerden davalının 2002 yılından itibaren "TATBAK" ibaresini kullanmaya başladığı, ibareye büyük yatırım yaptığı, dolayısıyla davalının ticari faaliyetlerini davacının markasının tanınmışlığından değil, kendisinin gerçekleştirdiği yatırım ve tanıtımlarla sürdürdüğü, aynı ibareden oluşan unvanın da davalı yanca kullanılmasının hak ve sorumluluk olduğu, lisans bedeli için görüşüne başvurulan bilirkişi heyetinin bu hususları dikkate almadan büyük miktarlarda lisans bedeli hesapladığı, tazminatın davacının uğradığı zararla orantılı olması, lisans bedelinin marka sahibinin yatırımlarına işaret eden unsurlar ile tecavüz edenin ürün pazarlamasına katkısının dikkate alınarak belirlenmesi gerektiği, davacının sadece bir işletmede faaliyet göstermesi nazara alındığında davalının düzinelerce işletmesinin gelirlerinin %3,75'inin lisans bedeli olarak belirlenmesinin hakkaniyete uygun düşmediği, yine davalının işyerinde başka markalı ürünlerin de satıldığı, bu durumda Türk Borçlar Kanununun 50-51. maddelerinin gözetilerek maddi tazminatın takdiren 427.000 TL olarak belirlendiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf talebinin kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne, davalının Tatbak ibaresini unlu gıdalarda markasal kullanımının davacının marka hakkına tecavüz oluşturduğunun tespitine, vaki tecavüzün durdurulmasına, fiili zarara ilişkin ispatlanamayan maddi tazminat talebinin reddine, yoksun kalınan kazanç olarak 556 sayılı KHK'nın 66/c bendi uyarınca hesaplanan 427.000 TL'nin ıslah tarihi olan 24.11.2016'dan itibaren yasal faiz yürütülmek suretiyle davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine, www.hakmar.com.tr adlı internet sitesinde davacı marka hakkına tecavüz oluşturacak şekilde unlu gıdalarda kullanımına yönelik görsellerin içerikten çıkarılmasına, ticaret ünvanının terkinine yönelik talebin reddine karar verilmiştir. Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir. 1-HMK'nın 297 ve 298. maddeleri uyarınca mahkeme kararları, asgari olarak iki tarafın iddia ve savunmalarının özetlerini, incelenen maddi ve hukuki olayın özünü, mahkemeyi sonuca götüren gerekçelerin neler olduğu hususlarını ihtiva etmelidir. Anayasanın 141. maddesinin 3. fıkrası hükmü de mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiğini düzenlemektedir. Dolayısıyla gerekçe, bir hükmün olmazsa olmaz unsurudur. Taraflar, ancak kararlara konulması gereken gerekçeler sayesinde hükmün hangi maddi ve hukuki nedene dayandırıldığını anlayabilirler. Ayrıca, karar aleyhine yasa yollarına başvurulduğunda da Yargıtay incelemesi sırasında gerekçe sayesinde kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı denetlenebilir. Diğer bir anlatımla, Yargıtay incelemesi ancak bir kararın somut olaya uygun gerekçe taşıması halinde mümkün olabilir. Öte yandan, yazılacak kararın gerekçesiyle hüküm kısmı arasında bütünsellik esastır. Başka bir anlatımla, gerekçe ile hüküm birbirine bağlı olup, çelişki bulunmaması gerekir. Nitekim, HMK’nın 298/2. maddesinde de gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 10.4.1992 gün ve 1991/7 esas 1992/4 sayılı kararında da kısa karar ile gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma nedeni sayılacağı içtihat edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesinde, davalının baklava, pasta, sütlaç, kazandibi, yufka gibi ürünleri sattığı, bu ürünlerin davacının markaları kapsamındaki ürünlerle benzer olduğu kabul edilerek marka hakkına tecavüz tespit edilmiş, hüküm fıkrasının 4 nolu bendinde de "Davalının Tatbak ibaresini davacı tescilli markası ile iltibas oluşturacak şekilde unlu gıdalarda markasal kullanımının davacının marka hakkına tecavüz oluşturduğunun tespitine, vaki tecavüzün durdurulmasına" dair hüküm tesis edildikten sonra hükmün devamında "TATBAK ibaresinin ürün ve iş yeri tanıtımlarından ticari evrak ve tabelalardan çıkarılmasına, çıkarılması mümkün olmayanların imhasına" denilmek suretiyle davalının tüm ürün ve faaliyetlerini kapsayacak şekilde "TATBAK" ibaresini kullanımından men'ine karar verilmek suretiyle gerekçe ve hüküm ile hüküm fıkraları arasında çelişki oluşturacak ve infazında tereddüte sebebiyet verecek şekilde karar verilmiştir. Bu durum karşısında, mahkemece yukarıda açıklanan yasa hükümlerine ve içtihada uygun şekilde tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilerek, gerekçe ile hüküm çelişkisi içermeyen, kendi içinde tutarlı, maddi olaya ve talebe uygun, denetime elverişli gerekçeli karar oluşturulmak gerekirken Anayasa ile 6100 sayılı HMK'nın 297 ve 298. maddelerinde belirtilen unsurlardan yoksun, gerekçe ve hüküm ile hüküm fıkraları arasında çelişki içeren karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın öncelikle bu nedenle resen bozulması gerekmiştir. 2-Bozma sebep şekline göre taraf vekillerinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, Bölge Adliye Mahkemesi kararının re'sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, taraf vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, HMK'nın 373/2. maddesi uyarınca dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 07/01/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

68
22. HD., E. 2016/28547 K. 2020/1000 T. 22.1.2020
Esas No.: 2016/28547
Karar No.: 2020/1000
Karar tarihi: 22.01.2020
zamanaşımı defi • iş sözleşmesi • cevap dilekçesi • taraf sıfatı • toplu iş sözleşmesi
MAHKEMESİ:İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ: ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:Davacı, geçici işçi olarak çalıştığı dönemde geçen hizmet sürelerinin daimi kadroya geçtiği sırada kıdemine sayılarak yapılacak intibakına göre ücretinin belirlenmesi ve bu intibak sebebiyle toplu iş sözleşmesinden doğan fark alacaklar ile yıllık izin ücretinin davalıdan tahsilini istemiştir.Davalıların Cevap Özeti: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle zamanaşımı def'ini ileri sürerek, davacının üyesi bulunduğu sendika ile hükümet arasında imzalanan 26/10/2000 tarihli protokol hükümlerine göre mevsimlik statüden daimi kadroya geçirildiğini, davacının 02/02/2001 tarihine kadar mevsimlik iş sözleşmeleri ile yılın ortalama 8 ayında çalıştığından İş Kanunu hükümlerine göre yıllık izin hakkı bulunmadığını, daimi kadroda çalıştığı dönemde izin haklarının eksiksiz kullandırıldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, dava devam ederken davalı ... İl Özel İdaresi kanuni düzenlemelerle kaldırıldığından, davalı taraf sıfatı ... Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına yöneltilerek devam edilen yargılamada isteğin kısmen kabulüne karar verilmiştir.Temyiz:Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe:Dava devam ederek davalı gösterilen ... İl Özel İdaresi Kanunla kaldırıldığından davalı taraf sıfatının belirlenmesi konusunda uyuşmazlık doğmuştur.12.11.2012 tarihli 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 1. maddesinin 2. ve 5. fıkrası ile ... İl Özel İdarelesinin kaldırıldığı, yürürlük başlıklı 36 maddesin de de kanunun bu hükümlerinin ilk mahalli idareler seçiminde yürürlüğe gireceği beliritilmiştir. Anılan Kanunun kabul edildiği tarihten sonraki ilk mahalli idareler seçimi ile yürürlüğe girmesiyle ... İl Özel İdaresini tüzel kişiliği dava devam ederken sona ermiştir. 6360 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkarsıyla; mevzuatla il özel idarelerine yapılan atıflar bu Kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan il özel idareleri için ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, Hazineye, valiliklere, büyükşehir belediyelerine ve bağlı kuruluşlarına veya ilçe belediyelerine yapılmış sayılacağı, tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerine 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ve diğer mevzuatla verilmiş olan yetki, görev ve sorumluluklar ilgisine göre bu kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılacağı ve yerine getirileceği, söz konusu il özel idarelerinin mahkemelerde süren davaları ile il özel idaresi olarak faaliyet gösterdikleri dönem ve yapılan işlemlere ilişkin olarak açılacak davalarda muhatap, devir işleminin yapıldığı ilgili kurum ve kuruluş olduğu açıkça düzenlemiştir. Bu durumda kaldırılan il özel idareleri hakkındaki davaların ilgilisine göre devredildiği kurum ve kuruluşa yöneltileceği tartışmasızdır. Somut uyuşmazlıklarda il özel idaresine karşı açılan davalarda öncelikle dava konusunu oluşturan faaliyet ve işlemlerle ilgili konuların hangi kurum ve kuruluşlara deverdildiği ve devralanın tüzel kişiliğinin de bulunup bulunmadığı belirlenerek davalı sıfatının kime yöneltileceğinin tespiti gerekir. Tüzel kişiği sona eren il özel idarelerinin devir, tasfiye ve paylaştırılma işlemlerini düzeleyen 6360 sayılı Kanun'un Geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında; devir, tasfiye ve paylaştırma işlemlerini yürütmek üzere vali tarafından, bir vali yardımcısının başkanlığında, valinin uygun göreceği kurum ve kuruluş temsilcilerinin ve ilgili belediye başkanlarının katılımıyla devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu kurulacağı bu komisyona yardımcı olmak üzere valinin görevlendirmesi ile alt komisyonlar da kurulabileceği, 4. fıkrasında bu kanun ile tüzel kişilikleri kaldırılan il özel idareleri; personelini, her türlü taşınır ve taşınmaz malları ile hak, alacak ve borçlarını bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde valiliğe bildirceceği, bu idarelerin taşınmazlarının satışı, tahsisi ve kiralanması, iş ve toplu iş sözleşmesinin yapılması, her türlü imar uygulaması (inşaat ruhsatı hariç), iş makineleri ve diğer taşıtların satışı ile borçlanmaları İçişleri Bakanlığının onayına bağlı olduğu, 5. fıkarsında ise tüzel kişilikleri kaldırılan il özel idarelerinin her türlü taşınır ve taşınmaz malları, hak, alacak ve borçları, komisyon kararıyla ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, valiliklere, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığına, büyükşehir belediyesine ve bağlı kuruluşuna veya ilçe belediyesine devredilmesine karar verileceği, devir işlemi, yapılacak ilk mahalli idareler genel seçimi tarihinde uygulamaya konulacağı Maliye Hazinesine devredilen taşınmazlar Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla kullanmakta olan kurumlara tahsis edilmiş sayılacağı Hazinenin özel mülkiyetindeki veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan Maliye Bakanlığınca, bu Kanunun 1inci maddesiyle tüzel kişilikleri kaldırılan il özel idarelerine, belediyelere ve köy tüzel kişiliklerine tahsis edilmiş olanlar; kuruluş kanunlarıyla kendilerine verilen kamusal nitelikteki görevleri yerine getirmeleri amacıyla ve komisyon kararıyla; ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşlarına, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıklarına, büyükşehir belediyelerine, büyükşehir belediyelerinin bağlı kuruluşlarına ve ilçe belediyelerine tahsis edilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.Bu düzenlemeler kapsamında devir öncesi doğan ve bir kurum ve kuruluşa devredilemeyen işçilik alacaklarının tahsili için açılan davalarda taraf sıfatının kime ait olduğu konusunda anılan Kanunda bir düzenleme bulunmamaktadır. Dava konusu olayda davacı işçi devirden önce emekli olup iş ilişkisini sona erdirdiğinden talep ettiği yıllık izin ücretinden kimin sorumlu olduğunun belirlenmesi gerekecektir. Öncelikle devir, tasfiye ve paylaştırma komisyon kararının getirtilerek tüzel kişiliği kaldırılan İl Özel İdaresinin devir öncesi borçlarının hangi kuruma devredildiğinin belirlendiği durumda davalı taraf sıfatının borcu devralan bu kurum veya kuruluş olduğu, borçların devri konusunda alınmış bir karar yok ise anılan İl Özel İdaresinin aktiflerini ve alacaklarını devralanın borçlardan da sorumlu tutulması gerekeceği, tüm bu araştırmalarla borçtan sorumlu tutulacak davada taraf ehliyetine sahip bir kurum veya kuruluş tespit edilemediği hallerde borcun mahalli idare birimi olan İl Özel İdaresindeki çalışmalardan doğan bir borç olması dikkate alındığında davanın İçişleri Bakanlığına yöneltilerek sonuçlandırılması gerekir.SONUÇ:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 22.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

69
11. HD., E. 2018/1121 K. 2020/1000 T. 6.2.2020
Esas No.: 2018/1121
Karar No.: 2020/1000
Karar tarihi: 06.02.2020
sebepsiz zenginleşme • maktu vekalet ücreti • yönetim kurulu • menfi tespit • primli pay • yönetim kurulu üyesi • dava zamanaşımı
DAVACI : K1
DAVALILAR : 1-F1 HOLDİNG A.Ş.
2-F1 İNŞAAT TARIM VE SANAYİ
İŞLETMELERİ TİCARET A.Ş.
3-K2
4-K3
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 20/01/2016 gün ve 2014/779 - 2016/62 sayılı kararı red - bozma Daire'nin 21/11/2017 gün ve 2016/6113 - 2017/6372 sayılı kararı aleyhinde davalılar F1 Holding A.Ş, (Yeni Unvanı: F2 Holdıng A.Ş.) F1 Inşaat Tarım ve Sanayi Işletmeleri Ticaret AŞ,vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili, davalı şirket temsilcilerinin yüksek faiz verileceği ve parasını istediği zaman geri alabileceği taahhüdünde bulunmaları üzerine müvekkilinin belge karşılığında davalılara 393.121,00 DM verdiğini, davalıların aynı yöntemle binlerce gurbetçiden nakit para topladıklarını, kısa bir süre sonra müvekkilinin parasını istediğini, ancak bu güne kadar kendisine ödeme yapılmadığını, davalıların Bankacılık Kanunu'nu, Türk Ticaret Kanunu'nu ve Sermaye Piyasası Kanunu'nu ihlal ettiklerini, hisse senetlerinin izinsiz olarak halka arz edildiğini, F1 Grubu tarafından yapılan usulsüzlüklerin SPK ve diğer resmi kurum raporlarında açıklandığını, davalılar hakkında çeşitli suçlardan suç duyurusu yapıldığını, müvekkilinin şirket ortağı yapılmasının hukuken mümkün olmadığını, kanuna uygun bir ortaklık ilişkisinin kurulmadığını, davalı K3 ile yönetim kurulu üyesi olan diğer davalıların zarardan sorumlu olduklarını ileri sürerek, 393.121,00 DM 'nin karşılığı olan 428.130,00 TL 'den şimdilik 7.500,00 TL’nin faizi ile birlikte müvekkiline ödenmesine, geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiş, 09/06/2010 tarihli ıslah dilekçesiyle, talebini 379.600,00 TL’ye çıkarmıştır. Davalılar vekili, davanın zamanaşımından ve esastan reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davalılar K3, K2 veF3’nun kişisel sorumluluğunu gerektirir bir durumun varlığı ispatlanamadığından adı geçen davalılar yönünden davanın reddine, davalı F1 Holding A.Ş. yönünden, davacının şirket ortağı olmadığının tespiti ile ilgili talep kısmının reddine, davanın kısmen kabulü ile 236.707,33 TL’nin dava tarihi olan 18/03/2009 tarihinden itibaren değişen oranlarda hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalı F1 Holding A.Ş'den tahsiline dair verilen kararın davalı şirketler vekili ve katılma yoluyla davacı vekilince temyizi üzerine karar Dairemizce davalı şirketler yararına bozulmuştur. Davalı F1 Holding A.Ş. F1 İnş. Tarım AŞ(Yeni Unvan F2 Hold. AŞ) vekili, bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 1-Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak, 07.12.2019 tarih, 30971 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'nun 41. maddesinde 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması Ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler İle 5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu Ve 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici maddenin eklendiği belirtilmiş olup, işbu geçici 4. maddede ''31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez. Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.” hükmü düzenlenmiş, aynı Kanun'un 52/1-h maddesinde de işbu hükmün yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlanmıştır. Bu durum karşısında, mahkemece taraf iddia ve savunmalarının Sermaye Piyasası Kanunu'nun 16. maddesi ve anılan yasal düzenleme kapsamında değerlendirilerek sonucuna göre bir karar vermek üzere kararın re'sen bozulmasına karar vermek gerektiğinden Dairemizin 21.11.2017 tarih 2016/6113 Esas, 2017/6372 Karar sayılı bozma ilamının kaldırılarak, yukarıda açıklanan değişik gerekçeyle mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir. 2-Bozma sebep ve şekline göre davalı F1 Holding A.Ş. F1 İnş. Tarım AŞ(Yeni Unvan F2 Hold. AŞ) vekilinin karar düzeltme istemlerinin incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle Dairemizin 21.11.2017 tarih 2016/6113 Esas, 2017/6372 Karar sayılı bozma ilamının kaldırılarak hükmün değişik gerekçeyle resen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı F1 Holding A.Ş. F1 İnş. Tarım AŞ(Yeni Unvan F2 Hold. AŞ) vekilinin karar düzeltme istemlerinin incelenmesine yer olmadığına, ödediği karar düzeltme harcının isteği halinde karar düzeltme isteyene iadesine, 06/02/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

70
22. HD., E. 2016/28549 K. 2020/1001 T. 22.1.2020
Esas No.: 2016/28549
Karar No.: 2020/1001
Karar tarihi: 22.01.2020
iş sözleşmesi • kesin delil • bilirkişi raporu • fazla çalışma ücreti
MAHKEMESİ:İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ: ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının yaptığı fazla mesailerin karşılığını alamadığı için iş sözleşmesini haklı olarak feshettiğini belirterek kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti ve yıllık izin ücreti taleplerinin davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece yapılan yarıgılamada, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmiştir. Gerekçe: Taraflar arasında davacının fazla çalışma ücreti talebinin yerinde olup olmadığı ve davacının fazla mesai ücretinin ödenmemesi sebebi ile iş sözleşmesini feshederek kıdem tazminatı talep edip edemeyeceği uyuşmazlık konusudur.Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. Somut uyuşmazlıkta, davalı tarafından dosyaya sunulan işyeri giriş çıkış kayıtlarının incelemesi sonucunda davacının fazla mesai yapmadığı tespit edilerek davacının fazla mesai ücreti talebinin reddine karar verilmiş olup davacı taraf ise bu iş yeri kayıtlarında manuel olarak değişiklikler yapıldığını idda etmiştir. Davacı tarafından dosyaya sunulan Nisan/2013 tarihli elektronik iletilerde ise ... ve ...adlı kişiler arasındaki yazışmalarda parmak okuma sistemine dayalı giriş çıkış kayıtlarında manuel değişikliklerin yapıldığı hususunda bir takım beyanların olduğu da anlaşılmaktadır. Bu durumda davalı tarafından dosyaya sunulan giriş çıkış kayıtlarının güvenilirliği hususunda kanat oluşabilmesi için davacı tarafından dosya arasına sunulan elektronik iletilerde adı geçen ... ve ... adlı kişilerin davalı iş yerinde çalışıp çalışmadığı, çalışıyor olmaları halinde hangi pozisyonda görev yaptıkları araştırılmalı ayrıca giriş çıkış kayıtları üzerinde manuel düzeltme yapılıp yapılamayacağı hususunda konusunda uzman bilirkişi vasıtasıyla inceleme yaptırılarak davacının fazla mesai ücreti talebinin ve buna bağlı olarakta kıdem tazminatı talebinin yerinde olup olmadığı değerlendirilmelidir. Bu hususların gözetilmemesi hatalı olup bozma sebebidir.SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 22.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

71
10. HD., E. 2018/6553 K. 2020/1001 T. 11.2.2020
Esas No.: 2018/6553
Karar No.: 2020/1001
Karar tarihi: 11.02.2020
rücuan tazminat • istinaf yolu • yasal temyiz süresi • davanın kabulü • karşı dava • zorunlu dava arkadaşlığı • kesin süre • eski hale iade talebi
Bölge Adliye Mahkemesi : Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir. İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı ... vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince TCDD vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, Kararın Kaldırılmasına,Davanın TCDD Yönünden Reddine, Diğer Davalılar Yönünden Kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalılara tebliği üzerine davalılar ... ve ... vekilleri tarafından eski hale getirme talebinde bulunulmuş, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen ek kararla talep reddedilmiş, davalılar ... ve ... vekilleri ek kararı temyiz etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen asıl kararın, davacı ... vekili, ek kararın ise davalılar ... ve ... vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. Davalılar ... ve ... Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı yasal süresi içinde istinaf talebinde bulunmamış, bilahare ortak vekilleri vasıtasıyla ve 09.08.2018 tarihli dilekçe ile istinaf sebepleri ileri sürme amacına yönelik olarak eski hale getirme ve istinaf talebinde bulunmuşlardır. Gaziantep Bölge Adliyesi 10. Hukuk Dairesi tarafından 02.10.2018 tarihli ek kararla eski hale getirme talebinin ileri sürülen sebepler bakımından yerinde olmadığı gerekçesiyle temyiz yolu açık olmak üzere, istinaf talebi yönünden ise süre aşımı nedeniyle kesin olmak üzere reddine karar verilmiştir. Verilen Ek kararın 11.10.2018 de davalılar vekiline tebliği üzerine ,davalılar vekili eski hale getirmenin reddine dair kararın bozulmasını, istinaf sürecinin yeniden başlatılması talepli temyiz isteminde bulunmuştur. 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu'nun 434. maddesi ile ilgili 25.01.1985 gün ve 5/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hükmü gereğince, temyiz isteği dilekçenin temyiz defterine kaydettirildiği tarihte yapılmış sayılır ve temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Temyiz harç ve giderlerinin eksik ödenmiş veya hiç ödenmemiş olduğunun sonradan anlaşılmış bulunması hâlinde, Harçlar Kanunu’nun 32. maddesine göre müteakip işlemler yapılmaz. Karar veren Hâkim tarafından yedi günlük kesin süre tanınarak, bu süre içerisinde tamamlanması veya ödenmesi, aksi hâlde temyizden vazgeçmiş sayılacağı temyiz edene yöntemince ve yazılı olarak bildirilir. Ancak temyiz harcının mahkeme kalemince hesaplanıp temyiz edenden istendiği hâlde süresinde ödenmediği belgelendirilmiş ise temyiz isteğinin reddi gerekir. Eldeki davada ise, yukarıda sözü edilen Yasa ve İçtihadı Birleştirme Kararı hükmüne aykırı olarak ek kararı temyiz eden davalılar vekili tarafından her iki davalı adına da temyiz dilekçesinin verildiği sırada ve yasal temyiz süresi içerisinde, aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayan her bir davalı adına ayrı ayrı temyiz karar harcı ile başvuru harcı alınması gerekirken, sadece tek harç alındığı, bu haliyle gerekli harç ve giderlerin tamamının ödenmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3’üncü maddesi gereğince, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun anılan (434) maddesinde öngörülen prosedür, harç tamamlanmak üzere işletildikten sonra, bu süreçte şayet temyiz dilekçesinin reddi yönüne gidilirse temyiz talebi reddedilen davalıya tebliğ edilerek temyiz süresi geçtikten sonra gönderilmek üzere dosyanın mahalline GERİ ÇEVRİLMESİNE, 11.02.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

72
23. HD., E. 2019/749 K. 2020/1001 T. 13.2.2020
Esas No.: 2019/749
Karar No.: 2020/1001
Karar tarihi: 13.02.2020
bilirkişi raporu • müteselsil sorumluluk • tazminat davası • iş sözleşmesi • işyeri devri • davanın kabulü • fazla çalışma ücreti
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -
Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında hizmet alım sözleşmesi bulunduğunu, sözleşme kapsamında davalı tarafından çalıştırılan dava dışı iki işçinin müvekkili aleyhine açtığı işçilik alacakları ile ilgili davanın işçi lehine sonuçlandığını ve bu kapsamda müvekkili tarafından dava dışı işçilere icra takibi sonucunda ödeme yapıldığını, yapılan bu ödemeden sözleşme hükümlerine göre davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek, müvekkili tarafından ödenen bedelin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili işçinin ücretlerinden davacının sorumlu olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacının davalı ile yapılan sözleşme kapsamında SGK kayıtlarına göre davalı bünyesinde çalışan işçiye yapılan ödemeyi aralarında imzalanan sözleşme hükümlerine göre davalıdan talep edebileceği gerekçesiyle davalının sorumluluğunu belirleyen bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı davalı vekili, temyiz etmiştir. Hizmet alım sözleşmeleri; ihale şartları ile belirlenen işin sözleşmede kararlaştırılan bedel ile yapılmasının üstlenildiği sözleşmelerdir. Bu sözleşme türünde yüklenicinin edimi, hizmetin kendi işçisi ile yerine getirilmesi, işverenin edimi ise sözleşme bedelinin ödenmesidir. Sözleşme kapsamında yapılması gereken iş yüklenici işçisi tarafından yerine getirilecektir. İş aktinin yüklenici ile işçi arasında yapıldığı hususu ihtilaflı değildir. SGK kayıtları da bu hususu doğrulamaktadır. Hizmet alımı tip sözleşmelerinde işverenin, yüklenici tarafından çalıştırılan işçinin ücretinin ödenmesi, sosyal haklarının takibi gibi denetim dışında işçiye karşı bir sorumluluğu yoktur. İşveren ile yüklenicinin İş Kanunu’na göre işçiye karşı müteselsilen sorumlu olmasına rağmen rücu ilişkisinde taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanması sözleşme hukukunun en temel ilkelerindendir. İşçilik alacakları işveren tarafından ödenen işçinin; yüklenici işçisi olması, sözleşme ücretine işçinin ücret ve sosyal haklarının dahil olması, işverenin işçilik alacaklarından sorumlu olacağına dair sözleşmede bir hüküm bulunmaması hususları nazara alındığında davacı işverenin işçiyi çalıştıran yüklenicilerden ödediği bedeli ve ferilerinin tamamını talep etme hakkı bulunduğunun kabulü gerekir. Hizmet alım ihaleleri aynı yüklenici tarafından alındığı gibi, değişik yükleniciler tarafından da alınabilmektedir. Bu halde işyeri devri suretiyle işçiler yeni yükleniciye devredildiği için hizmet akitleri kesintiye uğramadan devam etmekte ve işçilik alacakları da bu doğrultuda hesaplanmaktadır. İşçiye ödenen kıdem tazminatı iş sözleşmesinin feshedildiği tarihteki giydirilmiş ücret üzerinden hesaplanmakta olup bu kıdem tazminatının tamamından işçiyi çalıştırdıkları dönemle orantılı olarak yükleniciler işverene karşı sorumludurlar. Yıllık izinler kullanılmadığı taktirde iş sözleşmesinin feshi ile ücrete dönüşmektedir. Sözleşmeyi feshedenin son yüklenici olduğu ve yıllık izinlerinde bu fesih ile ücrete dönüştüğü gözönüne alındığında yıllık izin ücretinden son yüklenici sorumlu olacaktır. İhbar tazminatından son işveren sorumludur. Bunların dışında hafta tatil ücreti, ücret alacağı, fazla mesai ücreti gibi işçiye ödenen tazminatlardan yükleniciler işverene karşı işçiyi çalıştırdıkları dönemle sınırlı olarak sorumlu olacaklardır. İşveren tarafından bu ödemelerin feri mahiyetinde yapılan ödemeler de ayrı esasla yüklenicilerden tahsil edilebilecektir. Yükleniciler aleyhine açılan rücu davalarında ayrı sözleşmelerle hizmet ifa eden yükleniciler mecburi dava arkadaşı olmadığı gibi borçtan müteselsilen sorumlu olacaklarına ilişkin kanun hükmü veya sözleşme bulunmamaktadır. Bu nedenle alacak davalarında her davalı aleyhine ayrı tahsil hükmü kurulmalıdır. Davanın itirazın iptali şeklinde açılmış olması durumunda ise takibin hangi davalı açısından hangi miktarla devam edeceği ayrı ayrı belirlenmelidir. Bu durumda mahkemece yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçe ile ödenen bedelin tamamından son işverenin sorumlu tululması doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.02.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

73
21. HD., E. 2019/1574 K. 2020/1001 T. 20.2.2020
Esas No.: 2019/1574
Karar No.: 2020/1001
Karar tarihi: 20.02.2020
delillerin değerlendirilmesi • sosyal güvenlik kurumu • görevli mahkeme • ölüm aylığı • denetim raporu • yeniden yargılama • davanın kabulü
DAVACI : K1Vek. Av. K2
DAVALI : Sosyal Güvenlik Kurumu Vek. Av. K3
İLK DERECE
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 04/05/2017
NUMARASI : 2015/955-2017/324
TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR
A) Davacı İstemi: Davacı; boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığı bağlanması talebinin reddine ilişkin davalı Kurum işleminin iptalini ve aylığın faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. B) Davalı Cevabı: Davalı SGK vekili özetle; davacının dava dilekçesinde belirttiği üzere dava konusu aylık kesme işleminin SGK Başkanlığı Sosyal Sigortlara Genel Müdürlüğü Sigortalı Emeklilik İşlemleri Daire Başkanlığı tarafından yapıldığını, söz konusu birim Ankara'da bulunduğundan HMK gereğince huzurdaki dava da yetkili ve görevli Mahkemenin Ankara iş Mahkemeleri olduğunu, bu nedenle öncelikle davanın yetkisizlik nedeni ile reddine karar verilmesini talep ettiğini, davacının almakta olduğu aylığı boşandığı eşi ile birlikte yaşadığını, yetim aylığı almak amacıyla eşinden boşandığının tespit edilmesi nedeniyle 5510 sayılı kanunun 56. Maddesi uyarınca aylığın kesildiğini,belirterek davanın reddini istemiştir. C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı: İlk Derece Mahkemesince; “......Mahkememizce dinlenen tanık beyanları ile Tuzla Emniyetince söz konusu işyeri adresinde yapılan 11.04.2016 tarihli tutanağa bağlanan araştırmasının davacının bu yöndeki iddialarını doğrular nitelikte olduğu, yine Tuzla Emniyetince ikamet adreslerinde yapılan 07.12.2015 tarihinde tutanağa bağlanan araştırmasında davacının eski eşiyle birlikte oturmadıkları yönünde bilgi edinildiği, tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde ise gerek 01.02.2013 tarihli ve 2013/29-BY sayılı rapor, 25.03.2015 tarihli ve/DTR/DK-35 sayılı denetmen raporu ve Cami Mahallesi muhtarlığının müzekkere cevabından davacının A1 Tuzla/İstanbul adresine taşındığı tarihten itibaren eski kocasıyla fiilen birlikte yaşadıkları yönünden bir tespit bulunmadığı, dolayısıyla başvuru tarihi olan 30.09.2014 tarihi itibariyle fiilen birlikte yaşamadıkları anlaşılmış olduğundan, davacıya başvuru tarihi olan 30.09.2014 tarihinden itibaren babasından dolayı hak sahibi kız çocuğu olan davacıya ölüm aylığı bağlanması gerektiği kanaatine varılmış olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçesiyle “Davacının davasının KABULÜ ile; Davacının vefat eden babasından dolayı yetim aylığı bağlanması için yaptığı 30/09/2014 kurum kayıt tarihli ve 13687655 sayılı başvurusunu takip eden ay başından itibaren aylık bağlanması gerektiğinin TESPİTİNE; Buna aykırı kurum işleminin İPTALİNE; ” karar verilmiştir. İstinaf Başvurusu ; Davalı Kurum vekili; dava şartı olarak dava açmadan önce kuruma başvurulması gerektiğini, davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının tespit edilmesi üzerine aylığının kesildiğini, mahkemece yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan karar verildiğini belirterek kararın bozulmasını istemiştir. D) Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı : Bölge Adliye Mahkemesince “İlk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucu; "davacının eski eşi ile fiilen birlikte yaşadıkları yönünde bir tespit bulunmaması nedeniyle babasından dolayı yetim aylığı bağlanması için yaptığı 30/09/2014 kurum kayıt tarihli ve 13687655 sayılı başvurusunu takip eden ay başından itibaren aylık bağlanması gerektiğinin tespitine" karar verilmiş ise de; 5510 sayılı yasanın 56/son fıkrasında düzenlenen" eşinden boşandığı halde, boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar 96 ıncı hükümlerine göre geri alınır" hükmüne göre davacıya daha önce babasından hiç ölüm aylığı bağlanmamış olması nedeniyle aylığının kesilmesi gibi bir durumu olmayan davacıya, aylık bağlanması talebi halinde bu maddedeki düzenleme ileri sürülerek aylık bağlanmamasının, maddenin konuluş amacına uygun olmadığı, bu maddenin ancak aylık bağlandıktan sonra eski eşi ile birlikte yaşadığının tespiti halinde uygulanacak olması nedeniyle, davalı kurumun 56/son fıkrası gereğince aylık bağlamamasına ilişkin işleminin yerinde olmadığı, ayrıca ikinci olarak yapılan araştırma sonucu düzenlenen 25.03.2015 tarihli 35 sayılı denetim raporunun sonuç kısmında "K1'in 16.10.2014 tarihli beyanla ikamet ettiği A1 Tuzla adresinde boşandığı K4 ile birlikte fiilen yaşadıklarına dair tespit yapılamadığından, 5510 sayılı kanunun 56.maddesinin son fıkrası doğrultusunda yapılacak bir işlem olmadığı, 16.10.2014 tarihinden önceki birlikte yaşamadığı iddiası ile ilgili olarak ise 2011/58 sayılı genelge doğrultusunda, birlikte yaşamadığı iddiasına dayanak somut bilgi ve belge sunmadığından, yapılacak bir işlem olmadığı kanaatine varıldığının" belirtildiği, davacının ölüm aylığı talebinde bulunduğu tarih itibariyle kurum denetmen raporuna göre, eski eşiyle fiilen birlikte yaşamadığı tespit edilmesine rağmen davacının ölüm aylığı talebinin reddedilmesinin, kurumun kendi raporuyla da çelişkili olarak işlem yaptığını gösterdiği, buna göre; ilk derece mahkemesinin kurum işleminin iptaline yönelik kararı yerinde görülmüş ise de, davacının durumunun 5510 sayılı yasanın 32,33,34 ve 35.maddelerde düzenlenen hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanmasına ilişkin şartlar yönünden araştırılmadan davacıya "başvurusunu takip eden ay başından itibaren aylık bağlanması gerektiğinin tespitine" karar verilmesinin yerinde olmadığı, davacıya babasından ölüm aylığı bağlanması şartlarının kurum tarafından araştırılarak sonuca göre işlem yapılacak olması nedeniyle bu husus kararın ortadan kaldırılmasını ve yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden bu kısım hükümden çıkartılmak suretiyle kararın düzeltilerek davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçesiyle “ 1-Davalı kurum vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, 2-İstanbul Anadolu 21. İş Mahkemesinin 2015/955 Esas 2017/324 Karar sayılı. 04.05.2017 tarihli kararının kaldırılmasına, 3-Davanın kabulüne, 4-Davacının vefat eden babasından dolayı yetim aylığı bağlanması için yaptığı 29.09.2014 tarihli başvurusunun işleme alınması gerektiğinin tespitine, bu talebi 5510 sayılı yasanın 56 ıncı maddesi gereğince reddeden 14.05.2015 tarihli 11247 sayılı kurum işleminin iptaline,” karar verilmiştir. E) Temyiz: Davalı SGK vekili; “ Davacı tarafın eşinden hukuken boşanmış olmasına rağmen fiilen birlikte yaşamaya devam etmeleri nedeni ile 5510 sayılı Kanun md. 56. uyarınca gelir ve aylıklarının kesilmesine karar verilmiş olup, Kurum işleminde herhangi bir yanlışlık veya hukuka aykırılık sözkonusu değildir. ” gerekçeleriyle temyiz yoluna başvurmuştur. F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe: Dava; boşandıktan sonra vefat eden babasından dolayı aylık bağlanması talebini reddeden Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir. Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir. Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59/2. maddesinde: “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56'ncı maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu nedenle Anayasanın 20'nci maddesi ile 5510 sayılı Kanun, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 4857 sayılı İş Kanunu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacının ve boşandığı eşinin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiğini saptanmalı, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanan eşler 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta iseler adlarına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, davacının ve boşandığı eşinin kayıtlı olduğu adreslerde kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir. Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının eşi K4’ten 14/07/2009 tarihinde boşandığı, 27/08/1990 tarihinde vefat eden babasından dolayı yetim aylığı bağlanması için yaptığı 30/09/2014 tarihli başvurusunun reddedildiği, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen 01/02/2013 tarihli rapora göre davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, ancak denetmenin “K1’in eşinden boşandığı 14/07/2009 tarihinden denetmen raporunun yazıldığı 01/02/2013 tarihe kadar Sosyal Güvenlik Kurumundan aylık almadığı görülmüştür.” tespiti nedeniyle işlem yapılmadığı, 25/03/2015 tarihli raporda; denetmenin önceki adresinde birlikte yaşadıklarına ilişkin rapor olduğu ancak aylık bağlanmadığından işlem yapılmadığı, A1 Tuzla/İSTANBUL adresinde birlikte yaşadıklarına dair tespit yapılamadığını bildirdiği, son raporun tek tanığın beyanıyla verildiği, 11/04/2016 tarihli kolluk tutanağında; “A2 Tuzla/İstanbul adresinde bulunan kafenin K4 üzerine olduğu, bunun sebebinin ise K5’in kafenin açılış tarihinde 18 yaşın altında olması, annesi K1’in icra borçlarından dolayı işlem yapamıyor olmasından kaynaklandığı, K4’in belirtilen işyerinde hiçbir zaman çalışmadığı, işyerini bir yıl çalıştırdıktan sonra kızı K5’e devrettiği” şeklinde tutanak tanzim edildiği, Mahkemece, bazı araştırmaların yapılmadığı, toplanan delillerin kabule yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece yapılacak iş; yukarıda izah edilen açıklamalar doğrultusunda; davacının eşinin 29.09.2014 tarihinden sonraki adres beyanlarının doğruluğunu kolluk kuvvetleri aracılığıyla sorgulamak, komşu tanık beyanlarına başvurmak, Kurumdan davacı ve eşinin Medula sistemindeki hastane ve eczane kayıtlarını, getirtmek, talep tarihinden itibaren nerelerde ve hangi adrese kayıtlı olarak tedavi olduklarını sorgulamak, davacının ve eşinin seçmen geri izleme raporlarını getirterek, adres beyanlarını sorgulamak, tüm delilleri topladıktan sonra sonuca göre karar vermekten ibarettir. O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince yeniden verilen “Davanın Kabulü” kararı bozulmalıdır. G)SONUÇ: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 20/02/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

74
2. HD., E. 2019/8215 K. 2020/1001 T. 11.2.2020
Esas No.: 2019/8215
Karar No.: 2020/1001
Karar tarihi: 11.02.2020
yoksulluk nafakasının kaldırılması talebi • karşı dava • davanın kabulü
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından; karşı davanın kabulü, kusur belirlemesi, reddedilen tazminat talepleri ve nafakalar yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise; asıl davanın kabulü, kusur belirlemesi, reddedilen tazminat talepleri ve nafakaların miktarları yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Taraflarca karşılıklı olarak açılan boşanma davalarının yapılan yargılaması sonunda mahkemece her iki boşanma davasının kabulü ile tarafların 166/1 gereğince boşanmalarına, davalı-karşı davacı kadın lehine tedbir ve yoksulluk nafakasına, tarafların tazminat taleplerinin reddine hükmetmiştir. Verilen bu kararın davacı-karşı davalı erkek tarafından karşı davanın kabulü, kusur belirlemesi, nafakalar yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından asıl davanın kabulü, kusur belirlemesi, tazminatlar ve nafakalar yönünden istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince yoksulluk nafakası yönünden davacı-karşı davalı erkeğin istinaf başvurusunun kısmen kabulüyle diğer yönlerden tarafların istinaf itirazlarının reddine karar verilmiştir. İstinaf kararı davalı erkek tarafından yukarıda gösterildiği şekilde temyiz edilmiştir. İlk derece mahkemesince verilen kararlar, istinaf edilmeyen yönlerden kesinleşmiş olup, istinaf edilmeyen konular temyize getirilemez. Bu itibarla davacı-karşı davalı erkek tarafından reddedilen tazminat taleplerine yönelik temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Tarafların temyiz sebeplerine hasren yapılan incelemede; a)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı kadının tüm, davacı-karşı davalı erkeğin aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir. b)Toplanan delillerden, davalı-karşı davacı kadının sosyal güvencesi olan bir işte çalıştığı, düzenli gelirinin bulunduğu, İstanbul İlinde çeşitli semtlerde kiralık pazar tezgahlarının bulunduğu ve davacı-karşı davalı erkek ile gelir düzeylerinin birbirine denk olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyleyken, Türk Medeni Kanunu'nun 175. maddesi koşulları oluşmadığı halde, davalı-karşı davacı kadın yararına yoksulluk nafakasına karar verilmesi doğru değildir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2/b. bendinde gösterilen sebeple BOZULMASINA, davacı-karşı davalı erkeğin reddedilen tazminat taleplerine yönelik temyiz dilekçesinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple REDDİNE, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 2/a bendinde gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın Cemalifer'e yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 218.50 TL temyiz başvuru harcı peşin yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran Turgut'a geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 11.02.2020 (Salı)

75
15. CD., E. 2019/5681 K. 2020/10016 T. 19.10.2020
Esas No.: 2019/5681
Karar No.: 2020/10016
Karar tarihi: 19.10.2020
bedelsiz senedi kullanma
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Bedelsiz senedi kullanma
HÜKÜM : TCK.’nın 156/1, 62/1, 52/2-4, 50/1-a maddeleri gereğince mahkumiyet
Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm sanık ve katılan tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanığa atılı bedelsiz senedi kullanma suçunun 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaşma kapsamında olması nedeniyle, dosyanın uzlaştırma bürosuna gönderildiği, ancak taraflar arasında uzlaşma sağlanamadığı belirlenerek yapılan incelemede, 1- Katılanın temyiz itirazının incelenmesinde; Hükmün, bizzat katılan vekiline 07/01/2019 tarihinde tebliğ edildiği, katılanın bu hükmü 1412 sayılı CMUK'un 310/1. maddesinde belirtilen 1 haftalık süre geçtikten sonra 03/03/2019 tarihli temyiz inceleme başvurusunun 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, 2- Sanık hakkında kurulan mahkumiyet hükmünün incelenmesinde; Temyiz başvuru süresinin CMUK 310/1.maddesinde gereği bir hafta olmasına rağmen 28/11/2018 tarihli kararda 15 gün yazılmak suretiyle sanığın yanıltıldığı, süre bakımından bu yanıltmanın sanığın lehine düşünülmesi gerektiği ve temyiz süresinin bu nedenle 15 gün olduğu ve sanığın hükmü süresinde temyiz ettiği kabul edilerek ve Dairemizce uzlaştırma hükümlerinin uygulanması gerektiğinden bahisle hükmün bozulması üzerine, taraflar arasında uzlaşmanın sağlanamadığı belirlenerek yapılan incelemede; Sanığın yargılama konusu eyleminin, 5237 sayılı TCK’nın 156/1. maddesi kapsamında yer alan “bedelsiz senedi kullanma” suçuna ilişkin olduğu, bahse konu eylem yönünden öngörülen ceza miktarının “altı aydan iki yıla kadar hapis ve adli para cezası”na ilişkin olduğu anlaşılmakla; 17/10/2019 tarih ve 7188 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile yeniden düzenlenen 5271 sayılı CMK’nın 251/1. maddesine göre, “Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir.” şeklindeki hükme, 7188 sayılı Kanun’un 31. maddesinde yer alan geçici 5/1-d. maddesi ile “01/01/2020 tarihi itibariyle kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz.” şeklinde sınırlama getirilmiş ise de, Anayasa Mahkemesinin, 19/08/2020 tarih ve 31218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 25/06/2020 tarihli, 2020/16 Esas ve 2020/33 Karar sayılı iptal kararı ile “...kovuşturma evresine geçilmiş...” ibaresine ilişkin esas incelemenin aynı bentte yer alan “...basit yargılama usulü...” yönünden Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verildiği, böylece “kovuşturma evresine geçilmiş basit yargılama usulü uygulanabilecek dosyalar yönünden iptal kararı” verildiği anlaşılmakla; her ne kadar Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez ise de, CMK’da yapılan değişikliklerin derhal uygulanması ilkesi geçerli olsa da, iptal kararının sonuçları itibariyle Maddi Ceza Hukukuna ilişkin olduğu, zira CMK’nın 251/3. maddesinde “Basit yargılama usulü uygulanan dosyalarda sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir” şeklindeki düzenleme gereği maddi ceza hukuku anlamında sanık lehine sonuç doğurmaya elverişli olduğundan TCK'nın 7. ve CMK’nın 251. maddeleri uyarınca dosyanın “Basit Yargılama Usulü" yönünden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, Bozmayı gerektirmiş, sanık ve katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca sair hususlar incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA, 19/10/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi. (Muhalif) MUHALİF ŞERHİ
Anayasa Mahkemesi 25.06.2020 tarih 20202/16 esas 2020/33 karar sayılı kararı ile; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na 7188 sayılı Kanun'un 31. maddesiyle eklenen geçici 5. maddenin (d) bendinde yer alan; ‚‘‘ 01.01.2020 tarihi itibariyle kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz ‚‘‘ hükmünün; "...kovuşturma evresine geçilmiş,..." ibaresinin aynı bentte yer alan "...basit yargılama usulü..." yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası sözü edilen geçici 5. Maddenin(d) bendi ‘‘01.01.2020 tarihi itibariyle hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz‘‘ şekliyle varlığını korumaktadır. 7188 sayılı Kanun ile ceza muhakemesi sistemimize basit yargılama usulü adıyla yeni bir düzenleme getirilmiş olup bu usul 5271 sayılı Kanun'un 251. ve 252. maddelerde düzenlenmiştir. Basit yargılama usulü; üst sınırının iki yıla kadar hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar bakımından yazılı savunma esasına dayalı, genel yargılama usulünün tam uygulanmadığı, Cumhuriyet savcısının görüşü alınmadan, duruşmasız olarak evrak üzerinden kararın verildiği, mahkumiyet kararı verilmesi durumunda sonuç cezada ¼ oranında indirimin öngörüldüğü, kararların itiraza tabi olduğu nevi şahsına münhasır bir yargılama usulü olarak hukuk sistemimize entegre edilmiştir. Kanun koyucu CMK’nın 251. maddenin 1. fıkrasında ‘’….. karar verilebilir’’ ibaresiyle ve yine CMK’nın 251. maddenin 6. fıkrasında ‘’ Mahkemece gerekli görülmesi halinde bu madde uyarınca hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edebilir’’ ibaresiyle basit yargılama usulünün uygulanmasında takdir ve tercihin hakime ait olduğu vurgusunu yapmıştır. Ayrıca CMK’nın 250. maddesiyle seri muhakeme usulü düzenleme altına alınmış olup, düzenlemeye göre seri muhakeme usulününün uygulanmasının soruşturma ve kovuşturma şartı olduğu vurgusu yapılmış, CMK’nın 174/1-c maddesine göre seri muhakeme usulü uygulanmadan açılan iddianamenin iadesine karar verileceği belirtilmiştir. Her iki yasal düzenleme içeriği birlikte değerlendirildiğinde; bir kısım suçlar yönünden Seri Muhakeme Usulünün zorunlu olduğu, benzer bir düzenlemeye yer verilmemesi nedeniyle bir kısım suçlar yönünden Basit Yargılama Usulünün hakimin takdir ve tercihine bırakıldığı , yine bir kısım suçlar bakımından hakime basit yargılama usulü seçeneğinin getirildiği durumlarda dahi taraflardan birinin yada her ikisinin itirazı halinde genel hükümlere göre yargılamaya devam edileceği belirtilerek Basit Yargılama Usulünün tercih ve takdir edilmemesine işaret edildiği açıktır. Duruşma açılarak delil tartışması yapılmış dosyalarda , genel kovuşturma usulünden dönülerek basit yargılama usulünün uygulanmasını istemek genel yargılama usulüne hakim ilkeler gözetildiğinde bağdaşır bir durum değildir. Ceza muhakemesinin birincil amacı, maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bu amacı tesis etmek bakımından ceza yargılamasında sözlülük, yüz yüzelik, halka açıklık, vicdani kanaatin huzura getirilmiş ve tartışılmış delillere dayanılarak oluşturulacağı ilkelerine dayanmaktadır. Bu değişikliğin yapılmasının gerekçelerinden biri daha çabuk bir yargılama ile “daha önemli” işlere vakit ayırma imkanın doğması şeklindeki düşüncedir. Ancak bunu temin etmek bakımından makul sürede yargılanma hakkını gözetmek gerekir. Makul sürede yargılanma hakkı, (duruşmaya ara vermeme) esas itibariyle şüpheli veya sanık hakkındaki iddiaların makul bir sürede mahkeme tarafından incelenmesini öngören AİHS’nin 6. ve Anayasa’nın 141/4. maddesi ile ilişkili bir ilke olarak, davanın süratle görülmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Karara bağlanmış dosyalar yönünden basit yargılama usülüne dair değişiklik nedeniyle dosyaların bozulması yukarıda açıklanan ilkelere de aykırılık teşkil edecek, makul sürede bitirilmeyen, uzayan yargılamalar nedeniyle dosyaların mahkemelerde daha çok birikmesine neden olacaktır. Diğer taraftan, temyiz davasına konu edilen hükümlerin sübut ve hukuka uygunluk denetimi yapılmadan sadece mahkumiyet hükmüne dayanılarak sair yönler ile incelenmeden bozulması makul sürede yargılanma ilkesi ile de bağdaşmamaktadır. Ceza Muhakemesi Hukukuna ilişkin yasaların zaman bakımından uygulanmasında geçerli prensip‚‘‘ derhal uygulama‘‘ kuralıdır. Bu kural ile her iki yasaya uygulama alanı tanınmakta, eski yasa zamanında tamamlanmış usuli işlemler geçerliliğini korumaktadır. Henüz tamamlanmamış, usuli işlemlerin ise usül yasalarındaki değişikliğin derhal uygulanması gerektiğine dair ilke gereğince devam eden işlemler bakımından uygulanması gerekmektedir. Basit yargılama usulünün, CMK’da düzenlenen bir ceza muhakemesi kurumu olduğu, bu nedenle lehe ya da aleyhe değerlendirilmesi yapılmaksızın derhal uygulanma ilkesine tabi olduğu aşikardır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uyarınca mevcut dosyanın çekişmeli yargı sürecinden geçtiği gözardı edilerek salt ceza indirimi öngörüldüğü gerekçesiyle ‚‘‘derhal uygulanma‘‘ prensibine aykırı olarak hükme bağlanmış dosyalar yönünden bozulması mümkün değildir. Kanun koyucu CMK’nın 251 ve 252 . maddelerinin uygulanması bakımından 7188 sayılı yasanın 31. maddesi ile getirilen Geçici 5. Maddesi ile; 1)Bu maddeyi ihdas eden Kanunla; d) 1/1/2020 tarihi itibarıyla "kovuşturma evresine geçilmiş," hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz. " geçici hükmünü getirerek yasanın yürürlük tarihi ve dosyaların aşamaları gözetilerek bir sınırlama yapmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından geçici 5 inci maddede " kovuşturma evresine geçilmiş " ibaresinin iptali yoluna gidilmiş , " hükmen bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda " ibaresi dava konusu olmasına rağmen , başvuruda bulunan mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkanı bulunmadığından yetkisiz olduğundan bahisle talebi ret etmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası sözü edilen geçici 5. Maddenin(d) bendi ‘‘01.01.2020 tarihi itibariyle hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz‘‘ şekliyle varlığını koruduğuna göre; bozmaya konu yerel mahkeme kararının Anayasa Mahkemesinin, 19/08/2020 tarih ve 31218 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, 25/06/2020 tarih, 2020/16 Esas ve 2020/33 Karar sayılı iptal kararından önce verildiği, bir diğer ifade ile hükme bağlanmış bir dosya olduğu , CMK’nın geçici 5. maddesi uyarınca hükme bağlanmış dosyalarda yasa gereği Basit Yargılama Usulünün uygulanamayacağı, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının hükme bağlanmış dosyaları kapsamadığı, Basit Yargılama Usulünün soruşturma ve kovuşturma şartı olmadığı gibi mahkemenin takdirine bağlı bir yargılama usulü olduğu, Anayasa Mahkemesi kararlarının maddi ceza hukukunu ilgilendiren kısımları bakımından geriye yürütülerek uygulanması mümkün ise de, usul kurallarının derhal uygulanma prensibi dikkate alındığında yürürlük tarihi itibariyle usule uygun hükme bağlanmış kararlar için kanunun değişiklik gerekçesi de gözetildiğinde bozma yapılmasının mümkün olmadığı, temyize konu dosyanın esasına girilerek inceleme yapılması gerekirken, usul yönünden sair yönleri incelenmeksizin bozma yapılması gerektiği yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım.

76
10. HD., E. 2018/5852 K. 2020/1002 T. 11.2.2020
Esas No.: 2018/5852
Karar No.: 2020/1002
Karar tarihi: 11.02.2020
eksik inceleme • davaya fer'i müdahil olma • cevap dilekçesi • istinaf yolu • hizmet tespiti • karşı dava • dava açma süresi • hak düşürücü süre
Bölge Adliye
Mahkemesi : Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı davacı, davalı ve fer'i müdahil ... vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesince verilen kararın, davacı, davalı ve fer'i müdahil Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. I-İSTEM:
Davacı 1993 yılında Türkiye'ye Bulgaristan devleti vatandaşı olarak göç ettiğini, davalı üniversitede ... ismi ile 15/07/1999 - 14/09/2004 tarihleri arasında bilgisayar işletmeni olarak çalıştığını,çalışma süresinin eksik bildirildiğini beyanla 15/07/1999 - 14/09/2004 tarihleri arasında yapmış olduğu çalışmaların tespitine karar verilmesini talep etti. II-CEVAP:
Davalı ... vekili,davacının kuruma bildirilen 15/04/2003 - 14/09/2004 tarihleri arasındaki sigortalı çalışmasının, her yıl ilgili bütçe kanunu ile Maliye Bakanlığının vizesi uyarınca "geçici işçi" pozisyonunda kesintili olarak gerçekleştiğini, davacı hakkında kendi imzasını havi birden fazla işe giriş bildirgesi düzenlenerek kuruma bildirildiğini, her çalışma dönemi için dava açma süresine ilişkin hak düşürücü sürenin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğinden 5 yıllık hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Feri müdahil kurum vekili cevap dilekçesinde, kurumun resmi kayıtlarının incelenmesini, sadece tanık beyanlarına dayanılarak hüküm verilmemesi gerektiğini, davalı işverenin ve davacının SGK nezdindeki kayıtlarının getirtilerek davacının iddialarının değerlendirilmesi gerektiğini, kurumun yazılı kayıtları ile çelişen tanık beyanlarının hükme esas alınmaması gerektiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. III-MAHKEME KARARI:
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI Davanın kısmen kabulü ile, Davacının davalı işverene ait 689238.34.02 sigorta sicil numaralı işyerinde, 2003/2 döneminde 25 gün ve günlük 17,02 TL kazançla, 2003/3 döneminde 4 gün ve günlük 18,31 TL kazançla, 2004/1 döneminde 4 gün ve günlük 19,26 TL kazançla, 2004/05 döneminde 1 gün ve günlük 18,90 TL kazançla, 2004/07 döneminde 30 gün ve günlük 20,05 TL kazançla, 2004/08 döneminde 30 gün ve günlük 20,05 TL kazançla, 2004/09 döneminde 14 gün ve günlük 20,05 TL kazançla 108 gün daha sigortalı olarak çalıştığının tespitine, " dair hüküm kurulmuştur. B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI: İstinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir. IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ: Davacı ve davalı ile Fer'i müdahil Kurum avukatları, davaya konu kararın bozulmasını talep etmiştir. V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME: 506 sayılı Kanun' un 3. maddesinin II-A fıkrasının 4958 sayılı Kanun' un 57.maddesiyle yürürlükten kaldırılmadan önceki halinde; "malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının bir işveren emrinde çalışan ve Türk uyruklu olmayan kimselerden kurumdan yazılı istekte bulunanlar hakkında ve istek tarihinden sonraki ay başından başlanarak uygulanacağı belirtilmiştir. 4958 sayılı Kanun' un yürürlüğe girdiği 06/08/2003 tarihinden itibaren ise bir işveren emrinde çalışan yabancı uyruklu işçiler isteklerine bakılmaksızın tüm sigorta kolları kapsamına alınmıştır. 2527 sayılı Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Meslek ve Sanatlarını Serbestçe Yapabilmelerine, Kamu, Özel Kuruluş veya İşyerlerinde Çalıştırılabilmelerine İlişkin Kanunun 3. maddesinde “Türk soylu yabancıların, kanunlarda Türk vatandaşlarının yapabileceği belirtilen meslek, sanat ve işlerde çalışabilme ve çalıştırılabilmeleri için, özel kanunlarda aranan nitelikleri taşımak ve yükümlülükleri yerine getirmek şartıyla, bu Kanun ve Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanuna göre, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları ile diğer ilgili bakanlık ve kuruluşların görüşleri alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca izin verilir.”, 5.maddesinde de “Bu Kanununun kapsamına girenler; çalıştıkları kamu/özel kuruluş veya işyerinde uygulanan personel, sosyal güvenlik, çalışma, çalıştırma ve diğer konulara ilişkin mevzuat hükümlerine tabidir.”hükmünün öngörülmüş olmasına göre, bu özellikteki kişilerin Türk Vatandaşları gibi sosyal güvenlik haklarından da yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Somut olayda Mahkeme tarafından 506 sayılı Yasanın 3/II-A maddesi kapsamında değerlendirme yapılmış ve kısmen kabul kararı verilmiş ise de, davacının Türk soylu olduğuna dair dosyaya ibraz edilen belgeler değerlendirilmeden karar verilmiştir.Bu nedenle Mahkemece davacının vatandaşlık durumu ve Türk Soylu olduğuna ilişkin iddia irdelendikten ve gerekirse bu kapsamda toplanacak deliller değerlendirildikten sonra karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir. O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34.Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır. SONUÇ: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi kararının HMK'nın 373/1 maddesi gereğince kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Üye ...'ün muhalefetine karşı, Başkan ..., Üyeler ..., ... ve ...'nın oyları ve oyçokluğu ile 19.02.2020 gününde karar verildi. (M)
-KARŞI OY-
Türk soylu Bulgaristan vatandaşı iken 14.10.2011 günlü Bakanlar Kurulu kararı ile 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu 11.madde hükmü uyarınca Türk Vatandaşı olarak da kabul edilen davacı iş bu davayla; davalı işveren üniversite nezdinde geçen 15.07.1999-14.09.2004 tarihleri arası dönemdeki kesintisiz çalışma süresinin tespitini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi; 506 sayılı Yasanın 3/II-A madde hükmünü gözeterek, 15.04.2003 günlü işe giriş bildirgesi öncesinde uzun vade sigortaya ilişkin yazılı bir başvuru olmadığı gerekçesiyle bu tarih öncesi çalışma süresinin reddine; 15.04.2003-14.09.2004 arası eksik bildirima ilişkin çalışma sürelerinin ise kabulüne karar vermiştir. Tüm tarafların istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin hükmün davacı, davalı işveren ve fer'i müdahil Kurum vekilleri tarafından temyizi üzerine Dairemizce özetle “…davacının yabancı ülke vatandaşı olması nedeniyle 4817 sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde çalışma izin belgesi varlığı ile Türk Vatandaşlığı durumu araştırılması gereğine..“ yönelik olarak verilen bozma içeriğine aşağıda gösterilen nedenlerle iştirak etmiyorum. Türk soylu Bulgaristan vatandaşı iken 14.10.2011 günlü Bakanlar Kurulu kararı ile 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu 11.madde uyarınca aynı zamanda Türk Vatandaşı olarak da kabul edilen davacının, davalıya işyerinde çalıştığının tespitine ilişkin davada sağlıklı bir çözüme ulaşmak için; öncelikle, kanunların zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kuralların incelenmesi gerekmektedir. Kanunlar, metinlerinde belirtilen tarihte yürürlüğe girer ve buna bağlı olarak hukuksal sonuçlarını yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için doğurmaya başlar. Kanunların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkileyip etkilemeyecekleri, yani, geçmişe etkili olup olmadıkları ile ilgili mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.(Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh: 193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73). Davaya konu, somut olayda; davacı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihi öncesi dönemin tespitine karar verilmesini istemiş olup, iddiaya konu hizmetin geçtiği dönemlerde yürürlükte olan yasal düzenlemenin uygulanması gerektiği dikkate alındığında, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 79/10.maddesidir. Bu maddelerdeki “Aylık prim ve hizmet belgesi (yönetmelikle tespit edilen belgeler) işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” düzenlemesi uyarınca sözü edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları hususu kurumca tespit edilemeyen sigortalılara mahkemeye başvurarak hizmetlerini ispatlama olanağı getirilmiştir. Çalışılan sürenin belirlenmesi anılan maddeler kapsamında açılacak bir hizmet tespiti davası sonucunda mümkün olabilmektedir. Anayasa’nın 12. ve 60. maddelerinde belirlenen sosyal güvenlik hakkının, sosyal hukuk devletinin bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alması yükümlülüğü ile birlikte değerlendirildiğinde, kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulmaz ve vazgeçilemez bir hak olduğu hususu 5510 sayılı Yasanın 92. Maddesinde de benzer şekilde tekrar edilmiştir. “Sigortalılığın zorunlu oluşu, sona ermesi ve sosyal güvenlik sicil numarası” başlıklı maddede; “Kısa ve uzun vadeli sigorta kapsamındaki kişilerin sigortalı ve genel sağlık sigortalısı olması, genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerin ise genel sağlık sigortalısı olması zorunludur. Bu Kanunda yer alan sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmak, azaltmak, vazgeçmek veya başkasına devretmek için sözleşmelere konulan hükümler geçersizdir.. Sigortalılık, bu Kanunda sayılan sigortalı sayılma şartlarının kaybedilmesi veya ölüm halinde sona erer...” Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur.Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Yabancı uyruklu kişilerin sigortalı sayılıp sayılmayacakları hususunda ise; yasadaki ve sosyal güvenlik hukuku anlayışındaki değişim süreci de dikkate alınarak daha önceki yasal mevzuat çerçevesinde konu incelenecek olursa; 506 sayılı Yasa bakımından; 06.08.2003 tarihinden önce, yabancıların Türkiye’de herhangi bir işveren nezdinde çalışmaları durumunda, kısa vadeli sigorta kollarına tabi tutulmaları esas, uzun vadeli sigorta kollarına tabi olmaları ise istisna olarak öngörülmüş olup, çalışanların kuruma başvuruları ve talepleri halinde uzun vadeli sigorta kollarına tabi olmaları mümkün olabiliyor iken, 06.08.2003 tarihinden sonra 4958 Sayılı Yasa değişikliği ile bu durum ortadan kaldırılmış, yabancıların istek veya başvurusu aranmaksızın artık tüm sigorta kollarına tabi olmaları esası getirilmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden sonraki bir dönem bakımından ise; Yasanın “sigortalı sayılanlar” başlıklı 4/2-(c) bendinde; “Mütekabiliyet esasına dayalı olarak uluslararası sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülke uyruğunda olanlar hariç olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerden hizmet akdi ile çalışanlar..” hükmü öngörülmüş olup, yabancı ülke vatandaşı olmak, esasen sosyal sigortalardan yararlanmaya engel bir neden değildir. Madde hükmünü, karşılıklılık esasına dayalı uluslararası sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış yabancı ülke vatandaşlarına, hiçbir şekilde Türk sosyal güvenlik sisteminin uygulanamayacağı şeklinde değil, bunlara öncelikle ilgili sosyal güvenlik sözleşmesi hükümlerinin uygulanacağı, burada hüküm yoksa 5510 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanacağı şeklinde anlamak gerekir.(Prof. Dr. A. Can Tuncay,/ Prof Dr. Ömer Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri,15. Bası, Beta Yayınevi, sh.243; Prof. Dr. Ali Güzel , Prof. Dr.Ali Rıza Okur / Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri,13.Bası, Beta Yayınevi, sh:107 ) Davaya konu çalışmaların geçtiği dönemlerde yürürlükte bulunan gerek Mülga 506 sayılı Yasanın “sigortalı sayılmayanları” düzenleyen 3. madde hükmü ve gerekse 01.10.2008 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasanın benzer düzenlemesini içeren 6.maddelerinde sigortalı sayılmayanlar tahdidi olarak tek tek zikredilirken, “çalışma izin belgesi bulunmayanların” sigortalı sayılamayacağı yönünde bir düzenlemeye yasa koyucunun yer vermemiş olması karşısında, 4817 sayılı Yasada öngörülen çalışma izin belgesinin, sigortalı sayılmada şekil şartı olarak kabul edilmesi Anayasal hak olan Sosyal Güvenlik Hakkının temel ilkeleri ile bağdaşmayacaktır. Belirtilen nedenlerle çoğunluğun görüşüne katılmayarak; dosya içerisinde yer alan işyeri kayıtları, bilgi-belgeler ve tanık anlatımları gözetilerek davanın tümüyle kabulüne karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

77
21. HD., E. 2019/1757 K. 2020/1002 T. 20.2.2020
Esas No.: 2019/1757
Karar No.: 2020/1002
Karar tarihi: 20.02.2020
iş kazası • anlaşmalı boşanma • ölüm aylığı • lokavt • muvazaa iddiası • delillerin değerlendirilmesi • dürüstlük kuralı • geçersiz sigorta • geri alım hakkı • tespit davası • sosyal güvenlik kurumu • bakım yükümlülüğü • davanın kabulü • karşı dava • menfi tespit • ölüm aylığına hak kazanma • hakkın kötüye kullanılması
İLK DERECE
MAHKEMESİ : İzmir 9. İş Mahkemesi
TARİHİ : 09/10/2017
NUMARASI : 2016/448-2017/356
Asıl Dosya
DAVACI : K1Vek. Av. K2
DAVALI : Sosyal Güvenlik Kurumu Vek. Av. K3
Birleşen İzmir 14. İş Mahkemesinin 2017/163 Esas Sayılı Dosyası
DAVACI : Sosyal Güvenlik Kurumu Vek. Av. K3
DAVALI : K4Vek. Av. K2
TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR
A) Davacı İstemi: Asıl davada davacı; 5510 sayılı Yasa'nın 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptali ile borçlu olmadığının tespitini, talep etmiştir. Birleşen dosyada davacı Kurum; aynı nedenle yersiz ödenen aylıklar için İzmir 22 İcra Müdürlüğünün 2017/912 esas sayılı dosyasıyla başlattığı takibe yapılan itirazın iptalini, takibin devamını ve %20 nispetinde icra inkar tazminatı yükletilmesini talep etmiştir B) Davalı Cevabı: Davalı SGK Başkanlığı vekili, Kurum tarafından yapılan işlemlerin hukuka uygun olduğunu beyanla davanın reddini talep etmiştir. Birleşen İzmir 14. İş Mahkemesi'nin 2017/163 Esas 2017/250 Karar sayılı dosyasında davalı K1 vekili, müvekkilinin boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığını, Kurum aleyhine İzmir 9. İş Mahkemesi'nin 2016/448 Esas sayılı dosyasına menfi tespit davası açtıklarını beyanla bu dosya ile birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiş, dosyalar birleştirilerek yargılama yapılmıştır. C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı: İlk derece Mahkemesince; “ Tahkikat şahidi ve mahalle muhtarı K5’nun beyanı tahkikat şahidi K6’in beyanı, tanık K7’nun beyanı ve dosya kapsamı göz önüne alındığında K4 ile boşandığı kocasının aynı adreste birlikte oturdukları anlaşılmış bulunmakla; ” gerekçesiyle, “ 1- Davacı K4’ın SGK aleyhine mahkememizde 2016/448 esas da açmış olduğu davanın haksız olduğu ve yerinde olmadığından REDDİNE, 2- Birleştirilen 14 iş mahkemesinin 2017/163 esas 2017/250 karar sayılı dosyasında SGK kurumu başkanlığının K4 aleyhine açmış olduğu dava için davanın kabulü ile davalı K4’ın İzmir 22 icra müdürlüğünün 2017/912 esas sayılı dosyasına yaptığı itirazın miktarı ile takibin devamına, Takibe göre %20 nispetindeki icra inkar tazminatının davalı K4’dan alınarak davacı SGK’ya verilmesine ” karar verilmiştir. İstinaf Başvurusu ; İstinaf kanun yoluna başvuran davacı K1 vekili, müvekkilinin boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığını, yeniden evlendikleri 09.12.2011 tarihinden sonra birlikte yaşamaya başladıklarını, dinlenen tanıkların müvekkilinin boşandığı eşiyle birlikte yaşadığını ifade etmediklerini, resmi kayıt ve belgelerin de bunu ortaya koyduğunu beyanla ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. D) Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı : Bölge Adliye Mahkemesince “........... davacının denetmen raporunun aksini ispat edemediği ,23.10.2008 - 22.01.2012 tarihleri arasında boşandığı eşi ile fiilen beraber yaşadığının sabit olduğu , bu durumda 23.117,50 TL yersiz ödeme nedeniyle davalı Kuruma borçlu olduğu değerlendirilmiştir. Ancak , 5510 sayılı Kanunun genel sağlık sigortalısı sayılanların düzenlendiği 60. Maddesi kapsamında davacının genel sağlık sigortalısı olduğu belirgindir. 19.01.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasa'nın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasa'ya eklenen Geçici 45. maddede, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise; 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Yersiz ödeme kapsamında iadesi istenen tutar içerisinde sağlık yardımlarından kaynaklanan harcamalar da mevcut olup "...yersiz ödendiği ileri sürülen sağlık giderleri yönünden 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderleri, 5510 sayılı Kanunun geçici 45. maddesi gereği talep edilemeyecektir. 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri ise davalı 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olduğu gözönüne alındığında, belirtilen giderler genel sağlık sigortalısı sayılan hak sahibinden talep edilemeyecektir...(Yargıtay 10.HD, 23.02.2017 tarih, 2016/14332 E. 2017/1416 K.) yönündeki yerleşik Yargıtay içtihadı ışığında, 23.10.2008 - 22.01.2012 tarihleri arasındaki sağlık giderleri davacı K1'dan istenemeyecektir. ” gerekçesiyle “ A-)Davacı K1 vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne;İzmir 9. İş Mahkemesi'nden verilen 09/10/2017 tarih, 2016/448 Esas ve 2017/356 Karar sayılı kararının Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b.2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, 1-Davacı K1’ın SGK Başkanlığı aleyhine açılan davanın KISMEN KABULÜNE, davacının 23.10.2008-22.01.2012 dönemi için 10.569,00 TL sağlık gideri nedeniyle borçlu olmadığının TESPİTİNE, fazla talebin REDDİNE, B-)1- Birleştirilen İzmir 14. İş Mahkemesinin 2017/163 Esas, 2017/250 Karar sayılı dosyasında SGK Başkanlığı tarafından K1 aleyhine açılan davanın KISMEN KABULÜNE, İzmir 22. İcra Müdürlüğünün 2017/912 esas sayılı dosyasına davalı K1'ın yaptığı itirazın kısmen iptali ile takibin 23.117,50 TL yersiz ödeme ve 13.152,36 TL işlemiş faiz miktarı üzerinden devamına, fazla talebin REDDİNE, 2-Kabul edilen miktara göre %20 nispetindeki icra inkar tazminatının davalı K1’dan alınarak davacı Kuruma verilmesine, ” karar verilmiştir. E) Temyiz: SGK vekili; “ BAM ‘nin kısmen kabul kararını kabul etmiyoruz. Kurum işlemi yerindedir. ” gerekçesiyle temyiz yoluna başvurmuştur. F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe: 1- Temyiz edenin sıfatına temyiz kapsam ve nedenlerine göre, davalı Kurumun (karşı davacı) temyiz itirazlarının kabulüne karar verilmiştir. 2- Dava; 5510 sayılı Yasa'nın 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali ile Kuruma borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir. Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir. Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir. Anılan 56'ncı maddede, oldukça yalın olarak “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” ibareleri yer almakta olup, kanun koyucu tarafından örneğin; “sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan”, “hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan”, “gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan” veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede boşanma amacına-saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurumca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken;eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin-samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma-irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle, kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan “boşanma” hukuki durum ve sonucunun eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda “anlaşmalı boşanma” adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibarıyla gerçek-samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin-aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Gelirin-aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım (istirdat) hakkının kapsamına ilişkin olarak; eylemli birlikte yaşama olgusunun gerçekleşme-başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibarıyla gelir-aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun-yersiz kabul edilmeli, ancak, söz konusu madde 01.10.2008 günü yürürlüğe girdiğinden, eylemli birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli, başka bir anlatımla 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalı, böylelikle açıklığa kavuşturulacak yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun 96'ncı maddesine göre uygulama yapılmalıdır. İnceleme konusu 56'ncı maddede, “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle” ibareleri yer aldığından, birden fazla evlilik ve doğal olarak birden fazla boşanmanın gerçekleşmiş olması durumunda, boşanılan herhangi bir eşle eylemli olarak birlikte yaşama durumunda madde hükmünün uygulanacağı gözetilmelidir. Dosyadaki kayıt ve belgelerden; ; davacının 24/03/2006 tarihinde eşi K8’dan boşandığı, 09/12/2011 tarihinde eski eşiyle tekrar evlendiği, 1987 yılında vefat eden babasından dolayı yetim aylığı aldığı, 03/11/2015 tarihli denetmen raporuyla davacı ve eşinin boşandıkları süreçte birlikte yaşadığının tespit edildiği, bu rapora istinaden Kurum tarafından 23.10.2008 - 22.01.2012 tarihleri arasında ödenen aylıklar ve yapılan sağlık giderinin faizleriyle birlikte borç çıkarıldığı, anlaşılmaktadır. Somut olayda ; Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen raporun içeriği, tanık beyanları, tarafların tekrar evlenmiş olmaları ve toplanan diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin boşandıkları süreçte birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup 5510 sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, Bölge Adliye Mahkemesince verilen “kısmen kabul” kararının davanın reddine ilişkin kısmı isabetli olup, davacı Cevyir’in yersiz tedavi gideri ve faizinden sorumlu tutulamayacağından davanın kabulüne , ilişkin kısmı isabetsiz olmuştur. Şöyle ki: 19.01.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasaya eklenen “Yersiz yapılan sağlık giderlerinin terkini” başlıklı Geçici 45. maddede:“Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/01/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Yani maddenin metnine göre; kişinin genel sağlık sigortası kapsamında herhangi bir statüye göre sağlık yardımı alıyor olması, sağlık yardımı yapılmasını sağlayan sigortalılık statüsünün geçersiz sayılması halinde ; başka bir geçerli sigortalılık statüsü varsa veya bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giriyorsa yine yersiz sağlık gideri tahsil edilmez. Bu iki hal de yoksa geçersiz sigortalılık statüsüne dayalı yapılan sağlık gideri yersizdir ve Kurumca tahsili gerekir. Geçici 45. madde, gerekçesinde de belirtildiği üzere bütün vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınması çalışmalarının yapıldığı 2008-2010- 2012 sürecindeki geçiş döneminin sıkıntılarını gidermek amacıyla çıkarılmıştır. Davacının Kurumdan aylık almak ve bağlantılı olarak sağlık yardımından faydalanmak amacıyla eşinden boşandığının sabit olduğu göz önüne alındığında, MK md. 2’deki “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne aykırı şekilde Kurumun sağlık giderlerini isteyemeyeceği tespiti isabetsiz olmuştur. Nitekim Kurum da 6385 sayılı yasayla getirilen düzenlemelerin uygulanmasına ilişkin çıkarmış olduğu 08/04/2013 tarih ve 2013/20 sayılı genelgede; “ Ancak, sahte olduğu Kurumca yada mahkeme tarafından tespit edilen sigortalı hizmetleri veya bu hizmetlere göre gelir/aylık bağlananlardan aylıkları iptal edilen genel sağlık sigortalıları ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerin Kurumca tespit edilen yersiz sağlık giderleri 6385 sayılı Kanunun geçici 45 inci maddesi kapsamında değerlendirilmeyecektir.” açıklamasına yer vererek dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırılık teşkil edecek terkin işlemlerini himaye etmeyeceğini ortaya koymuştur. Geçici 45.madde, 31.01.2012 tarihi öncesindeki tüm yersiz sağlık giderlerini affeden, bir madde değildir. Nasıl ki sahte sigortalılık ve buna dayalı olarak haksız sağlık yardımı alan kişileri Kurum Geçici 45. madde kapsamından faydalandırmamışsa , aylık alabilmek için muvazaalı şekilde boşanan kişilerin de bu hükümden yararlanması mümkün olmamalıdır. Anılan genelgede Geçici 45. maddede yer alan “ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez”ibaresini ve uygulamasını şöyle izah edilmiştir: “Söz konusu borçlara ilişkin sigortalılarca dava açılmış ise bu kişilerin de açtıkları davalardan vazgeçmeleri halinde bu kimselere ait borçlar da istenmeyecektir. Bu kimseler tarafından Kurum aleyhine açmış oldukları davalardan vazgeçtiklerini başvurdukları mahkemeden alacakları “feragat nedeniyle davanın reddine” dair kararın dilekçe ekinde Kuruma verilmesi gerekmektedir.” Mahkemece maddenin bu şartına hiç değinilmemiştir. 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanacak olanlar sayılmıştır. (g) bendinde ise, “Yukarıdaki bentlerin dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar” genel sağlık sigortalısı sayılmıştır. (g) bendinin lafzından tüm vatandaşların re’sen sağlık sigortası kapsamına alındığı izlenimi anlaşılmakta ise de durum böyle değildir. Kişinin kapsama alınması, sağlık hizmeti alabildiği anlamına gelmemektedir. Genel sağlık sigortalısı olmanın koşulları vardır. Bu koşullar 5510sayılı Kanun 67. maddede sayılmıştır. 5510 sayılı Kanunun sağlık hizmetlerinden yararlanma şartlarını düzenleyen 67. maddesine göre; “18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, trafik kazası halleri, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için; a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması, b) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (g) bendine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentte sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendirilerek tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması, gerekmektedir..................” Yani 01.01.2012 tarihi sonrası dönemde, tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Ancak 67. maddeye göre sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı olması ve 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması gerekir. (g) bendi kapsamında olanlar ise 5510 SK 60/1-c, 1 nolu alt bendi gereği gelir testi uygulaması ile belirlenecek primin ödenmesi halinde sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir. 5510 sayılı Kanuna göre genel sağlık sigortalısı sayılabilmek ve sigortalılığın başlangıcı için bildirim ve tescil gereklidir. Kanunun 61. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanmak için bir kısım grupların bildirimine gerek kalmadan kendiliğinden tescil edileceği, bir kısmının tescili için ise bir ay içinde başvuru şartı getirilmiştir. Tescili yapılanların ise gelirlerine göre belirlenen oranlara göre genel sağlık sigortası primi ödemeleri gerekmektedir. Gelir testi işlemi, kişinin çeşitli göstergeler ışığında mevcut gelirinin belirlenmesidir. Herhangi bir kapsamda genel sağlık sigortalısı veya genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamında sağlık yardımlarından yararlanma hakkı bulunmayan kişiler 5510 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilmekte olup, anılan kapsamda tescil edilen bu kişilerin tescil tarihinden itibaren yerleşim yerlerinin bulunduğu yerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına müracaat ederek gelir testi yaptırmaları gerekmektedir. Gelir tespitinde aynı hanedeki aile esas alınmaktadır. Kanun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrası (g) bendi kapsamında tescil edilen kişilerin gelir testi müracaat bildiriminin kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay içinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvurmaları gerekmektedir. Söz konusu bir aylık süre içerisinde gelir testine başvurmayanların tescil başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirinin kişi başına düşen aylık tutarı olarak, Kanunun 82 nci maddesine göre belirlenen aylık prime esas kazancın (asgari ücretin) iki katı esas alınarak primlerin tahakkuk ettirilmesi öngörülmüştür. 5510 sayılı Kanunun 60/1-g bendi ile artık herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alındığı ve her durumda sağlık hizmeti alabileceği kanısı hatalıdır. Koşulları taşımayan kişi sağlık hizmeti alamaz. Koşulları Kurum sağlayabilirdi mantığıyla (davacının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olması) Kurum’un yersiz tedavi giderlerini tahsil imkanının engellenmesi hem sosyal güvenlik sistemini aksatacak bir durum olup hem de yasa koyucunun amacını aşar mahiyettedir. O halde, davalı (karşı davacı) Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmalıdır. G)SONUÇ: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 20/02/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

78
2. CD., E. 2020/11201 K. 2020/10023 T. 6.10.2020
Esas No.: 2020/11201
Karar No.: 2020/10023
Karar tarihi: 06.10.2020
sahtecilik ve dolandırıcılık • özel belgede sahtecilik • hırsızlık
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hırsızlık, özel belgede sahtecilik
HÜKÜM : Mahkumiyet
Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun bilinen adreste tebligatı düzenleyen 10. maddesinin 1. fıkrasına göre tebligat, muhatabın bilinen en son adresinde yapılır. 6099 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile eklenen aynı maddenin 2. fıkrasına göre ise bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat bu adrese yapılır. Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre, "Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır." Aynı maddenin 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesiyle değiştirilen 2. fıkrasına göre ise; "Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır." Tebligat Kanunu'nun 35/2. maddesine göre tebliğin usulüne uygun olarak yapılabilmesi için, daha önce aynı adrese Kanun'un gösterdiği usullere uygun bir tebligat yapılmış olması ve muhatabın adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin de tespit edilememesi gerekmektedir. Aksi halde aynı Kanun'un 35. maddesine göre tebligat yapılması mümkün değildir. Tebligat Kanunu'nun 28. maddesinde, "Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır. Yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılamayan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamayan kimsenin adresi meçhul sayılır. Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tespit edilir. Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmi veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir." hükmünün yer aldığı, yine aynı şekilde Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in 48. maddesinde “bu Yönetmelik hükümleri uyarınca kendisine tebligat yapılamayan, tebliğ memuru tarafından adresi tespit edilemeyen, adres kayıt sisteminde de yerleşim yeri adresi bulunmayan kişinin adresinin tespiti için tebligatı çıkaran merci tarafından adres araştırması yapılır. Tebligatı çıkaran merci, muhatabın adresini öncelikle resmî veya özel kurum ve dairelerden, bunlardan sonuç alınamadığı takdirde kolluk vasıtasıyla araştırabilir ve tespit ettirebilir. Yapılan araştırmalara rağmen muhatabın adresinin tespit edilememesi halinde adres meçhul sayılır. Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.” şeklinde hüküm bulunmaktadır. Somut olayda, temyiz dışı sanık ... hakkında verilen kararın, soruşturma aşamasında bildirdiği ve mahkemece tespit edilen diğer adreslerine gönderildiği, ancak tebligat evrakının mahkemesine iade edildiği, bunun üzerine mahkemece Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca tebligat yapıldığı, ancak Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğin usulüne uygun olarak yapılabilmesi için daha önce aynı adrese kanunun gösterdiği usullere göre bir tebligat yapılmış olmasının gerektiği, aksi halde 35. maddeye göre tebligat yapılmasının mümkün olmadığı, mahkemece tespit edilen son adrese aynı Kanun'un 35. maddesine göre yapılan bu tebliğ işleminin bu nedenle geçersiz olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli kararın MERNİS adresi bulunmayan sanık ...’a Tebligat Kanunu'nun 28. maddesinde ve Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in 48. maddesinde belirtilen yöntem izlenmek suretiyle yeniden tebliği ile tebligat belgesi ile birlikte verilmesi halinde temyiz dilekçesi de eklendikten ve ek tebliğname düzenlendikten sonra incelenmek üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın incelenmeksizin mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE, 06.10.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

79
12. HD., E. 2020/1648 K. 2020/10022 T. 19.11.2020
Esas No.: 2020/1648
Karar No.: 2020/10022
Karar tarihi: 19.11.2020
istinaf yolu • ihtiyati haciz • ödeme emrine itiraz
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi
Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; Alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yoluyla başlatılan takipte; borçlu, tahsil harcının tahakkuk ettirilebilmesi için ihtiyati haczin kesin hacze dönüşmesi gerektiğini, ihtiyati haciz işlemi takip işlemi sayılamayacağından, ihtiyati haciz kapsamında haczedilen paraların iadesi nedeniyle tahsil harcı alınmasının mümkün olmadığını, bu konuda yasal bir düzenleme olmadığını ileri sürerek, alınan harcın iadesi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği, borçlunun istinaf yoluna başvurması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince; borçlunun istinaf başvurusunun esastan reddine, karar verildiği görülmektedir. İcra takiplerinde, takip çıkış miktarı üzerinden 492 sayılı Harçlar Kanunu'na ekli (1) sayılı tarifenin B/I- 3. fıkrasına ve takip safhasına göre tahsil harcı alınır. Ancak bu tahsil harcının doğabilmesi için takibin o safhasının yerine getirilmesi gerekir (Ödeme veya icra emrinin tebliği, haciz işleminin yapılması veya satış işleminin kesinleşmesi gibi). Ödeme emri veya icra emrinin tebliğe çıkarılması, fakat tebliğ edilmesinden önce yapılan ödemelerden ve aynı dönemde icra takibinden vazgeçilmesi halinde tahsil harcı almak mümkün değildir (HİGM 20.02.1989 T. 8385 sayılı genelgesi). 492 Sayılı Harçlar Kanuna ekli I sayılı tarifenin icra iflas harçları B bölümünün I-3. maddesindeki tahsil harcının, ancak ödeme emri veya icra emri tebliğinden sonraki işlemler nedeniyle alınacağı öngörülmüştür (12. HD 10.03.2003 T 1505 - 4760 Sayılı ilamı). 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 264. maddesinin son fıkrasında; “Borçlu müddeti içinde ödeme emrine itiraz etmez veya itirazı icra mahkemesince kesin olarak kaldırılır veya mahkemece iptal edilirse, ihtiyati haciz kendiliğinden icrai hacze inkılabeder” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükme göre; genel haciz yoluyla yapılan takipte, ödeme emrinin tebliğinden sonra borçlu tarafından yasal süre içerisinde ödeme emrine itiraz edilmemesi ya da itirazın icra mahkemesince kesin olarak kaldırılması veya mahkemece iptal edilmesi halinde ihtiyati haciz kendiliğinden kesin hacze dönüşecektir Somut olayda, borçlu şirkete ödeme emrinin 17/10/2018 tarihinde tebliğ edildiği, borçlunun 18/10/2018 tarihli dilekçesiyle borç miktarının 119.672,50 TL'sini kabul ederek borca kısmi itiraz ettiği, kabul ettiği borç miktarı olan 119.672,50 TL'yi 23/10/2018 tarihinde icra dosyasına yatırdığı, bu miktar üzerinden 23/10/2018 tarihinde (% 4,55 oranında) 5.445,10 TL tahsil harcı alındığı, borçlunun yasal süre içerisindeki borca kısmi itirazı üzerine icra müdürlüğünce 23/10/2018 tarihinde takibin durdurulmasına karar verildiği, alacaklının açtığı itirazın iptali davasında verilen ihtiyati haciz kararı uyarınca ihtiyati hacizler uygulandığı, ancak şikayet tarihi itibari ile itirazın kesin olarak kaldırılmasına ya da iptaline karar verildiğine ilişkin herhangi bir mahkeme kararının icra dosyası içerisinde olmadığı, dolayısıyla ihtiyati haczin kesin hacze dönüşmediği, buna göre ödeme emrinin tebliğinden sonra, hacizden önceki dönemde borçlunun kalan dosya borcu için 31/12/2018 tarihinde 581.819,91 TL ve 102.674,10 TL olmak üzere toplam 684.494,01 TL (ihtiyati haciz bedelini) yatırdığı, bu miktar üzerinden 03/01/2019 tarihinde %9,10 oranında 67.020,74 TL tahsil harcı kesildiği görülmektedir. 492 Sayılı Harçlar Kanunu'na ekli (1) sayılı tarifenin icra harçlarını düzenleyen B-1/3-a maddesine göre; ödeme, ödeme ve icra emrinin tebliğinden sonra, fakat hacizden önce yapılmışsa, ödenen paralardan % 4,55 tahsil harcı alınmaktadır. Bu durumda, ödemenin, ödeme emrinin tebliğinden sonra fakat hacizden önce yapıldığı dikkate alınarak, borçludan takip safhasına göre, % 4,55 oranında tahsil harcı alınması gerekirken, % 9,10 oranında tahsil harcı alınması usul ve yasaya aykırıdır. O halde, İlk Derece Mahkemesince, şikayetin kısmen kabulüne karar verilmesi gerekirken, şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi ve istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine karar verilmesi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile, ... Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 04/12/2019 tarih ve 2019/1856 E. - 2019/3071 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 373/1. maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA, ... 6. İcra Hukuk Mahkemesinin 22/04/2019 tarih ve 2019/43 E. - 2019/271 K. sayılı kararının BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 19/11/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

80
9. HD., E. 2016/23973 K. 2020/10028 T. 30.9.2020
Esas No.: 2016/23973
Karar No.: 2020/10028
Karar tarihi: 30.09.2020
bilirkişi raporu • hakimin davayı aydınlatma ödevi • iş sözleşmesi • yazılı delille ispat • kesin delil • uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunluluğu • haklı neden • ispat yükü • psikolojik taciz • fazla çalışma ücreti MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 24.09.2012-28.01.2015 tarihleri arasında servis şoförü olarak çalıştığını, iş akdinin hiçbir neden gösterilmeden haksız olarak feshedildiğini, iş yerinde davacıya mobbing uygulandığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili,davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Taraflar arasında davacının fazla çalışma yapıp yapmadığı, uyuşmazlık konusudur. Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları şahit beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada gözönüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir. Somut olayda , davacı fazla mesai iddiasının ispatında tanık deliline dayanmış olup, davalı tarafından davacıya ait giriş çıkış kayıtları ve imzalı puantajlar dosyaya sunulmamıştır. Davacı tanıklarının beyanları ve davacının yaptığı iş bir arada değerlendirildiğinde her ne kadar davacının 07:00 18:00 saatleri arasında çalıştığının kabulü ile hesaplama yapılmış ise de bu tespit dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Davacı tanıkları beyanlarında davacının 05:00 veya 05:30 gibi servise başladığını ve çalışmasının 20:00 ,21:00 veya 22:00 saatlerine kadar devam ettiğini, davacının servis dışında bir takım taşıma işleri ve temizlik işlerine de yardım ettiğini belirtmişlerdir. Hal böyle olunca davacının davalı iş yerinde 05:30-20:00 saatleri arasında çalıştığının kabulü dosya kapsamına uygun olacaktır. Bu durumda Mahkemece yapılması gereken davacının fazla mesai alacağını 05:30-20:00 saatleri arasında çalıştığının kabulü ile hesaplamak alacağın tanık deliline dayandığı gözetilerek uygun bir indirim yaparak sonuca gitmektir. 3-Taraflar arasında bir diğer uyuşmazlık davacı işçinin kullandırılmayan izin sürelerine ait ücretlere hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır. 4857 sayılı Kanun'un 59. maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada, sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31. maddesinde, hakimin davayı aydınlatma ödevi düzenlenmiş olup, madde uyarınca, hakim uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği ve delil gösterilmesini isteyebileceği düzenlenmiştir. Somut uyuşmazlıkta, davalı tarafından davacının imzasını taşıyan yıllık izin talep dilekçeleri sunulmuş olup bu belgelere itibarla davacının 14 gün yıllık izin kullandığı kabul edilerek karar verilmiş ise de bu belgeler yıllık izin talebini içerir mahiyette olup,talep edilen yıllık izilerin kullanılıp kullanılmadığı hususunda kanaat oluşturucu mahiyette değildir. Hal böyle olunca, hakimin davayı aydınlatma görevi kapsamında davacı asil duruşmaya çağrılarak söz konusu izin talep dilekçeleri gösterilip, bu talep dilekçelerinde belirtilen günlerde izin kullanıp kullanmadığı sorularak sonuca gidilmelidir. Bu hususun gözetilmemesi hatalı olup bozma sebebidir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 30.09.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

81
20. HD., E. 2020/888 K. 2020/1003 T. 26.2.2020
Esas No.: 2020/888
Karar No.: 2020/1003
Karar tarihi: 26.02.2020
tanık bildirimi • adli yardım talebi • adil yargılanma hakkı • disiplin para cezası • hakimin reddi MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R
Taraflar arasında görülen Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2019/53 Esas sayılı dosyasının yargılaması sırasında davalı ... 10.07.2019 havale tarihli dilekçe ile; tahliye davasında mahkeme hakiminin tanık listesinde bildirdiği tanıkları dinlemediğini, davacı tarafın tanıklarını dinledikten sonra kendisinin davacı tanıklarına soru sormasına, yazılı beyanda bulunmasına imkan vermediğini, eşitlik ve adil yargılanma ilkelerine aykırı olarak davayı davacı lehine sonuçlandırmak üzere iken itirazda bulunması üzerine tanıklarını dinlemeye karar verdiğini, ancak çok kısa duruşma günü verdiğini, yine tanıkların tebligat yoluyla çağrılmayıp duruşmada hazır bulundurması için süre verildiğini, davayı davacı lehine bir an önce sonuçlandırmak istediğini, dava sonuçlanmadan görüşünü açıkladığını, HMK’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürerek reddi hakim talebinde bulunmuştur. Reddi istenilen hakim, reddi hakim talebinin reddine karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Hakimin reddi talebini inceleyen merci tarafından ise HMK’nın 36. maddesindeki koşulların bulunmadığı gerekçesiyle reddi hakim talebinin reddine, HMK’nın 42/4 maddesi uyarınca ret talebinde bulunanın 500,00 TL disiplin para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar davalı tarafından adli yardım talepli olarak istinaf edilmiş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 17/10/2019 tarih 1521-1572 sayılı karar ile davalının adli yardım talebinin koşulları oluşmadığından reddine, hakimin reddi için ileri sürülen hususların ise açıkça hukuki dayanaktan yoksun olup HMK’nın 36. maddesinde tanımı yapılan sebeplerden olmadığı gerekçesiyle hakimin reddi talebinin reddine ilişkin merci kararının usul ve kanuna uygun olduğu anlaşıldığından istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine kesin olmak üzere karar verilmiş, bu kez davalı tarafından karar temyiz etmekle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 29/11/2019 tarihli ek karar ile reddi hakim talebini inceleyen merci kararına karşı bölge adliye mahkemesince verilen kararların HMK'nın 43/2. maddesi gereğince kesin olmak üzere verileceğini belirterek temyiz dilekçesinin reddine karar vermiş, davalı tarafından verilen bu karar temyiz edilmiştir. İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, HMK'nın 43/2 ve 362. maddeleri uyarınca hakimin reddine ilişkin merci kararları hakkında bölge adliye mahkemelerince verilen kararların kesin nitelikte olduğuna, temyizi kabil bulunmadığına göre temyiz dilekçesinin REDDİNE, 26/02/2020 günü oy birliğiyle karar verildi.

82
20. CD., E. 2019/6046 K. 2020/1003 T. 24.2.2020
Esas No.: 2019/6046
Karar No.: 2020/1003
Karar tarihi: 24.02.2020
içtima • fikri içtima • uyuşturucu madde kullanma • denetimli serbestlik
Mahkeme : BİSMİL Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
Hükümler : Mahkumiyet
Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Tekerrüre esas sabıkası bulunan sanıklar hakkında TCK'nın 58. maddesi uyarınca tekerrür hükümlerinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. 1)Sanık ... 05.11.2014 tarihli dilekçesinde müdafii atanmasını talep ettiği halde, sanık ...’a müdafii tayin edilmeden yargılamaya devam edilip karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, Kabule göre; 2)Suç tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun ile değişik TCK'nın 191. maddesi ile hüküm tarihinde 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan 6545 sayılı Kanun'la değişik TCK'nın 191. maddesi hükümlerinin ayrı ayrı uygulanıp karşılaştırma yapılması, sonucuna göre lehe Kanun’un tespit edilerek sanığın hukukî durumunun belirlenmesi gerekirken belirtilen nitelikte karşılaştırma yapılmadan hüküm kurulması, 3)Sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçundan dolayı başka dava olup olmadığı, varsa sanığın bu suçu diğer davaya konu olan suç nedeniyle verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işleyip işlemediği belirlendikten sonra; a) Sanıklar hakkında aynı suçtan açılmış başka dava yoksa veya sanıklar bu suçu daha önce işledikleri suçtan dolayı verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirlerinin infazı sırasında işlemiş değillerse, bu suç nedeniyle tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbiri uygulanmamış olan sanıklar hakkında, hükümden sonra 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun'un 68. maddesi ile değiştirilen TCK'nın 191. maddesi ve aynı Kanun'un 85. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 7. maddenin 2. fıkrası uyarınca, 191. madde hükümleri çerçevesinde "hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına", b) Sanıklar bu suçu, daha önce işledikleri suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemişler ise, 6545 sayılı Kanun'un 68. maddesi ile değiştirilen TCK'nın 191. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlâl nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz” hükmü uyarınca, ikinci suçtan açılan bu davanın kovuşturma şartının ortadan kalkması nedeniyle, CMK'nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca “davanın düşmesine” karar verilmesi gerektiği gözetilmeyerek, yazılı şekilde eksik araştırma ile karar verilmesi, 4) Cezaevinde hükümlü olarak bulunan sanıkların alınan idrar örneklerinde yapılan analizler neticesinde THC-11-COOH çıkması nedeniyle sanıkların eylemlerinin TCK'nın 191/1. maddesinde yer alan "Uyuşturucu madde kullanma" ve TCK'nın 297/1. cümlesinde belirtilen "İnfaz kurumuna yasak eşya sokma" suçlarını oluşturacağı, TCK'nın 44. maddesinde öngörülen fikri içtima kuralı ile TCK'nın 297. maddesinin 1. cümlesi gereğince TCK'nın 191/1. maddesi uyarınca hüküm kurulup, TCK'nın 297. maddesinin son cümlesi uyarınca cezanın yarı oranında artırılması yerine infaz kurumuna yasak eşya sokma suçundan beraat kararı verilerek sanıkların eylemlerinin “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma'' suçu oluşturduğu gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulması, 5)Sanıklara verilen adli para cezasının TCK’nın 52/4. maddesi uyarınca 24 eşit taksitte her ay ödenmesine karar verildikten sonra kararda “ödenmeyen para cezasının hapse çevrileceğinin” ihtarı belirtilmeyerek TCK’nın 52/4. maddesinin son cümlesine aykırı davranılması, 6) Yapılan yargılama neticesinde sanıkların sonuç olarak 6.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği halde, hapis cezasının kanuni sonucu olan TCK’nın 53/1,2,3 maddesinin uygulanmasına da karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanıkların temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre CMK'nın 306. maddesi uyarınca hakkındaki hükmü kesinleşen sanıklar ... ve ...’a sirayetine, CMUK'un 326/son maddesi uyarınca sanıkların kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 24.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

83
12. HD., E. 2020/2292 K. 2020/10037 T. 19.11.2020
Esas No.: 2020/2292
Karar No.: 2020/10037
Karar tarihi: 19.11.2020
rehnin paraya çevrilmesi • kambiyo senetleri • bono • müteselsilen kefil • kredi sözleşmesi • emre muharrer senet • poliçe • kredi sözleşmesinde müteselsil kefil MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibinde, borçluların aynı ilişkiden kaynaklanan borcun tahsili için daha önceden ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi yapıldığını ileri sürerek mükerrerlik itirazında bulunduğu, mahkemece, istemin kabulüyle tüm borçlular yönünden takibin iptaline karar verildiği, alacaklı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince ipotekli takibin yanı sıra kambiyo takibi yapılmasında bir usulsüzlük bulunmadığından bahisle ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak, şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir. İİK' nun 45. maddesinde rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusunun iflasa tabi şahıslardan olsa bile alacaklının yalnız rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabileceği, poliçe ve emre muharrer senetlerle çekler hakkındaki 167 nci madde hükmü mahfuz olduğu, aynı kanunun 167. maddesinde ise alacağı çek, poliçe veya emre muharrer senede müstenit olan alacaklının, alacak rehinle temin edilmiş olsa bile kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte bulunabileceği düzenlenmiştir. Somut olayın incelenmesinde; 23/07/2019 tarihinde başlatılan ... İcra Müdürlüğü’nün 2019/7977 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından asıl kredi borçlusu Günaydın….Ltd. Şti. hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı icra takibi başlatıldığı, mükerrer olduğu iddia edilen ve 24/07/2019 tarihinde başlatılan ... İcra Müdürlüğü’nün 2019/8044 Esas sayılı takip dosyası ile de muteriz borçlular hakkında bonoya dayalı kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takipte bulunduğu, her iki takibe ilişkin takip talebinde de “tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla tahsili talebidir” ibarelerinin yazılı olduğu, alacaklı vekilinin 26/09/2019 tarihli duruşmada takiplerin aynı borç ilişkisinden kaynaklandığına ilişkin beyanda bulunduğu görülmüş olup her iki takip dosyasına konu borcun aynı borç olduğu anlaşılmaktadır Her ne kadar yukarıda anılan kanun hükümleri uyarınca borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. Bu durumda İİK'nun 45/1 hükmü uyarınca rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip sonucunda rehin tutarı borcu ödemeye yetmez ise alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yolu ile takip edebilir. Bu husus kamu düzeni ile ilgili olup süresiz şikayete tabidir. Somut olayda, asıl kredi borçlusu ve ipotek veren Günaydın … Ltd. Şti. hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip başlatılması usulüne uygun olup, bu borçlu yönünden İİK 167. ve 45. maddeleri uyarınca aynı alacağa dayalı başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibin iptaline ilişkin ilk derece mahkemesi kararında isabetsizlik görülmemiştir. Öte yandan, diğer borçlular ... ve ...’ın alacaklı ile borçlu şirket arasındaki kredi sözleşmesinde müteselsil kefil olarak yer aldıkları, ipotek veren sıfatlarının bulunmadığı ve haklarında aynı alacağa ilişkin olarak şikayete konu kambiyo takibi dışında bir takip başlatılmadığı görülmüş olup bu borçlular yönünden şikayete konu kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip başlatılmasında usulsüzlük bulunmadığı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile ret kararı verilmesi de doğru bulunmamıştır. O halde, Bölge Adliye Mahkemesince, asıl borçlu Günaydın … Ltd. Şti. yönünden şikayete konu mükerrer takibin iptali ile diğer borçlular yönünden yukarıda yazılı nedenlerle şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: Borçluların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile, ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 18/12/2019 tarih, 2019/86 E.- 2019/93 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 373/2. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 19/11/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

84
9. HD., E. 2020/2944 K. 2020/10039 T. 30.9.2020
Esas No.: 2020/2944
Karar No.: 2020/10039
Karar tarihi: 30.09.2020
usuli kazanılmış hak • maddi hata • yeniden yargılama
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının 08.05.2012- 23.03.2014 tarihleri arasında en son 2.250 USD (dava tarihindeki karşılığı 5.220 TL) ücretle yasal süreleri aşacak biçimde davalının Irak'daki işyerinde çalışıp, ihbar önellerine uyulmaksızın ve haksız olarak işten çıkarıldığı, ayrıca Şubat-Mart 2014 ücretlerinin ödenmediği iddia edilerek; çeşitli kalemlerden oluşan alacakların fesih/dava tarihlerinden itibaren en yüksek mevduat faizi/yasal faiziyle tahsiline karar verilmesi talep etmiştir. Davalının Cevabının Özeti: Davalı davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Somut olayda, Mahkeme tarafından 14.04.2016 tarihinde verilen ilk kararda davacının alacak talepleri hakkında indirim yapılan miktar dışında tam hükmedilmesine rağmen davalı lehine 1.800,00 TL vekalet ücretine hükmedilmiş olup daha sonra davacının mahkemeye hitaben yazdığı dilekçeye binaen maddi hatanın düzeltilmesi adı altında ek karar ile davalı lehine hükmedilmiş olan 1.800,00 TL vekalet ücreti hüküm fıkrasından çıkartılmıştır. Söz konusu karar ve mahkeme ek kararı süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi’nin 06.11.2019 tarihli kararında vekalet ücreti hususunda verilen kararın maddi hata mahiyetinde olmadığı ve tashih kararı ile davalı lehine hükmedilen vekalet ücretinin hüküm fıkrasından çıkartılamayacağı yönünde bozma kararı verilmiş olup Mahkeme tarafından bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yargılamaya devam olunmuştur. Ama ne var ki bozma sonrasında yapılan yargılamada davacının verilen ilk karar sonrasında usulüne uygun bir temyiz talebi olmadığı , davalı lehine hükmedilen 1.800,00 TL vekalet ücretinin davalı lehine usuli kazanılmış hak teşkil ettiği gözetilmeden davalı lehine ilk karar ile hükmedilen 1.800,00 TL vekalet ücreti karardan çıkartılarak hüküm kurulmuş olup bu durum uygulama ile yerleşmiş bulunan usuli kazanılmış hak ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu hususun gözetilmemesi bozmayı gerektirmiş ise de bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 438/7. maddesi uyarınca aşağıda belirtilen şekilde düzeltilerek onanması uygun bulunmuştur. SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle; hüküm fıkrasına “Davalı lehine 1.800,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine” hükmünün eklenmesine, hükmün bu şeklinde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 30.09.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

85
5. HD., E. 2019/9529 K. 2020/1004 T. 22.1.2020
Esas No.: 2019/9529
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 22.01.2020
kamulaştırma bedelinin tespiti • davanın kabulü • kamulaştırma • mükerrer ödeme
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi, davacı idare vekilince verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
- K A R A R –
Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece, uyulan bozma ilamı gereğince inceleme işlem yapılarak hüküm kurulmuş; karar, davacı idare vekilince temyiz edilmiştir. Arazi niteliğindeki ... ilçesi, ... köyü, 103 ada 4 parsel sayılı taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.Ancak; 1-Bozma sonrası tespit edilen kamulaştırma bedelinden acele kamulaştırmada ödenen bedel ile ilk kararla birlikte ödenen fark bedelin mahsubundan sonra oluşan 25.279,00 TL'lik fark bedelin davalıya ödenmesine karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi, 2-Bozma sonrası tespit edilen bedelden ilk kararla ödenmesine karar verilen bedel mahsup edilerek fark bedelin depo ettirilmesi gerekirken, sadece acele kamulaştırmadaki bedel mahsup edilmek suretiyle, fazla yatırılan 16.875,00 TL'lik kısmın davacı idareye idaresine dair hüküm kurulmaması, 3-Bozma öncesi tespit edilen bedelden acele el koyma bedeli mahsup edildikten sonra bakiye kısma 22.04.2013 tarihinden ilk karar tarihi olan 28.05.2013 tarihine kadar, bozma sonrası tespit edilen fark bedele 22.04.2013 tarihinden karar kesinleşinceye kadar yasal faiz işletilmesi gerekirken, mükerrer ödemeye sebep olacak şekilde tespit edilen bedelin tamamına karar tarihine kadar yasal faiz işletilmesi, Doğru görülmemiştir. Davacı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 22/01/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

86
16. HD., E. 2016/15743 K. 2020/1004 T. 9.3.2020
Esas No.: 2016/15743
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 09.03.2020
eksik inceleme • bilirkişi kurulu • kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği • eksik araştırma ve inceleme • bilirkişi raporu • yasal temyiz süresi • davanın kabulü • kazandırıcı zamanaşımı
MAHKEMESİ :KADASTRO MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle; inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Kadastro sırasında, ... İlçesi Kırkısrak Mahallesi çalışma alanında bulunan 229 ada 31, 37, 232 ada 83, 95, 145, 146, 244 ada 27, 249 ada 1, 253 ada 3, 260 ada 23, 44, 56, 139 ve 140 parsel sayılı muhtelif yüzölçümlü taşınmazlardan 232 ada 83, 145 ve 244 ada 27, 253 ada 3 parsel sayılı taşınmazlar devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden oldukları belirtilerek ham toprak vasfı ile davalı Hazine adına; 229 ada 31, 232 ada 95 ve 260 ada 23 parsel sayılı taşınmazlar tapu kaydına dayalı olarak davacı ... ve paydaşları adına, 260 ada 44 parsel sayılı taşınmaz tapu kaydına dayalı olarak davacı ... adına; 260 ada 56 parsel sayılı taşınmaz tapu kaydına dayalı olarak davacı ... adına; 260 ada 139 ve 140 parsel sayılı taşınmazlar tapu kaydına dayalı olarak davacı ... adına tespit edilmiş ve 229 ada 37, 232 ada 146, ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar ise kamu orta malı niteliğinde mera vasfıyla sınırlandırılmıştır. Davacı ... ..., 232 ada 145 parsel sayılı taşınmazın bir bölümü hakkında; davacılar ..., ..., ..., ... ve ..., 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazların ayrı ayrı bölümleri hakkında; davacı ..., 229 ada 37, 232 ada 145, 146, 244 ada 27 ve 249 ada 1, 253 ada 3 parsel sayılı taşınmazların ayrı ayrı bölümleri hakkında tapu kaydına dayanarak; davacılar ... ve ..., 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazların ayrı ayrı bölümleri hakkında; davacı ..., 229 ada 37 parsel sayılı taşınmazın bir bölümü hakkında; davacı ..., 232 ada 83 parsel sayılı taşınmazın bir bölümü hakkında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği iddiasına dayanarak; ayrıca davacı ... paydaşı bulunduğu 229 ada 31, 232 ada 95 ve 260 ada 23 parsel sayılı taşınmazların, davacı ... kendi adına kayıtlı 260 ada 44 parsel sayılı taşınmazın, davacı ... kendi adına kayıtlı 260 ada 56 parsel sayılı taşınmazın, davacı ... kendi adına kayıtlı 260 ada 139 ve 140 parsel sayılı taşınmazların yüzölçümlerinin eksik tespit edildiği iddiasıyla ayrı ayrı dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davacılar ..., ..., ..., ..., ... ve ...’un davasının reddine, davacılar ... ..., ... ve ...’un davasının kısmen kabulüne, 29.08.2014 havale tarihli fen bilirkişi raporunda 229 ada 37 parsel sayılı taşınmazın (E), (H), (G) harfi, 232 ada 145 parsel sayılı taşınmazın (N) harfi, 232 ada 146 parsel sayılı taşınmazın (D) harfi, 244 ada 27 parsel sayılı taşınmazın (K) harfi, 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazın (F) harfi ile gösterilen bölümlerin kadastro tespitlerinin iptali ile davacı ... adına, 232 ada 146 parsel sayılı taşınmazın (A), (B) ve (C) harfleri ile gösterilen bölümlerinin kadastro tespitlerinin iptali ile davacı ... adına, 17.09.2008 tarihli fen bilirkişi raporunda 232 ada 145 parsel sayılı taşınmazın (A) harfi ile gösterilen bölümünün kadastro tespitinin iptali ile davacı ... ... adına tapuya kayıt ve tesciline, taşınmazların kalan bölümleri ile 232 ada 83 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespiti gibi tapuya kayıt ve tesciline, davacıların diğer taleplerinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar ..., ..., ... vekili, davacı ... vekili, davacı ... vekili, davalılar Hazine vekili ve ... vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1- Gerekçeli kararın, hükmü temyiz eden birleşen dosya davacısı ...’e 27.04.2015 tarihinde tebliğ edildiği ve davacı vekilinin vekaletname ibraz ederek 20.05.2015 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu, bu haliyle gerekçeli kararın tebliğ edildiği tarih ile temyiz tarihi arasında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 432/1. maddesinde öngörülen 15 günlük yasal temyiz süresinin geçtiği anlaşılmakla; Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 01.06.1990 tarih ve l989/3-l990/4 Esas, Karar sayılı kararı ve 6100 sayılı HMK'nın Geçici 3. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nın 432/4. maddesi gereğince davacı ... vekilinin temyiz isteminin süre yönünden REDDİNE, 2- Davacılardan ...’un dava konusu 260 ada 44, ...’un 260 ada 56, ...’un 260 ada 139 ve 140 ve ...’un 229 ada 31, 232 ada 95 ve 260 ada 23 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, dava konusu 229 ada 31, 232 ada 95, 260 ada 23, 44, 56, 139 ve 140 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin hükme yönelik yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle bu taşınmazlar hakkındaki usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 3- Dava konusu 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 sayılı taşınmazlara ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince; Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı ... ve ...’un 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı ..., ... ve ...’un ise 229 ada 37 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazlara yönelik temyiz itirazları yerinde değildir. ..., ... ve ...’un 232 ada 146 parsel sayılı taşınmaza, davalı Hazine ve ... ile davacı ...’un 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; sözü edilen davacı tapu kaydına dayalı olarak, taşınmazların adlarına tescili isteminde bulunmuşlardır. Mahkemece, ... ve ...’un dayandıkları tapu kayıtlarının çekişmeli 232 ada 146 parsel sayılı taşınmaza uymadığı gerekçesiyle davalarının reddine, davacı ...’un dayanmış olduğu tapu kaydının çekişmeli 232 ada 146 parsel sayılı taşınmazın, davacı ...’un dayanmış olduğu tapu kayıtlarının ise çekişmeli 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazların fen bilirkişi raporunda belirtilen bölümlerine uyduğu gerekçe gösterilmek suretiyle davalarının kabulüne karar verilmiştir. Ancak, davacıların dayandığı tapu kayıtları tescil ilamı ile oluştuğu halde, tescillerine esas ilam ve tescil krokileri getirtilmemiş, bu ilamlarda Hazinenin taraf olup olmadığı ve ilamların taraflar arasında kesin hüküm oluşturup oluşturmadığı değerlendirilmemiş; tapu kayıtlarının başka parsellere revizyon görüp görmediği araştırılmamış; tapu kayıtlarının dayanağı ilam ve haritaları zemine uygulanmamış, yerel bilirkişi ve tanıkların soyut beyanlarına itibar edilerek tek ziraatçı bilirkişi tarafından hazırlanan zirai raporla yetinilmek ve taşınmazlar mera olarak tespit edildikleri halde, yöntemince mera araştırması yapılmadan ayrıca dava konusu taşınmazların niteliklerinin belirlenmesinde hava fotoğraflarından da yararlanılmadan hüküm kurulmuş olması nedeniyle yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Bu şekilde eksik araştırma ve incelemeye dayalı olarak karar verilemez. Hal böyle olunca, davacılar ..., ..., ... ve ...’un dayandıkları tapu kayıtlarının oluşumuna esas tescil dosyaları (yoksa tescil ilamları) ve dayanağı tescil haritaları getirtilmeli, tapu kayıtlarının kadastro sırasında başka taşınmazlara revizyon görüp görmedikleri Kadastro Müdürlüğü ve Tapu Sicil Müdürlüğünden sorulup saptanmalı ve revizyon görmüşlerse revizyon gördükleri parsellere ait onaylı tutanak örnekleri, tutanakları kesinleşmiş ise kadastro sonucu oluşan tapu kayıtları dosya arasına celp edilmeli, çekişmeli taşınmazların tespit tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ait farklı tarihlere ilişkin en az 3 stereoskopik hava fotoğrafı Harita Genel Komutanlığından tarihleri açıkça yazılmak suretiyle istenilmeli, dosya bu şekilde ikmal edildikten sonra mahallinde, yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan aynı köyde ve komşu köylerde ikamet eden şahıslar arasından seçilecek ayrı ayrı 3’er kişilik yerel bilirkişi kurulu ve taraf tanıkları ile 3 kişilik ziraat mühendisi bilirkişi kurulu, jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişisi ve teknik fen bilirkişisinin katılımıyla yeniden keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında davacıların dayandıkları tapu kayıtları ve haritaları uygulanıp kapsamları 3402 sayılı Kadastro Yasası'nın 20/A maddesi gereğince haritalarına göre belirlenmeli; tescil krokilerinin uygulama kabiliyetlerinin bulunmaması durumunda ise, tapu kayıtlarının hudutları okunarak mahalli bilirkişilerce zeminde tek tek gösterilmesi istenilmeli, bilirkişilerin gösteremediği hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanaklarıyla denetlenmeli, teknik bilirkişiye uygulanan tapu kaydının kapsadığı alanı gösterir ve keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli ve bu şekilde davacıların dayandıkları tapu kayıtlarının kapsamları tereddütsüz olarak belirlenmeli; dava konusu taşınmaz bölümlerinin öncesinin geleneksel biçimde kullanılan kadim mera olup olmadığı, dava konusu taşınmaz bölümleri ile mera parseli arasında ayırıcı nitelikte unsur bulunup bulunmadığı, taşınmaz bölümlerinin geçmişte ne durumda bulundukları, kime ait oldukları, kimden nasıl intikal ettikleri, kim tarafından, ne zamandan beri ve ne suretle kullanıldıkları, evveliyatlarının mera, yaylak veya kışlak olup olmadığı, zaman içinde taşınmazların sınırlarında mera yönünde genişleme olup olmadığı hususlarında yerel bilirkişi ve tanıklardan olaylara dayalı ayrıntılı bilgi alınmalı, bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanakları ile denetlenmeli, yargılama boyunca dinlenen bilirkişi ve tanık beyanlarının çelişmesi halinde yüzleştirme yapılmak suretiyle çelişkilerin giderilmesine çalışılmalı; taşınmazların görüntüleri ve mera ile aralarında ayırıcı unsur bulunup bulunmadığı hususlarındaki hakim gözlemi keşif tutanağına aynen yansıtılmalı; ziraat mühendisi bilirkişi kurulundan, taşınmazları komşu parsellerle birlikte ele alan, mera ile aralarında ayırıcı unsur bulunup bulunmadığını, çekişmeli taşınmaz bölümlerinin meradan açma olup olmadığını ve taşınmazların önceki ve mevcut niteliklerini açıklayan, bilimsel esaslara ve somut verilere dayalı ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalı, çekişmeli bölümün dört hududunu gösterir şekilde ve taşınmazın hangi bölümüne ait olduğunu açıklayan fotoğraflar rapora eklenmeli; fen bilirkişisinden, keşfi takibe ve denetlemeye imkan verir kroki ve rapor düzenlemesi istenmeli; jeodezi ve fotogrametri uzmanından hava fotoğrafları üzerinde stereoskopik inceleme yaptırılmak suretiyle çekişme konusu taşınmaz bölümlerinin önceki ve şimdiki nitelikleri, sınırları ve mera ile aralarında ayırıcı unsurlar bulunup bulunmadığı hususlarında rapor alınmalı ve bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Mahkemece bu hususlar gözetilmeksizin yetersiz araştırma ve inceleme ile karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi, kabule göre de; davacı ..., ... Kadastro Mahkemesi’nin 2007/313 Esas sayılı birleşen dosyasında 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazlara yönelik olarak tapu kaydına dayanarak, aynı mahkemenin 2007/316 Esas sayılı dosyasında ise yine 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazların da arasında bulunduğu taşınmazlara yönelik olarak aynı iddia ile dava açmış olup, Mahkemece, dava dosyaları birleştirilmek suretiyle yapılan yargılama neticesinde, hükmün (A) bendinde davanın 2007/316 Esas sayılı dosya yönünden davanın kabulüne, 229 ada 37, 232 ada 146, ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespitinin iptali ile hükümde gösterilen bölümlerin davacı adına tapuya kayıt ve tesciline, taşınmazların kalan bölümlerinin ise mera olarak sınırlandırılarak özel siciline kaydedilmesine, karar verilmiş iken, hükmün (F) bendinde bu kez birleşen 2007/313 Esas sayılı dosya açısından davanın reddine, 229 ada 37, 232 ada 146 ve 249 ada 1 parsel sayılı taşınmazların tespit gibi tesciline karar verilmek suretiyle birbiriyle çelişkili şekilde hüküm kurulması da isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, 4- Dava konusu 232 ada 145 ve 244 ada 27 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı ... tapu kaydına dayalı olarak 232 ada 145 ve 244 ada 27 parsel sayılı taşınmazların, davacı ... ... ise yine tapu kaydına dayalı olarak 232 ada 145 parsel sayılı taşınmazın ayrı ayrı bölümlerinin adlarına tescil isteminde bulunmuşlardır. Mahkemece, davacı ... ...’nin 232 ada 145 parsel sayılı taşınmaza yönelik davasının kabulü ile 17.09.2008 tarihli fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen bölümün, davacı ...’un davasının kısmen kabulü ile 29.08.2014 tarihli fen bilirkişi raporunda 232 ada 145 parsel sayılı taşınmazın (N) harfi ile gösterilen, 244 ada 27 parsel sayılı taşınmazın (K) harfi ile gösterilen bölümlerinin davacı ... adına tapuya kayıt ve tesciline, diğer bölümlere yönelik davasının reddine karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmak için yeterli bulunmamaktadır. Davcıların dayanmış oldukları tapu kayıtları tescil ilamları ile oluştuğu halde, tescillerine esas ilam ve tescil krokileri getirtilip, Hazinenin taraf olup olmadığı ve ilamların taraflar arasında kesin hüküm oluşturup oluşturmadığı tapu kayıtlarının başka parsellere revizyon görüp görmediği araştırılmamış, tapu kayıtlarının kapsamı dayanağı ilamın belirlenmesi yönünden haritaları zemine uygulanmamış, yerel bilirkişi ve tanıkların soyut beyanlarına itibar edilmiş, tek kişilik ziraatçi bilirkişi tarafından hazırlanan zirai raporla yetinilmiş ve dava konusu taşınmazların niteliklerinin belirlenmesinde hava fotoğrafından yararlanılmamıştır. Bu şekilde eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak karar verilemez. Hal böyle olunca, davacılar ... ... ve ...’un dayandıkları tapu kayıtlarının oluşumuna esas tescil dosyaları (yoksa tescil ilamları) ve dayanağı tescil haritaları getirtilmeli, tapu kayıtlarının kadastro sırasında başka taşınmazlara revizyon görüp görmedikleri Kadastro Müdürlüğü ve Tapu Sicil Müdürlüğünden sorulup saptanmalı ve revizyon görmüşlerse revizyon gördükleri parsellere ait onaylı tutanak örnekleri, tutanakları kesinleşmiş ise kadastro sonucu oluşan tapu kayıtları dosya arasına celp edilmeli, çekişmeli taşınmazların tespit tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ait farklı tarihlere ilişkin en az 3 stereoskopik hava fotoğrafı Harita Genel Komutanlığından tarihleri açıkça yazılmak suretiyle istenilmeli, dosya bu şekilde ikmal edildikten sonra mahallinde, yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek ayrı 3 kişilik yerel bilirkişi kurulu ve taraf tanıkları ile 3 kişilik ziraat mühendisi bilirkişi kurulu, jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişisi ve teknik fen bilirkişisinin katılımıyla yeniden keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında davacıların dayandıkları tapu kayıtları ve haritaları uygulanıp kapsamları 3402 sayılı Kadastro Yasası'nın 20/A maddesi gereğince haritalarına göre belirlenmeli; tescil krokilerinin uygulama kabiliyetlerinin bulunmaması durumunda ise, tapu kayıtlarının hudutları okunarak mahalli bilirkişilerce zeminde tek tek gösterilmesi istenilmeli, bilirkişilerin gösteremediği hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanaklarıyla denetlenmeli, teknik bilirkişiye uygulanan tapu kaydının kapsadığı alanı gösterir ve keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli ve bu şekilde davacıların dayandıkları tapu kayıtlarının kapsamları tereddütsüz olarak belirlenmeli; taşınmaz bölümlerinin geçmişte ne durumda bulundukları, kime ait oldukları, kimden nasıl intikal ettikleri, kim tarafından, ne zamandan beri ve ne suretle kullanıldıkları, evveliyatlarının mera, yaylak veya kışlak olup olmadığı, zaman içinde taşınmazların sınırlarında mera yönünde genişleme olup olmadığı hususlarında yerel bilirkişi ve tanıklardan olaylara dayalı ayrıntılı bilgi alınmalı, bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanakları ile denetlenmeli, yargılama boyunca dinlenen bilirkişi ve tanık beyanlarının çelişmesi halinde yüzleştirme yapılmak suretiyle çelişkilerin giderilmesine çalışılmalı; ziraat mühendisi bilirkişi kurulundan, taşınmazları komşu parsellerle birlikte ele alan, çekişmeli bölümlerin öncesini ve mevcut niteliğini açıklayan, bilimsel esaslara ve somut verilere dayalı, ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalı, çekişmeli bölümlerin dört hududunu gösterir şekilde ve taşınmazın hangi bölümüne ait olduğunu açıklayan fotoğraflar rapora eklenmeli; fen bilirkişisinden, keşfi takibe ve denetlemeye imkan verir kroki ve rapor düzenlemesi istenmeli; jeodezi ve fotogrametri uzmanından hava fotoğrafları üzerinde stereoskopik inceleme yaptırılmak suretiyle çekişme konusu taşınmaz bölümlerinin önceki ve şimdiki nitelikleri hususlarında rapor alınmalı ve bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Mahkemece bu hususlar gözetilmeksizin yetersiz araştırma ve inceleme ile karar verilmesi isabetsiz olup, davacı ... ve davalılar Hazine ve ... Belediye Başkanlığının temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davalı ...'na iadesine, 5- Davacı ...’un, dava konusu 232 ada 83 parsel sayılı taşınmaza ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı ..., 232 ada 83 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünün kendi zilyetliğinde olduğunu öne sürerek bu kısmın adına tescili istemiyle dava açmıştır. Mahkemece, davacının dava konusu taşınmazın hangi bölümünü dava ettiği keşif yapılarak belirlenmeksizin, bu bölümün niteliği, zilyetlikle iktisaba elverişli olup olmadığı da incelenmeden, ayrıca dava dosyaları getirtilerek sonuçlanıp sonuçlanmadığı, sonuçlanmış ise eldeki davada davacı taraf yönünden kesin ya da güçlü delil olup olmadığı incelenmeden "çekişmeli taşınmaz üzerinde başka dosyalarda defaten keşifler yapıldığı ve taşınmazın mera niteliğinde olduğunun tespit edildiği" gerekçesiyle bu dosyada keşif yapılmasına gerek görülmeden davanın reddine karar verilmiş olması nedeniyle yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Bu şekilde eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak karar verilmiş. Hal böyle olunca; Mahkemece öncelikle, Mahkeme gerekçesinde sözü edilen dava dosyaları ve çekişmeli taşınmazın tespit tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ait farklı tarihlere ilişkin en az 3 stereoskopik hava fotoğrafları getirtilerek dosya ikmal edilmeli, bundan sonra mahallinde, yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek 3 kişilik yerel bilirkişi kurulu ve taraf tanıkları ile 3 kişilik ziraat mühendisi bilirkişi kurulu, jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişisi ve teknik fen bilirkişisinin katılımıyla yeniden keşif yapılmak suretiyle davacıdan dava ettiği bölümü göstermesi istenmeli, dinlenilecek yerel bilirkişi ve tanıklardan, dava konusu taşınmaz bölümünün geçmişte ne durumda bulunduğu, kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, kim tarafından, ne zamandan beri ve ne suretle kullanıldığı, öncesinin mera, yaylak veya kışlak olup olmadığı, sınırında mera var ise zaman içinde taşınmazın mera yönünde genişleme olup olmadığı hususlarında olaylara dayalı ayrıntılı bilgi alınmalı, bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanakları ile denetlenmeli, yargılama boyunca dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanlarının çelişmesi halinde yüzleştirme yapılmak suretiyle çelişkinin giderilmesine çalışılmalı; ziraat mühendisi bilirkişi kurulundan, taşınmazı komşu parsellerle birlikte ele alan, taşınmazın öncesini ve mevcut niteliğini açıklayan, bilimsel esaslara ve somut verilere dayalı, ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalı, çekişmeli bölümün dört hududunu gösterir şekilde ve taşınmazın hangi bölümüne ait olduğunu açıklayan fotoğraflar rapora eklenmeli; fen bilirkişisinden, keşfi takibe ve denetlemeye imkan verir ayrıca, diğer dava dosyalarında davaya konu olan yer ile dava konusu yerin aynı yer olup olmadığını veya birbirlerine karşı konumlarını gösteren kroki ve rapor düzenlemesi istenmeli; jeodezi ve fotogrametri uzmanından hava fotoğrafları üzerinde stereoskopik inceleme yaptırılmak suretiyle, çekişme konusu taşınmaz bölümünün önceki ve şimdiki niteliği, sınırları ile sınırında var ise mera ile ayırıcı unsurlar bulunup bulunmadığı hususlarında rapor alınmalı ve bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Mahkemece bu hususlar gözetilmeksizin, yetersiz araştırma ve inceleme ile karar verilmesi isabetsiz olup, davacı ...’un temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, 6- Davacı ...’un, çekişmeli 253 ada 3 parsele ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; HMK’nın 294/3. maddesi uyarınca hükmün tefhimi “hüküm sonucu”nun tutanağa yazılarak okunması suretiyle olur. Ayrıca mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı gerek 6100 sayılı HMK'nın 297/2. maddesinde, gerekse mülga 1086 sayılı HUMK'nın 388. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, kararın hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Somut olayda; davacı ... tarafından çekişmeli 253 ada 3 parsel sayılı taşınmaza yönelikte dava açılmasına rağmen, Mahkemece bu taşınmaz yönünden olumlu olumsuz karar verilmemesi isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile dava konusu 253 ada 3 parsel yönünden hükmün BOZULMASINA, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.03.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

87
11. HD., E. 2018/597 K. 2020/1004 T. 6.2.2020
Esas No.: 2018/597
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 06.02.2020
sebepsiz zenginleşme • maktu vekalet ücreti • yönetim kurulu • bilirkişi raporu • dava zamanaşımı • hisse senedi • menfi tespit • primli pay
DAVACI : K1
DAVALILAR : 1-F1 HOLDİNG A.Ş.
2-F1 İNŞ. TARIM VE SAN. İŞLET. TİC. A.Ş.
3-K2
4-K3
5-K4
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 18/01/2016 gün ve 2010/320 - 2016/7 sayılı kararı bozan Daire'nin 02/11/2017 gün ve 2016/5978 - 2017/6021 sayılı kararı aleyhinde davalılar F1 Holding A.Ş., F1 İnş. Tarım A.Ş. (Yeni Unvan:F2 Holding A.Ş.), K2, K3 vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili, yurt dışında çalışan müvekkilinden para tahsil edilme anında ve sonrasında defalarca bizzat davalı şirket temsilcileri tarafından "parasını her istediği an geri alabileceği ve yüksek oranda kâr verileceği" taahhüdü ile belge karşılığında 44.140,00 DM para tahsil edildiğini, davacı gibi binlerce kişiden yurt özlemi ve dini duyguların sömürülerek para toplandığını, paranın geri ödenmesi yönündeki davacı talebinin reddedildiğini, davalıların bu şekilde müvekkilinden para toplamasının Bankalar Kanunu, TTK, SPK, BK ve diğer kanunların açık hükümlerine aykırı olduğunu, SPK'nın 31. ve 30. maddeleri uyarınca hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiğini, bu usulsüzlüklerin resmi raporlarda ifade edildiğini, para toplama işinin yasa dışı yollarla ve kuryelerle yapıldığını, ilgililer hakkında ceza soruşturması ve davalar bulunduğunu, makbuzla ya da ortaklık durum belgeleri ile müvekkilinin şirket ortağı olduğunun kabul edilemeyeceğini, davacıya hisse senedi tesliminin yapılmadığını, davalı K4 ve yönetim kurulu üyelerinin diğer davalılar ile birlikte 6762 sayılı TTK'nın 336. maddesi ile sorumlu olduğunu, şirketler paravan olarak kullanıldığından, birlikte sorumlu olduklarını ileri sürerek, davalılara verilen 44.140,00 DM karşılığı 45.130,00 TL'nin şimdilik 7.500,00 TL’lik kısmının ödendiği tarihten itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte tahsiline, müvekkilinin davalı şirketlerle kurulmuş geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiş; ıslah dilekçesiyle, talebini yükseltmiştir. Davalılar vekili, davanın zamanaşımı ve esastan reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davanın reddine dair verilen kararın davacı vekili ve katılma yoluyla K4 dışındaki davalılar vekilince temyizi üzerine karar Dairemizce davacı yararına bozulmuştur. Davalı F1 Holding A.Ş. F1 İnş. Tarım A.Ş.(Yeni Unvan F2 Hold. A.Ş.), K2, K3 vekili, bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 1-Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, 07.12.2019 tarih, 30971 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'nun 41. maddesinde 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler İle 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ve 3182 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici maddenin eklendiği belirtilmiş olup, işbu geçici 4. maddede ''31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 06/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez. Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.” hükmü düzenlenmiş, aynı Kanun'un 52/1-h maddesinde de işbu hükmün yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlanmıştır. Bu durum karşısında, mahkemece taraf iddia ve savunmalarının Sermaye Piyasası Kanunu'nun 16. maddesi ve anılan yasal düzenleme kapsamında değerlendirilerek sonucuna göre bir karar vermek üzere kararın re'sen bozulmasına karar vermek gerektiğinden Dairemizin 02.11.2017 tarih 2016/5978 Esas, 2017/6021 Karar sayılı bozma ilamının kaldırılarak, yukarıda açıklanan değişik gerekçeyle mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir. 2-Bozma sebep ve şekline göre davalı F1 Holding A.Ş. F1 İnş. Tarım A.Ş.(Yeni Unvan F2 Hold. AŞ), K2, K3 vekilinin karar düzeltme istemlerinin incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle Dairemizin 02.11.2017 tarih 2016/5978 Esas, 2017/6021 Karar sayılı bozma ilamının kaldırılarak hükmün değişik gerekçeyle re'sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı F1 Holding A.Ş. F1 İnş. Tarım A.Ş. (Yeni Unvan F2 Hold. A.Ş.), K2, K3 vekilinin karar düzeltme istemlerinin incelenmesine yer olmadığına, ödediği temyiz peşin, temyiz ilam ve karar düzeltme harcının isteği halinde karar düzeltme isteyene iadesine, 06/02/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

88
23. HD., E. 2019/798 K. 2020/1004 T. 17.2.2020
Esas No.: 2019/798
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 17.02.2020
müteselsil sorumluluk • tazminat davası • iş sözleşmesi • cevap dilekçesi • işyeri devri • süresinde cevap dilekçesi verilmemesi • fazla çalışma ücreti • bilirkişi raporu
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
- K A R A R -
Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında hizmet alım sözleşmesi bulunduğunu, sözleşme kapsamında davalı tarafından çalıştırılan dava dışı işçinin müvekkili aleyhine açtığı işçilik alacakları ile ilgili davanın işçi lehine sonuçlandığını ve bu kapsamda müvekkili tarafından dava dışı işçiye icra takipleri sonucunda ödeme yapıldığını, yapılan bu ödemelerden sözleşme hükümlerine göre davalının sorumlu olduğunu, müvekkili tarafından ödenen bedellerin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, cevap dilekçesi vermemiştir. Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacının davalı ile yapılan sözleşme kapsamında SGK kayıtlarına göre davalı bünyesinde çalışan işçiye yapılan ödemeyi aralarında imzalanan sözleşme hükümlerine göre davalıdan talep edebileceği gerekçesiyle davalının sorumluluklarını belirleyen bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir. Hizmet alım sözleşmeleri; ihale şartları ile belirlenen işin sözleşmede kararlaştırılan bedel ile yapılmasının üstlenildiği sözleşmelerdir. Bu sözleşme türünde yüklenicinin edimi, hizmetin kendi işçisi ile yerine getirilmesi, işverenin edimi ise sözleşme bedelinin ödenmesidir. Sözleşme kapsamında yapılması gereken iş yüklenici işçisi tarafından yerine getirilecektir. İş aktinin yüklenici ile işçi arasında yapıldığı hususu ihtilaflı değildir. SGK kayıtları da bu hususu doğrulamaktadır. Hizmet alımı tip sözleşmelerinde işverenin, yüklenici tarafından çalıştırılan işçinin ücretinin ödenmesi, sosyal haklarının takibi gibi denetim dışında işçiye karşı bir sorumluluğu yoktur. İşveren ile yüklenicinin İş Kanunu’na göre işçiye karşı müteselsilen sorumlu olmasına rağmen rücu ilişkisinde taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanması sözleşme hukukunun en temel ilkelerindendir. İşçilik alacakları işveren tarafından ödenen işçinin; yüklenici işçisi olması, sözleşme ücretine işçinin ücret ve sosyal haklarının dahil olması, işverenin işçilik alacaklarından sorumlu olacağına dair sözleşmede bir hüküm bulunmaması hususları nazara alındığında davacı işverenin işçiyi çalıştıran yüklenicilerden ödediği bedeli ve ferilerinin tamamını talep etme hakkı bulunduğunun kabulü gerekir. Hizmet alım ihaleleri aynı yüklenici tarafından alındığı gibi, değişik yükleniciler tarafından da alınabilmektedir. Bu halde işyeri devri suretiyle işçiler yeni yükleniciye devredildiği için hizmet akitleri kesintiye uğramadan devam etmekte ve işçilik alacakları da bu doğrultuda hesaplanmaktadır. İşçiye ödenen kıdem tazminatı iş sözleşmesinin feshedildiği tarihteki giydirilmiş ücret üzerinden hesaplanmakta olup bu kıdem tazminatının tamamından işçiyi çalıştırdıkları dönemle orantılı olarak yükleniciler işverene karşı sorumludurlar. Yıllık izinler kullanılmadığı taktirde iş sözleşmesinin feshi ile ücrete dönüşmektedir. Sözleşmeyi feshedenin son yüklenici olduğu ve yıllık izinlerinde bu fesih ile ücrete dönüştüğü gözönüne alındığında yıllık izin ücretinden son yüklenici sorumlu olacaktır. İhbar tazminatından son işveren sorumludur. Bunların dışında hafta tatil ücreti, ücret alacağı, fazla mesai ücreti gibi işçiye ödenen tazminatlardan yükleniciler işverene karşı işçiyi çalıştırdıkları dönemle sınırlı olarak sorumlu olacaklardır. İşveren tarafından bu ödemelerin feri mahiyetinde yapılan ödemeler de ayrı esasla yüklenicilerden tahsil edilebilecektir. Yükleniciler aleyhine açılan rücu davalarında ayrı sözleşmelerle hizmet ifa eden yükleniciler mecburi dava arkadaşı olmadığı gibi borçtan müteselsilen sorumlu olacaklarına ilişkin kanun hükmü veya sözleşme bulunmamaktadır. Bu nedenle alacak davalarında her davalı aleyhine ayrı tahsil hükmü kurulmalıdır. Davanın itirazın iptali şeklinde açılmış olması durumunda ise takibin hangi davalı açısından hangi miktarla devam edeceği ayrı ayrı belirlenmelidir. Somut olayda mahkemece davacı asıl işveren tarafından talep edilen işçi alacakları yönünden ödenen bedelin icra takip masrafları yönünden yarısının davalı şirket yönünden rücuen tahsiline karar verilmiş ise de, mahkemece yukarıda belirlenen hususlar dikkate alınarak davalının işçiyi çaıştırdığı dönem ile icra giderlerinin tamamından sorumluluğuna karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçe ile davalının ödenen bedelin yarısından sorumlu tutulması doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.02.2020 tarihinde oy birliğiyle kabul edildi.

89
8. HD., E. 2018/4461 K. 2020/1004 T. 6.2.2020
Esas No.: 2018/4461
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 06.02.2020
el atmanın önlenmesi • eksik inceleme • tapu iptali • davaya fer'i müdahil olma Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacılar vekili, dava dilekçesinde belirtilen dava konusu taşınmazda vekil edenlerinin de hissesi olduğunu, davalının taşınmazda bulunan kargir evi kullandığını belirterek elatmanın önlenmesine ve 7.800,00 TL ecrimisilin tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, taşınmazı K1'ten kiraladığını beyan ederek davanın reddini savunmuştur. Feri Müdahil K1, 1987 yılında taşınmazı malikin mirasçılarından haricen satın aldığını, aldıktan sonra bir süre kendisinin kullandığını, daha sonra kiralayarak kullanmaya devam ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkindir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 31269 ada 22 parsel sayılı taşınmazın "binanın K2'a ait olduğu" muhdesat bilgisi ile 101/138 hissesinin davacılar adına, diğer hisselerin dava dışı kişiler adına kayıtlı olduğu, veraset belgesine göre K2'ın 09.10.1979 tarihinde vefat ettiği, davacıları mirasçı olarak bıraktığı, feri müdahil K1'in davacılar aleyhine İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/132 Esas, 2013/31 Karar sayılı (bozma sonrası 2015/118 E., 2016/290 K.) dava dosyasında dava konusu taşınmaz nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açtığı, kararın 14.11.2017 tarihli Dairemizin kararı ile bozulduğu, bozma üzerine yargılamanın devam ettiği, taşınmazın mülkiyetine ilişkin uyuşmazlık bulunduğu anlaşıldığından, Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme yetersizdir. O halde, Mahkemece, feri müdahil tarafından davacılar aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davasının sonucu beklenerek, oluşacak duruma göre olumlu-olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru olmamıştır. SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazları yukarıda gösterilen sebeplerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, HUMK'un 440/I. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 06.02.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
90
9. CD., E. 2020/1952 K. 2020/1004 T. 10.9.2020
Esas No.: 2020/1952
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 10.09.2020
tefecilik
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Tefecilik Yapmak, 5464 sayılı Yasaya muhalefet
Hüküm : Her iki suçtan da beraat
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
A) 5464 sayılı yasaya muhalefet suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi: Sanığa yüklenen 5464 sayılı Kanuna muhalefet suçundan CMK'nın 237. maddesine göre doğrudan zarar görmeyen Hazinenin bu suçtan açılan kamu davasına katılmasının mümkün olmadığı, mahkemece usulsüz olarak verilen katılma kararının hükmü temyiz hakkı vermeyeceği, bu itibarla söz konusu suçtan kurulan hükmü temyiz yetkisi bulunmadığından 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca katılan vekilinin temyiz isteminin REDDİNE, B) Tefecilik suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi: Telekomünikasyon ticareti yapan sanık hakkında 2008 Kasım/Aralık aylarında POS tefeciliği yaptığı iddiasıyla açılan kamu davasında mahkemenin suç unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verdiği iş bu dosyada, Sanık hakkında düzenlenen Vergi Tekniği Raporunda ifadesine başvurulan tanıklardan 17’sinin vergi müfettişine verdikleri beyanda, sanığın iş yerinden kontör veya telefon almadıklarını, kredi kartı çekimiyle komisyon karşılığı borç para aldıklarını beyan ettiğinin anlaşılması karşısında, rapor kapsamında ifadesine başvurulan kişilerden suçu aydınlatmaya yeterli olacak kadarının dava konusu olay hakkında tanık sıfatıyla beyanlarının alınması ve sanığın tefecilik yapıp yapmadığına dair kolluk marifetiyle detaylı araştırma yaptırılmasından sonra hasıl olacak sonuca göre bir karara varılması gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması, Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 10.09.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

91
20. HD., E. 2020/594 K. 2020/1004 T. 26.2.2020
Esas No.: 2020/594
Karar No.: 2020/1004
Karar tarihi: 26.02.2020
dosyanın işlemden kaldırılması • tarafların duruşmaya gelmemesi • davanın açılmamış sayılması • tazminat davası • davanın ıslahı • tapu iptali • yenileme talebi MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar vekili 18.04.2013 tarihli dava dilekçesinde, ... ili, ... mahallesinde bulunan müvekkilleri adına tapuda kayıtlı 6819 ada 1, 2 ve 6 sayılı parseller ile 839 ve 1416 sayılı parsellerin Orman Yönetiminin açtığı tapu iptali ve tescil davalarında tapu kayıtlarının iptal edilerek orman olarak Hazine adına tescil edildiğini ve hükümlerin kesinleştiğini, hiç bir bedel ödenmediğini, böylece mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000,00.-TL'nin mahkeme ilâmının kesinleştiği tarihten kararın kesinleşeceği tarihe kadar, kesinleştikten sonrada kamu alacaklarına uygulanacak en yüksek faiz ile birlikte davalıdan tahsilini istemiş, 09.01.2014 havale tarihli dilekçesi ile de 1416 sayılı parsel yönünden verilen tapu kaydının iptaline ilişkin karar henüz kesinleşmediğinden ileride dava açma hakkını saklı tutarak davayı bu parsel yönünden takip etmediklerini bildirmiş, keşif ve raporlardan sonra mahkemeye sunduğu 09.01.2014 havale tarihli dilekçesinde davasını 241.052,53.-TL üzerinden ıslah etmiş ve tapu kayıtlarının iptaline ilişkin hükümlerin kesinleştiği tarihten itibaren yürütülecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Hazine vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkemece davacı tarafın talebinin 241.052,53.-TL olarak kabulüne, bu miktarın 200.615,00.-TL'sine hükümlerin kesinleştiği 16/03/2010 tarihinden itibaren, 5.610,53.-TL'sine 15/04/2011 tarihinden itibaren, 34.827,00.-TL'sine 13/03/2012 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faiziyle beraber davalıdan alınarak davacılara verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle Dairenin 10/05/2016 gün ve 2015/2671 E. - 2016/5271 K. sayılı kararı ile; “...Mahkemece, ıslah harcı tamamlatılıp, ıslah dilekçesi taraflara usûlüne uygun tebliğ edildikten sonra işin esasına girilip karar verilmesi gerekirken, harcı yatırılmayan ıslahla artırılan miktar esas alınarak yazılı şekilde hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır...” denilerek bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, ıslah harcı davacı tarafça ödenmiş ve yapılan yargılama sonucu davanın ıslah talebi de dahil 241.052,53.-TL olarak kabulüne, bu miktarın 200.615,00.-TL'sine hükümlerin kesinleştiği 16/03/2010 tarihinden itibaren, 5.610,53.-TL'sine 15/04/2011 tarihinden itibaren, 34.827,00.-TL'sine 13/03/2012 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faiziyle beraber davalıdan alınarak davacılara verilmesine karar verilmiş; hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini isteğine ilişkindir. Tazminat istemine dayanak 6819 ada 1, 2 ve 6 parsel sayılı taşınmazlar 2001 yılındaki imar uygulaması sonucu davacılardan İsmail Karabel adına arsa niteliğiyle tapuda kayıtlı iken Orman Yönetimi tarafından açılan davalar sonucu ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/52 E. - 232 K., 2009/51 E. - 233K., 2010/126 E. - 384 K. sayılı kararları ile tamamının tapu kayıtlarının iptali ile taşınmazların orman vasfıyla Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş, verilen kararlar Yargıtay denetiminden de geçerek 1 ve 2 sayılı parseller yönünden 16.03.2010 tarihinde, 6 sayılı parsel yönünden ise 15.04.2011 tarihinde kesinleşmiştir. 839 sayılı parsel ise davacılar ve dava dışı gerçek kişiler adına tarla niteliğiyle tapuda kayıtlı iken Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/303 E. - 2011/77 K. sayılı kararı ile tamamının tapu kaydının iptali ile orman olarak tesciline karar verilmiş, verilen karar Yargıtay denetiminden geçerek 13/03/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Eldeki dosyada davacılar davasını 18.04.2013 tarihinde açmıştır. 1) Davalı Hazinenin 6819 ada 1, 2, 6 sayılı parsel ve 839 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin temyiz itirazları incelendiğinde; incelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, davacıların, adlarına kayıtlı bulunan taşınmazlarının tapu kayıtlarının iptaline ilişkin mahkeme kararlarının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde eldeki davayı açmasında ve arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal karşılaştırması yapılmak suretiyle, tapu iptal kararlarının kesinleştiği tarihler esas alınarak değer biçilmesinde ve taşınmazların gerçek bedelinin TMK'nın 1007. maddesi gereğince davalı Hazineden tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 2) Davalı Hazinenin 1416 parsel sayılı taşınmaza ilişkin temyiz itirazlarına gelince; her ne kadar dava dilekçesi ile 1416 sayılı parsel dava konusu yapılmış ise de davacılar vekili tarafından sunulan 09/01/2014 havale tarihli dilekçe ile bu parselin tapusunun iptaline ilişkin olarak verilen mahkeme kararının henüz kesinleşmediği gerekçesiyle davayı bu parsel yönünden takip etmedikleri bildirilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın “Tarafların Duruşmaya Gelmemesi, Sonuçları ve Davanın Açılmamış Sayılması” başlığını taşıyan 150. maddesinin 1. fıkrasında “Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.” hükmüne, 4. fıkrada “Dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurusu üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, duruşma gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten sonra yenileme talebinde bulunulursa, yeniden harç alınır, bu harç yenileyen tarafça ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, eski davanın devamı sayılır.” hükmüne ve 5. fıkrada da “İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.” hükmüne yer verilmiştir. Madde metninden de anlaşılacağı üzere somut olayda davacılar tarafından takip edilmeyen 1416 parsel sayılı taşınmaz yönünden açılan tazminat davasına ilişkin dosyanın işlemden kaldırılması ve bu tarihten itibaren 3 ay içinde yenilenmediğinden davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi ve davanın açılmamış sayılması kararı nihai kararlardan olup, bu durumda davalı Hazine kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden lehine vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken mahkemece bu parsele ilişkin olarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş olması doğru görülmemiş ve hükmün bozulmasını gerektirmiştir. SONUÇ : 1) Yukarda birinci bentde açıklanan nedenlerle, davalı Hazinenin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 2) İkinci bentde açıklanan nedenlerle davalı Hazinenin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA 26/02/2020 günü oy birliğiyle karar verildi.

92
9. HD., E. 2020/2948 K. 2020/10040 T. 30.9.2020
Esas No.: 2020/2948
Karar No.: 2020/10040
Karar tarihi: 30.09.2020
bilirkişi raporu • taleple bağlılık ilkesi
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, iş akdine haklı bir neden olmadan son verildiğini öne sürerek davacının kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi’nin 23.05.2019 tarihli bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: Dosyada çözümlenmesi gereken husus dosyadaki bozma ilamından sonra ıslah yapılıp yapılamayacağına ilişkindir. Mahkeme tarafından bozma öncesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karar tarafların temyizi üzerine Yargıtayca incelemiş olup kararın “Davacı vekili, Mahkemece yapılan 16/02/2016 tarihli duruşmada bilirkişi raporunda tespit edilen miktar yönünden davayı ıslah edeceğini ve ıslah dilekçesini sunmak üzere süre talep ettiklerini beyan etmiş olmasına rağmen, mahkemece talebe ilişkin olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeyerek yargılamanın sonlandırıldığı ve mahkemece dava dilekçesindeki taleplerle bağlı olarak davanın kısmen kabulüne karar verildiği, tahkikat aşaması sona ermeden ıslah iradesini ortaya koymuş olmasına rağmen talebin değerlendirilmeyerek hüküm tesis edilmiş olması 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 177. maddesi gereği usul ve yasaya aykırı olduğundan, Mahkemece, davacı tarafın ıslah iradesini ortaya koyması için talepte bulunmasına rağmen süre verilmeden dava dilekçesindeki miktarlar yönünden karar verilmesi hatalıdır.” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada ise davacı tarafından ilk celse öncesi ıslah dilekçesi verildiği, Mahkeme tarafından ise Yargıtay bozma ilamına uyularak yargılamaya devam olunduğu anlaşılmaktadır. Ancak ne var ki mahkeme tarafından yapılan yargılamada bozmadan sonra ıslah olmayacağı gerekçesi ile talep ile bağlı karar verilmiş ise de bu husus bozmaya ve dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Şöyle ki; ilk yargılamada davacı vekili tarafından Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na uygun olarak davayı ıslah etmek üzere süre istenmiş olmasına rağmen bu hususta olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden taleple bağlı hüküm kurularak davacının ıslah talebi karşılanmamıştır. Yapılan temyiz sonucunda da karar ıslah talebinin değerlendirilmemesinin hatalı olduğu yönünde olmasına ve bozma ilamına uyulmasına rağmen, bu kezde bozmadan sonra ıslah olamayacağı gerekçesi ile karar verilmesi doğru olmamıştır. Zira davacı vekili tarafından usulüne uygun olarak ıslah için süre istenilmiş ancak bu husus hatalı olarak değerlendirilmeden karar verilmiştir. Mahkemece yapılması gereken davacının yaptığı ıslah talebini göz önünde bulundurarak karar vermek iken yazılı gerekçe ile taleple bağlı hüküm kurulması hatalı olup bozma sebebidir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 30.09.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

93
12. HD., E. 2020/2287 K. 2020/10042 T. 19.11.2020
Esas No.: 2020/2287
Karar No.: 2020/10042
Karar tarihi: 19.11.2020
istinaf yolu • kambiyo senetleri • düzenlenme yeri • bono
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi
Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı tarafından başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile ilamsız icra takibinde, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda, sair nedenlerle dayanak senedin kambiyo vasfına haiz olmadığından bahisle takibin iptali talebinde bulunduğu, ilk derece mahkemesince, şikayetin kabulü ile lehdar hanesinin boş olduğu gerekçesi ile takibe konu senet kambiyo vasfına haiz olmadığından takibin iptaline karar verildiği, alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf isteminin esastan reddine karar verildiği görülmüştür. Takibe konu senedin tanzim tarihi itibariyle uygulanması gereken 6102 Sayılı TTK'nun 776/1-f maddesi uyarınca; senette düzenlenme yerinin yazılı olması gereklidir. Aynı Kanun'un 777/4. maddesinde ise; düzenlendiği yer gösterilmeyen bir bononun, düzenleyenin adının yanında yazılı olan yerde düzenlenmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır. Hukuk Genel Kurulu'nun 02.10.1996 gün ve 1996/12-590 sayılı kararında da benimsendiği üzere tanzim yeri olarak idari birim adının (kent, ilçe, bucak, köy gibi) yazılması zorunlu ve yeterlidir. Öte yandan, keşide yeri unsuru bulunmayan dayanak belge bono olarak kabul edilemeyeceğinden, TTK'nun 776/1-f maddesinde öngörülen koşulu taşımayan bu belgeye dayanarak borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip yapılması da mümkün değildir. Somut olayda, UYAP sistemi üzerinden temin edilen takibe dayanak senet aslında, lehdar hanesinde takip alacaklısının isminin yer aldığı görülmüş ise de, senedin düzenleme yeri içermediği, düzenleyenin adının yanında yalnızca “Gazi Mah. İbni Sina Cad. Bindalı Apt. C Blok No: 74/2” şeklinde ibareler yer aldığı, herhangi bir idari birimin bulunmadığı anlaşılmış olup bu haliyle dayanak senet kambiyo senedi vasfında değildir. O halde, ilk derece mahkemesince, dayanak senette düzenleme yeri bulunmadığından bahisle şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle takibin iptaline karar verilmesi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesince; HMK'nun 353/1-b-2. maddesi gereğince, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesi bu yönden düzeltilerek yeniden esas hakkında bir karar verilmesi gerekirken, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi doğru değil ise de sonuçta istem reddedildiğinden kara sonucu itibariyle doğru olup, bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanması gerekmiştir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru Bölge Adliye Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 370. maddesi uyarınca (ONANMASINA), alınması gereken 54,40 TL temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline, 19/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

94
12. HD., E. 2020/7512 K. 2020/10049 T. 19.11.2020
Esas No.: 2020/7512
Karar No.: 2020/10049
Karar tarihi: 19.11.2020
şirketin iflası
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı tarafından işçi alacaklarının tahsili amacıyla başlatılan ilamlı icra takibinde, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda, sair itiraz ve şikayetleri ile birlikte borçlu şirket hakkında iflasın ertelenmesine karar verildiğinden bahisle takibin iptalini talep ettiği, mahkemece iflasın ertelenmesine ve ertelemenin uzatılmasına ilişkin yargılamada verilen tedbir kararlarında, İİK'nun 179/b maddesi kapsamında hiçbir takip yapılmamasına karar verildiği gerekçesiyle takibin iptaline karar verildiği, kararın alacaklı tarafından temyiz edildiği görülmektedir. İİK'nun 179/b maddesi hükmü gereğince; iflasın ertelenmesi kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanun'a göre yapılan takipler de dahil olmak üzere, hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler de durur. Ancak 206. maddesinin birinci sırasında yazılı alacaklar için haciz yoluyla takip yapılabilir. İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve iflasın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem tazminatları dahil alacakları ile, iflas nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları, İİK'nun 206. maddesinin birinci sırasındaki alacaklardandır. Somut olayda, ... 6. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 10/04/2013 tarih ve 2012/673 E. - 2013/224 K. sayılı kararı ile borçlu şirketin iflasının ertelenmesine, ... 3. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 27/11/2014 tarih ve 2014/1896 E. - 2014/809 K. sayılı kararı ile de erteleme süresinin 1 yıl uzatılmasına, yine aynı mahkemenin erteleme süresinin ikinci kez uzatılmasına ilişkin yargılama sırasında 08/04/2015 tarihinde erteleme tedbirlerinin devamına karar verildiği, alacaklı tarafından 12/08/2014 tarihli takip talebi ile tahsili istenen işçilik alacaklarının tahakkuk tarihinin 01/07/2014 (alacak ilamının karar tarihi) olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, alacağın, iflas erteleme süresi içinde doğan ve İİK.nun 206. maddesinin birinci sırasında yazılı alacaklardan olduğunun, tedbir kararı ve yasa gereği istisna kapsamında kaldığının kabulü gerekir. O halde mahkemece, borçlunun bu yöndeki şikayetinin reddi ile sair itiraz ve şikayetleri incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

95
22. HD., E. 2016/31992 K. 2020/1005 T. 22.1.2020
Esas No.: 2016/31992
Karar No.: 2020/1005
Karar tarihi: 22.01.2020
usulüne uygun tebligat • adil yargılanma hakkı • bilirkişi raporu • haksız fesih • ispat hakkı • iş sözleşmesi • savunma hakkının kısıtlanması • hukuki dinlenilme hakkı • savunma hakkı • fazla çalışma ücreti MAHKEMESİ:Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi DAVA TÜRÜ: ALACAK Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, davalı şirkette 09.01.2012 tarihinde kepçe operatörü olarak işe başladığını ve bu çalışmasının 27.10.2015 tarihinde işten haksız olarak çıkarıldığı tarihe kadar devam ettiğini,davalılar arasında asıl işveren ve alt işveren ilişkisinin bulunduğunu, hiçbir işçilik alacağının ödenmediğini, belirterek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti taleplerinin davalılardan tahsilini talep etmiştir Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekilleri davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece yapılan yargılamada davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalılar vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalıların aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davacının kıdem tazminatı talebinin yerinde olup olmadığı taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.Davacı iş sözleşmesinin haksız olarak 27.10.2015 tarihinde feshedildiğini ileri sürerken, davalı davacının iş sözleşmesine devamsızlığı sebebi ile son verildiğini belirtmiştir. Dosya içerisinde bulunan devamsızlık tutanaklarından davacının 27.10.2015,28.10.2015 ve 31.10.2015 tarihlerinde işe davam etmediğinin tutanak şahitlerinin imzası ile tespit edildiği anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde yapıtığı devamsızlıkları sebebi ile davacıya hitaben ihtarname düzenlendiği ve mazeretini bildirmesinin istendiğide dosya kapsamında sabittir. Dinlenilen davacı tanıkları fesihhin ne şekilde yapıldığı hususunda bilgi vermezken davalı tanıkları ise beyanlarında davacının ailevi sorunları sebebi ile işten ayrılma kararı aldığını ve kendisine verilen izin sonrasında ise iş başı yapmadığını belirtmişlerdir. Anlatılanlar kapsamında fesih değerlendirildiğinde davacının dosya kapsamında devasızlığının sabit olduğu anlaşılmakta olup bunun aksini ispat eden bir delilde dosyaya sunulmamıştır. Hal böye iken yazılı gerekçe ile davacının haksız fesih iddiası yerinde kabul edilererek davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 2-Davada hukuki dinlenilme haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığı hususu uyuşmazlık konusudur.Savunma hakkı Anayasa’mızın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." düzenlemesi ile açıkça hüküm altına alınmıştır.İddia ve savunma hakkı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun hukuki dinlenilme haklı başlıklı 27. maddesi ile usul hukukumuza yansıtılmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında davanın taraflarının kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları belirtildikten sonra maddenin ikinci fıkrasında bu hakkın "açıklama ve ispat hakkı"nı da içerdiği vurgulanmıştır. Davanın taraflarının usul hukuku hükümlerine aykırı olarak açıklama ve ispat hakkını kullanmalarının kısıtlanması, iddia ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.Bu kapsamda hukuki dinlenilme hakkı, bilgilenme/bilgilendirme, açıklama yapma, yargı organlarınca dikkate alınma ve kararların gerekçeli olması gibi hususları içerdiği açıktır. Bilgilenme hakkı, yargılamanın içeriğine dair tam bir bilgi sahibi olmanın yanında gerek karşı tarafın gerekse de yargı organlarının dosya içeriğine yapmış oldukları işlemleri öğrenmelerini kapsar. Bilgilenme/bilgilendirme hakkının etkin biçimde kullanılabilmesi için gönderilecek tebligat ve davetiyelerde kanunda öngörülmüş şekil şartlarına sıkı sıkıya uyulması gerekmektedir. Ayrıca bu hak sadece davanın başındaki iddia ve savunmalar açısından değil yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda devam eden bir yargılamada, tarafların açıklamaları için bilgilendirme yeterli olmayıp yargılamada yer alan diğer kişilerin (tanık, bilirkişi gibi) açıklamaları açısından da önemlidir. Bilgilenme hakkının usulüne uygun kullanımı ile tarafların haklarında öğrendikleri isnat ve iddialara karşı beyanda bulunabilme, davaya yönelik bilgi ve belge verebilme yani açıklama yapma hakkı da hukuki güvenceye bağlanmaktadır. Böylece davanın her iki tarafına eşit şekilde açıklama yapma hakkı tanınması ile adaletin görünür kılınması sağlanacaktır. Açıklamada bulunma hakkı, tarafların, yazılı veya sözlü şekilde iddia ve savunmalara karşı itirazda bulunabilme, davaya ilişkin beyanda bulunmalarını sağlar.Somut olayda; dava dosyasında aldırılan ve kararda itibar edilen bilirkişi raporunun davalı ... ve Tem. İnş. Tur. Gıda Peyzaj A.ş ye tebliğe çıkartıldığı ancak posta dağıtım memuru tarafından tebligatin duruşma günün geçtiğinden bahisle iade edildiği, daha sonraki yargılama aşamasında da tekrar tebliğe çıkartılmadığı, davacının sunmuş olduğu 23.06.2016 tarihli ıslah dilekçesininde davalı şirkete tebliğ edilmeden yargılamanın sonlandırıldığı bu durumun Anayasal bir hak olan savunma hakkının kısıtlanması mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda yapılaması gereken bilirkişi raporu ve ıslah dilekçesinin davalıya usulüne uygun olarak tebliği sağlandıktan sonra kanunen beklenmesi gereken sürenin beklenmesi ve davalının bu süre zarfında bilirkişi raporu ve ıslah dilekçesine karşı herhangi bir itirazda bulunması halinde itirazlar değerlendirilerek sonuca gidilmesidir. Bu hususun gözetilmemeside hatalı olup bozma sebebidir.SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 22.01.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

96
16. HD., E. 2016/15957 K. 2020/1005 T. 9.3.2020
Esas No.: 2016/15957
Karar No.: 2020/1005
Karar tarihi: 09.03.2020
kazandırıcı zamanaşımı • davanın kabulü • taraf teşkili sağlanmaması • bilirkişi raporu • kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVACILAR : ... VE ARKADAŞLARI
DAVA TÜRÜ : TESCİL
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Davacılar, ... ve arkadaşları, Dulkadiroğlu İlçesinin, kısmen ... Köyü kısmen de ...Köyü çalışma alanında kalan ve kadastro sırasında tespit harici bırakılan taşınmaz bölümü hakkında, satın alma ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği iddiasına dayanarak, adlarına eşit paylarla tescili istemiyle dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, 20.06.2013 tarihli fen bilirkişi raporunda (C), (F) ve (G) harfleri ile gösterilen temyize konu bölümlerin davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, 4721 sayılı TMK'nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14 ve 17. maddelerine dayalı olarak açılan tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkindir. TMK'nın 713/3. maddesi uyarınca, bu nitelikteki davalarda Hazine ve ilgili Kamu Tüzel Kişiliğine birlikte husumet yöneltilmesi zorunludur. Somut olayda dava, Hazine aleyhine açılmış, yargılama sırasında ise 6360 sayılı Kanun hükümleri uyarınca... Belediye Başkanlığı davaya dahil edilmiştir. Ne var ki; anılan yasa uyarınca ... Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın da ilgili kamu tüzel kişiliği olarak davada yer alması gerektiği gözden kaçırılmıştır. Bu nedenle davada taraf teşkilinin sağlandığından söz edilemez. Taraf teşkilinin sağlanması dava şartlarından olup, bu koşul yerine getirilmeden davanın esasına girilmesi hukuken mümkün değildir. Hal böyle olunca, mahkemece öncelikle, ... Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı davaya dahil etmesi için davacı tarafa süre ve imkan tanınmalı, taraf teşkilinin sağlanması halinde, dahili davalıdan savunma ve delilleri sorulmalı, bildirdiği takdirde delilleri toplanmalı ve bundan sonra tarafların iddia ve savunmalarına ilişkin tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır. Mahkemece, bu husus gözetilmeksizin, yöntemince taraf teşkili sağlanmadan işin esasına girilerek hüküm kurulması isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle sair yönler incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.03.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

97
10. HD., E. 2018/7387 K. 2020/1005 T. 11.2.2020
Esas No.: 2018/7387
Karar No.: 2020/1005
Karar tarihi: 11.02.2020
ölüm aylığı • istinaf yolu • karşı dava
Bölge Adliye
Mahkemesi : Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
Davacı Kurum tarafından, boşandığı eşiyle birlikte yaşadığı tespit edilen davalıya yapılan yersiz aylık ödemelerinin tahsili amacıyla yapılan icra takibine vaki itirazın iptali talebiyle açılan davanın yargılaması sonucu, Bolu İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen hükme karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen kararın temyizen incelenmesi davacı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu. I-İSTEM Davacı Kurum, davalının ölüm aylığı almakta iken boşandığı eşiyle birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeniyle, 22.10.2008-21.5.2015 tarihleri arasında kendisine yersiz ödenen aylıkların tahsili amacıyla yapılan icra takibine vaki itirazın iptali ile takibin devamına, %20'den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etti. II-CEVAP Davalı tarafça cevap verilmemeiştir. III-MAHKEME KARARI A-İLK DERECE MAHKEME KARARI İlk derece mahkemesince, davanın kısmen kabulüne, itirazın iptaline, takibin devamına, icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir. B-BAM KARARI Ankara Bölge Adliye Mahkemesince taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir. IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ: SGK vekili, icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerektiğini beyanla kararın bozulmasını istemiştir. V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME: 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 67. maddesinin ikinci fıkrasında “Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; ... diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, ... hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere uygun bir tazminatla mahkûm edilir” hükmü öngörülmüştür. Buna göre, itirazın iptali davalarında tarafların talebi halinde icra inkâr tazminatına hükmedilmesi gerekmektedir. Yukarıdaki açıklamalar ışığında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; Davacı Kurum tarafından davalıya yersiz yapılan ödemelerin tahsili amacıyla ilamsız icra takibi yapılması, davalının itirazının iptali talebiyle açılan davada icra inkar tazminatına da hükmedilmesinin talep edilmesi ve dava konusu alacağın likid olduğunun anlaşılması karşısında davacı Kurum lehine icra inkar tazminatına hükmedilmemesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davacı Kurum yönünden Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10.Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararı kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm düzeltilerek onanmalıdır. S O N U Ç : Hükmün 2. nolu bendinin silinerek yerine; "2-Hükmolunan tutar üzerinden %20 oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacı Kuruma verilmesine” cümlesinin yazılmasına ve kararın bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 11.2.2020 gününde oybirliği ile karar verildi.

98
8. HD., E. 2016/11259 K. 2020/1005 T. 6.2.2020
Esas No.: 2016/11259
Karar No.: 2020/1005
Karar tarihi: 06.02.2020
on yıllık hak düşürücü süre • hak düşürücü sürenin geçmiş olması • cevap dilekçesi • bilirkişi raporu • davanın kabulü • hak düşürücü süre Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, hükmün bir kısım davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı vekili, dava dilekçesinde belirtilen dava konusu taşınmazda bulunan fındık ağaçlarının vekil edeni tarafından dikildiğini belirterek, muhdesatın tespitini talep ve dava etmiştir. Davalılar cevap dilekçesi sunmamışlardır. Mahkemece, davanın kabulüyle, 1119 ada 14 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 05.08.2015 tarihli fen bilirkişisi raporunda A harfi ile gösterilen 816,71 m2 lik fındık bahçesi niteliğindeki muhdesatın davacıya ait olduğunun tespitine, tapunun beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiştir. Hüküm, bir kısım davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Dava, muhdesatın tespiti isteğine ilişkindir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi gereğince kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. On yıllık süre kamu düzenine ilişkin olup, hak düşürücü niteliktedir ve olumsuz dava koşuludur. Hak düşürücü sürenin geçmesi, işin esasının incelenmesini önler. Hak düşürücü süre tüm def’i ve itirazlardan önce göz önünde bulundurulur. Yargılama bitinceye kadar hak düşürücü sürenin geçtiği taraflarca ileri sürülebileceği gibi, görevden ötürü hakim tarafından da kendiliğinden dikkate alınır. Somut olayda dava konusu 119 ada 4 parsel sayılı taşınmazın, kadastro tespiti 08.12.1992 tarihinde yapılmış, kadastro tutanağı 03.08.1993 tarihinde kesinleşmiş, taşınmaz üzerindeki fındık bahçesinin K1 oğlu K2'ya ait olduğu muhdesat bilgisi olarak belirtilerek fındık bahçesi vasfı ile tapuya tescil edilmiştir. Davacının dava dilekçesinde ve dinlenen tanık beyanlarında "taşınmazı davacının 1974 yılında satın aldığının, aldıktan sonra fındıkları diktiğinin" belirtildiği, 04.09.2015 tarihli bilirkişi raporunda da fındık bahçesinde "25-30 yaşlarında fındık ocağı" olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Gerek dava dilekçesindeki açıklamalar, gerek davacı tanık beyanları, gerekse kadastro tespit tutanağı ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, dava konusu fındık ağaçlarının kadastro tespitinden önce taşınmaz üzerinde bulunduğu sabittir. Temyize konu davanın, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/II. maddesine dayalı olduğu gözetildiğinde, aynı Kanun'un 12/3. maddesinde belirtilen on yıllık hak düşürücü süre geçirildikten sonra 03.07.2012 tarihinde açılmıştır. Bu durumda dava konusu 191 ada 4 parsel üzerinde bulunan (fındık ağaçlarının) muhdesat yönünden davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmamıştır. SONUÇ: Bir kısım davalıların temyiz itirazları yukarıda gösterilen sebeplerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve HUMK'un 440/I. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine,06.02.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

99
21. HD., E. 2019/2007 K. 2020/1005 T. 20.2.2020
Esas No.: 2019/2007
Karar No.: 2020/1005
Karar tarihi: 20.02.2020
sosyal güvenlik kurumu • davanın kabulü • eksik araştırma ve inceleme • eksik inceleme Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir. Hükmün, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.
K A R A R
Dava, davacının 04/07/1997-15/06/2010 tarihleri arasında geçen ve Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, Dairemizin 19/06/2014 tarih 2013/18465 E., 2014/14275 K. Sayılı ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde ;Davanın KABULÜ İLE; N1 TC. Kimlik Numaralı, davacı K1'ın davalı işveren, F1 İnşaat Tah. Tic. A. Ş. Ye ait tescilsiz İzmir ili Bornova ilçesi Türkan Özilhan devlet hastanesinin bitişiğinde bulunan 4 pafta 3136 parselde kain depo bekçiliği işyerinde 04/07/1997-15/06/2010 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak asgari ücretle 4662 gün çalıştığı, 4662 günlük çalışmasının Kuruma bildirilmediğinin tespitine, karar verilmiş ise de bu sonuca eksik araştırma ve inceleme ile gidilmiştir. Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının davalı işverene ait depoda gece bekçisi olarak çalıştığını iddia etmekte olduğu, dinlenen tanıkların bu duruma şahitlik edecek durumda olmadıkları ve tamamen tahmine dayalı beyanda bulundukları, komşu işyeri hastane çalışanlarının da uzaktan görgüye dayalı beyanda bulundukları, dinlenen işyeri muhasebe çalışanının beyanından da davacıya ödeme yapıldığını duyduğunu belirttiği, nizalı dönemi tam olarak ortaya koymayan tanık beyanlarının ve ceza dosyasında yer alan beyanların hükme dayanak gösterildiği anlaşılmaktadır. Yapılacak iş; davacının çalıştığını belirttiği “depo” işyerinin ne zaman kurulmuş olduğunun ortaya konması amacıyla şirket kayıtlarını incelemek, deponun bulunduğu yer sanayi sitesinden “depo” ile ilgili bilgi ve kayıtları istemek, davalı şirket depoyu kiraladı ise ne zaman kiraladığını araştırmak, davalı işveren bordrolarında yer alan ve tanık beyanlarından depo bekçisi olarak çalıştığı anlaşılan müteveffa K2 ‘un ailesinden re’sen seçilecek tanıklara “depo” da 2. Bir bekçi çalıştırıp çalıştırılmadığını sormak, tüm bilgi ve belgeler toplandıktan sonra çıkacak sonuca göre karar vermekten ibarettir. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan F1 İnşaat Taahhüt Tic. A.Ş.'ne iadesine, 20/02/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

100
4. HD., E. 2017/2732 K. 2020/100 T. 16.1.2020
Esas No.: 2017/2732
Karar No.: 2020/100
Karar tarihi: 16.01.2020
tazminat davası
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalılar ... ve diğerleri aleyhine 20/06/2013 gününde verilen dilekçe ile kurum zararından kaynaklanan alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 21/06/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, kurum zararından kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, Tarsus Devlet Hastanesi’ne ait ...plakalı ambulansın ...plakalı dava dışı sürücü....'ın idaresindeki kamyonet ile trafik kazasına karıştığı olayda ambulans sürücüsü de dahil olmak üzere 5 kişinin vefat ettiğini, kazada vefat eden ambulans sürücüsünün sağlık personeli olması nedeniyle kazada vefat eden dava dışı ...’in mirasçısı ... tarafından Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan tazminat davasının kısmen kabul edildiğini, kararın kesinleştiğini ve ödemenin 11/01/2010 tarihinde yapıldığını, kesinleşen mahkeme kararına göre kamyonet sürücüsünün %75, ambulans sürücüsünün %25 oranında kusurlu olduğunu, buna göre rücu davası açılma imkanı bulunduğunu, Sağlık Bakanlığı tarafından rücu davası açılması amacıyla Tarsus Devlet Hastanesi’nden ödeme belgelerinin gönderilmesi için yazı yazıldığını, ödemenin zamanında yapılmasına karşın ilgili belgelerin zamanında gönderilmemesi nedeni ile rücu davası açma imkanı ortadan kalkan davacı kurumun zarara uğradığını belirterek oluşan zararın davalılardan tazmini isteminde bulunmuştur. Davalılar, kasıt ya da ihmallerinin olmadığını, ödeme belgelerinin zamanında gönderildiğini ve bir kurum zararının oluşmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, ödeme belgelerinin gönderilmesi olayında davalıların sorumluluğunun bulunmadığını belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. 25/08/2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 193. maddesi ile, 663 sayılı KHK'ye eklenen Geçici 15. maddesinin 3. bendine göre "Bu kanun hükmünde kararname ile kaldırılan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ve Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlıklarının üçüncü kişilerle yapmış olduğu veya taraf olduğu her türlü taahhüt, sözleşme, hak, alacak ve borçları ile dava ve icra takipleri, teşkilat bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun hale getirildiğinde Bakanlığa devredilmiş sayılır" şeklinde düzenlenme mevcuttur. Somut olayda davacı ... Hastaneleri Kurumunun, olağanüstü hal kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile hak ve alacaklarının Sağlık Bakanlığı’na devredildiği anlaşıldığından, mahkemece bu konuda değerlendirme yapılarak karar verilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacının temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 16/01/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.